İletişim: omurpasha@hotmail.com
Fetiş, “kendisine tapınma duygusu ile bağlanılmış olan şey”; fetişizm ise bu “fetişe tapma biçiminde görülen dini uygulamalar” ve “batıl inanç sayılan derin saygı” olarak tanımlanmaktadır.1Bu yazıda kullanılan anlamı ise en çok sonuncusuna yaklaşmaktadır.
Türkiye, dört bir yanında türlü iç ve dış sorunlarla (Doğu Akdeniz, sığınmacılar, terör vb.) uğraşırken, barışı fetişleştiren boyuttaki “barış çığlıkları” ile cezbeye düşmüş bir kitlenin varlığı dikkat çekmektedir. Bu tip dönemlerde gerekli olan millî birlik ve beraberlik duyusu için tehdit teşkil eden bu “putperestlik”2, yarattığı millî güvenlik sorunu sebebiyle üzerine düşünülmeyi gerektiriyor.
Türkiye’nin Yunanistan ile yaşamakta olduğu Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz sorunları, barış fetişistlerinin çığlıklarının daha duyulur hale gelmesine zemin hazırladı. Türkiye özelinde bu olguya göz atıldığında, bu minvalde hareket eden kimselerin büyük çoğunluğunun Türklerin ve Türkiye’nin sorun yaşamakta olduğu “ötekiler”in incitilmemesi için azami dikkat gösterdiği görülmektedir. Diğer yandan yine büyük bir kesiminin Türk ve Türklüğe yönelik de bir “alerji” durumlarının yahut “barış” için Türk çıkarlarından feragat etme eğilimlerinin söz konusu olduğu söylenebilir.
Tarihe göz atıldığında, belirli bir toplumsal bağ (asabiyet) ile organize olmuş insan toplulukları3 arasında barışın mümkün olmadığı görülmektedir. İnsanların, kalabalık ve organize insan topluluğu meydana getirebilmelerini sağlayan bağlar kabile/aşiret, din ve milliyet asabiyetleri olarak sayılabilir. Organize her insan topluluğu kendi kimliğini, diğer insanlardan farklı olan özellikleri (kan bağı, inanç sistemi, dil, kültür vb.) üzerine inşa eder. Homo Sapiens, yüz binlerce yıl boyunca nüfusu birkaç düzineyle sınırlı avcı-toplayıcı kabileler halinde yaşamıştır. Bu örgütlü yaşam, türlü zorluklarla dolu bir dünyada fert olarak barınamayacak insana yaşama şansı vermiştir. Karşılaşılan en önemli zorluklar kuşkusuz beslenme ve barınma üzerinedir. Organize olmuş insan topluluklarının mevcudunu sınırlayan en önemli unsurlar da yine bunlardır. Sınırlı yiyecek kaynakları, büyük toplulukların oluşmasını tarım devrimine kadar imkânsız kılmıştır. Kabile halinde örgütlenmiş insanlar, sınırlı kaynaklar ve barınak alanları için “öteki” insan topluluklarına karşı her daim teyakkuzda olmak zorunda kalmışlardır. İnsanoğlunun 300 bin yıllık yaşamının en az 290 bin yılı bu şekilde geçmiştir.4 Dolayısıyla insanın içinde şekillendiği ortam bu ortam olmuş, evrimsel psikolojik mekanizmaları “ben/biz” ve “öteki”nin keskin sınırlarla ayrılmış olduğu bu şartlar altında gelişmiştir. Yüzbinlerce yıl süren kabîle örgütlenmesi döneminde insanın bilişsel psikolojik sistemine yerleşmiş olan bu “biz-öteki” ayrımı, tarım devriminden sonra ortaya çıkan devletler, dinler ve milliyetlere bağlı olgularda da kendisini göstermeye devam etmiştir. Halen de devam etmektedir. Çünkü bu durum insanın doğasının bir ürünüdür.
İnsanlık tarihi, barış dönemlerini kesen savaşlar değil savaşları kesen ateşkesler olgusu üzerine kuruludur. İki organize insan topluluğu arasında barış fetişistlerinin savunduğu türden ebedi barış mümkün değildir. Ancak ateşkesler söz konusu olabilir. Tarih, iki topluluk arasındaki gerçek barışın ancak diz çöküp boyun eğenlerle yapılabildiğini yazar. İki topluluğun karışarak yeni bir terkip meydana getirmesi (yeni ve özgün bir topluluğa dönüşme, yeni millet oluşumu), başarılı asimilasyon, topluluklardan birinin kırıma uğraması durumlarında kalıcı bir barış tesis etmek ancak mümkün olabilmektedir. Diğer türlüsüne yönelik hayaller etik açısından çok değerli olsa da ancak ütopya edebiyatına hizmet edebilecek bir gerçeklik payına sahiptir.
