Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
1980 Temmuz’unda Uludağ’daydık. Bursa ve çevre illerden çağrılmış otuz beş Ülkücü arkadaşın katıldığı bir eğitim çalışması yapıyorduk. Katılımcıların çoğu memur ve öğretmen, bir kısmı da son sınıfta olan üniversite öğrencileriydi. Bir ay sürecek bir çalışmaydı. İlk hafta sonunda Ramazan ayına girilmiş, herkes oruç tutuyordu. Buna rağmen seminer programları yoğundu. Ankara’dan gelen MHP Eğitimciler ekibinden arkadaşlar ve bazı akademisyen dostlar, bir iki gün konuk oluyor, üstlendikleri konularda sunumlar yapıyordu. İftar sonrası ise sahura kadar süren renkli sohbetler kaynatılıyordu.
Çalışmanın son üç gününde rahmetli Türkeş de Uludağ’da, aramızda bulunuyordu. Eşi ve iki küçük çocuğuyla birlikte gelmişti. Hanımlar ve çocuklar için birkaç günlük bir yayla sefası için fırsat çıkarmıştık. N. Kemal Zeybek, bunun, bizler gibi adamların çilesine katlanan hanımefendilere sunulan güzel bir rüşvet olduğunu söylüyordu...
İkinci gün, Türkeş’in dört saat süren seminer programı sona ermiş, salonun yanındaki odada oturuyorduk. Uyguladığımız çalışmanın değerlendirmesini yaptık; ileride yapılacak buna benzer çalışmalar için bazı düşünceler sıraladık. Siyasî kadroların yetişmesinde önemli olan inceliklerden söz edilirken Türkeş bana bir soru yöneltti:
“Nehru, nasıl bir adamdı?”
Doğrusu soru hoşuma gitmişti. Nehru’yu biliyordum. Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi ve sonrasındaki hizmetleri konusunda epeyce bilgim vardı. Gandhi’nin önderliğinde yürüttükleri uzun bağımsızlık mücadelesini, o mücadelenin yol – yordam ve inceliklerini, özel bir merakla okumuş ve didiklemiştim. Birkaç cümleyle bunlardan söz ettikten sonra, sorunun cevabını düğümledim:
“Nehru, bir dava adamıydı. Defalarca hapse girmiş, on yıldan fazla hapis yatmış. Hindistan’ın bağımsızlığı için çileli bir hayat sürmüş ve sonunda başarıya ulaşmış. Bağımsızlık sonrası bu yeni devleti kurup biçimlendiren öncü liderdi. Kısacası, büyük adamdı...”
Türkeş, gülümseyerek başını salladı: “Evet, büyük adamdı...” dedi. Sonra anlatmaya başladı, biz de zevkle dinledik:
Türkeş, Milli Birlik Komitesi içindeki yarılma sonucu, 13 Kasım 1960’da yapılan iç darbeyle gözaltına alınmış ve Hindistan’a sürgün edilmişti. Sürgünün resmî sunumuyla, