Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Türk kültüründeki masal, efsane ve destan zenginliğinin ucu bucağı yoktur. Kahramanlık destanları, aşk hikâyeleri, olağanüstü varlıkların kaynaştığı masallar; yüz yılların, bin yılların akışında birike birike bugüne ulaşmıştır. Engin Türk coğrafyasından, farklı kültürlerden, farklı çağlardan nice renkleri derleye derleye büyüyen bu zenginlik, Oğuz Kağan Destanı’ndan başlayarak, Ergenekon, Göç, Yaratılış ve Türeyiş, Manas, Altın Arığ, Alpamış, Köroğlu, Ural Batır, Battal Gazi ve daha nice destanlarda; Tanrı’nın kut ve güç verdiği seçilmiş insanlar ve görüp geçirdikleri anlatılır. Kozı Körpeş, Bozcigit, Kerem ile Aslı ve bunlarla birlikte anılacak aşk ve kahramanlık destan ve hikâyeleri; nesilden nesile, çağdan çağa akan; Türk dilini, şiir ve ezgi zenginliğini taşıyan, köpürten kültür ırmaklarıdır.
Destanlardaki kahramanlar, öte dünyalarla içli dışlıdır. Doğumları ile başlayan, bazılarında ise analarının gebe kalışıyla başlayan insanüstü özelliklere sahiplerdir. Onların ölümleri bile bir başkadır.
Türk destan kültüründe hakanların atları da bildiğimiz atlar değil, Tanrı tarafından gönderilmiştir. Köroğlu’nun Kır At’ı, Ural Batır’ın Ak Boz At’ı göklerde uçan, görünmez kanatlı atlardır.
Köroğlu, mezarda doğmuştur. Altın Arığ, başı kesildikten sonra, Huu İney tarafından bedenine ve atı Ak Boz’a ‘bengi su’ sürülünce dirilmiştir.
Oğuz Kağan, gökten göl ortasındaki ağaca inen ışık içindeki kızla evlenir. Ural Batır’ın hanımı kuşa dönüşür ve Batır öpünce eski haline döner.
Ural, kılıcını yere vurur, oradan su fışkırır, İdil ve Ural nehirlerinin kaynağı olur. Hevben, kılıcını Şölken Göl’e vurur, göl ortadan yarılıp sular iki yana çekilir ve yol açılır.
Destanlar, efsaneler ve masallar dünyasında sınır yoktur. Burada yer, yaratık türü, güç ve bilgi, aklın kalıplarına sığmaz. Kahramanlarımız, canavarlarla, dokuz başlı ejderle, devlerle, cinlerle savaşır. Gökte uçanlar, yer altında, su altında yaşayanlar vardır.
Destan ve masallar, anlatılan ve dinlenen, şiir ve ezgiyle gönülleri ferahlatan söylenceler olmanın yanı sıra büyük bir amaç taşır: Öğüt, ibret, zihinlere kazınan bilgi ve uyarılarla yüklüdür. İnsan eğitimi, nesillerin terbiyesi, gelenek ve törenin öğretilmesi, ahlâk ve adaletin yaşanması için sürekli tekrarlanan ders kaynaklarıdır. İyilik ve kötülük, yiğitlik ve döneklik, dürüstlük ve hırsızlık, namus ve namussuzluk, bencillik ve köpcüllük (toplumculuk), hak ve haksızlık gibi insanlık değerleri birlikte işlenir. Tanrı’nın insan yaratılışında var ettiği iyi ile kötünün çatışmasını zihinlere dokuyup, inceden inceye örer.
***
Masallaştırma alışkanlığının zararları ve yara açtığı alanlar da vardır. İslâm tasavvufunda ‘evliya’ kimliği ile vasıflandırılan sayılamayacak kadar çok insan anılır. Sözü dağıtmamak için sadece bir kaçını hatırlayalım: Hoca Ahmet Yesevî, Necmeddin Kübra, Bahaeddin Nakşıbend, Hacı Bektaş Velî, Sarı Saltuk, Ahi Evren Velî, Akşemseddin, Hacı Bayram Velî… Ve günümüze kadar uzanan sayısız isimler dizisi.