Ebedi olmasa da geçici “barış” (aslında ateşkes) dönemlerinin tesis edilebilmesi, her an savaşa hazır caydırıcı bir güce sahip olmakla mümkündür. Bugün uluslararası denge ve ilişkiler tamamen bu esas üzerine kurulu olup, bu durum görece uzun bir geçici barış döneminin yaşanmasını mümkün kılmıştır. Tarihte bunun benzerleri vardır. Hatta yakın tarihte de vardır. Ancak uzayan geçici barış süreçlerinin her birinin sonundaki patlama daha şiddetli olmuştur. 1814 yılındaki Viyana Kongresi’nden sonra, büyük güçler arasında kurulan geçici barış ortamının ardından patlayan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları böyle bir sürecin ürünüdür.
İnsanın doğası, “bana/bize karşı öteki” üzerine kurulu bilişsel sistemi; birer ideal olarak ortaya çıkan hümanizm, evrensel barış, silahsızlanma, etik vb. düşüncelerin önünde bir engel teşkil etmektedir. Dolayısıyla barış fetişistlerinin düşünceleri, gerçekleşebilme konusunda insan doğasına takılmaktadır. Burada yazılanlar, senin ideolojine karşı benim ideolojim meselesi değildir. Barışı idealist bir şekilde bağlamından kopararak, olabileceğinden daha yüce bir mertebeye oturtmaya çalışanların bilime ve mensubu oldukları insan topluluğuna karşı ideolojik duruşlarını tespittir. Zira mümkün olmayan ebedi barış için kendi kimliğinden, kültüründen, hakkından ve toprağından taviz verme boyutuna ulaşan bu yaklaşımlar; mensubu olunan topluluğun, bu sayılanları muhafaza etmek üzere organize olmasının önünde engel teşkil ederek, millî güç unsurları üzerinde zafiyet yaratma potansiyeline sahiptir.
Çatışmasızlık, ateşkes ve her kültürün varlıklarını devam ettirebildikleri ideal ebedi barış ortamı elbette insanlık için çok önemli ve kıymetli düşüncelerdir. Bunların düşünce, ideal ve ütopya olarak üretilmesinde ve tartışılmasında bir sakınca yoktur. Ancak devam eden oyunun kuralları henüz bu esaslar üzerine kurulu olmadığından, uluslararası ilişkilerde realiteden kopmamak gerekir. Mevcut şartlarda barış, ancak diz çöküp boyun eğenlerle mümkündür. Diğer çatışmasız dönemlerin ise geçici ateşkesler olup yeni çatışmalara hazırlık süreçleri olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Geçici ateşkes süresinin uzaması ise her an savaşa hazır olan ulusların sayısına bağlıdır. Bu süreçte zafiyet gösteren devletler ve uluslar, diğerleri tarafından tarih sahnesinden alınırlar.
Devletlerarası bölgesel veya dini ittifaklar bu konuda kafa karıştırmamalıdır. Birkaç devletin ittifak kurarak başka bir ittifaka karşı birleştikleri ve bir güç oluşturmaya çalıştıkları girişimler, geçici ateşkes sürelerindeki caydırıcılık endeksini yükseltme politikalarından başka bir şey değildir. Zira bu ittifaklar karşısındaki “öteki”yi yok ettikten sonra dağılır ve bir süredir dost görünenler tekrar düşmana dönüşürler.
Türkiye ve Yunanistan gibi aynı coğrafyada çıkarları çatışan devletlerarasında “barış” veya “komşuluk” edebiyatı, gerçeklikten kopuk bir hezeyandır. Tarihte en çok savaşanlar zaten aynı coğrafyayı ve o coğrafyanın kaynaklarını paylaşmak zorunda kalan komşu kabilelerdir, devletlerdir, dinlerdir, milletlerdir.
Ütopik dünya barışı için tüm insanlığın kendilerini “biz” olarak tanımlayabilecekleri bir “öteki”ye ihtiyaç vardır. Tüm insanlığı bir araya getirebilecek, farklı organize insan topluluklarını gerçek bir barış altında toplayabilecek tek şey budur. Dolayısıyla ütopya edebiyatının konusu olabilecek böyle bir durum, samimi bir şekilde şu an gerçekleşebileceğine inananların kutsiyet atfettikleri bir fetişten başka bir şey değildir.
[1] Çağbayır, Yaşar (2017). Ötüken Türkçe Sözlük (Cilt 2). İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş., ss.1974-1975.
2 Fetişin kelime anlamına ithafen benzetme yapılmıştır.
3 Organize olmuş insan toplulukları: Bahsi geçen olgular farklı örgütlenme düzeyi ve sosyal bağlara sahip olan kabile, din ve millet gibi oluşumları ilgilendirdiğinden bunlardan biri yerine daha kapsayıcı bir ifade olarak “organize insan toplulukları” tabiri kullanılmıştır.
4 Homo Sapiens’in, yaklaşık 10 bin yıl önceki tarım devrimine kadar olan yaşamı kastedilmektedir.