Hiç şüphe yok ki bunların pek çoğu ‘Allah dostu’ insanlardı. Kendilerini Hak yoluna hizmete adamış; öğretmen, öncü, yol büyüğü olarak insanların gönül ve zihin dünyasında derin izler bırakmışlardı. Onların izbasarları da kendilerince yol almaya, o büyüklerin ocaklarını tüttürmeye, öğrendiklerini öğretmeye devam etmişlerdi. Fakat zaman içinde o yol önderlerinin adı etrafında masallaştırma, efsaneleştirme, asılsız söylencelerle yüceleştirme başlamıştır. O alçak gönüllü Allah dostlarının adına uydurulan övgüler, onları masal kahramanlarına döndürmüştür. ‘Keramet’ adıyla öyle hünerler yakıştırılmış, öyle düzmeceler döktürülmüş ki tam masal bulanıklığı içine gömülmüşlerdir. Aynı destan kahramanları gibi insanüstü güç sahibi olarak anlatılmışlardır. Hint, Fars efsanelerinde, Türk destanlarında, Yunan mitolojisinde; daha doğrusu bütün toplumların kültürlerinde var olan masal karakterleri haline gelmişlerdir. Kur’an’da apaçık söylendiği üzere, Hz. Peygamber “gaybı bilemez” ama evliyaullahtan olan bazı şeyhler, hocalar bilir, yapılmıştır. Elbette her yerde kendilerini uçurup kaçıran iddia sahipleri de türemiştir. Öyle ki, kıyametin kopuş tarihini bile bilip, açıkça ilan edenler olmuştur.
Günümüzde de böyle efsanevî şeyhler, efendiler, hocalar; İslâm toplumlarının ciddi problemidir. Videosunu seyrettiğim bir ‘keramet’ veya mitolojik güç sahibinin iddiası: Bir gece deprem olmuş, bulut gibi Manisa’nın üstüne geliyormuş. Bizim hazret “Duuur!..” deyip depremi durdurmuş. Bir daha gelmiş, bizimki yine durdurmuş ama üçüncü defa yine gelmiş. Dinleyicilerine anlatıyor: “O anda Allah, bana sordu: ‘Ne yapayım, doğuya göndereyim mi?’ Ben de ‘Gönder.” dedim ve Allah depremi doğuya gönderdi…” Eğer böyle olmasa, Spil Dağı şehrin üstüne çöküp abanacak ve zavallı Manisa’yı ezecekmiş. Bu adam, emekli imammış, ünlü bir cemaatin temsilcisiymiş. İnananlar buyursun…
***
Masallar gibi masum olmayan bir efsaneleştirme, bizim politik dünyamızda da doludizgin sürüp gidiyor.
Elbette siyasî kişilerin doğru sözlerini, faydalı hizmetlerini, dürüst tavırlarını takdir edecek, övecek ve alkışlayacağız. Ölmüş devlet adamlarını, siyasetçilerimizi de hizmetleri ve bıraktıkları güzel dersler için hayırla anacağız. Partilere üye veya taraftar, destekçi olacağız.
Bunların ötesinde hastalıklı bir hava, siyaset ortamını sislere boğmaktadır. Dün olduğu gibi günümüzde de parti liderleri hakkında, çevrelerindeki yalaka zümresi tarafından kaynatılan övgüler, masal kahramanları için söylenmiş olanlarla yarışıyor. Parti içinde ve basında yer tutmuş dalkavukların yanı sıra sosyal medyada boy gösterenlerle yalaka orduları daha da büyüyüp genişliyor. Bunların işi, liderlerini çağdaş masal kahramanları olarak anlatmak, bıkmadan anlatmaktır.
Yalakanın görevi, yal uğruna yağcılık yapmaktır:
Gürültülü lâf değirmeninde, cahili âlim diye anlatmak…
Hırsızı velî diye pazarlamak…
Cüceleri dev eylemek…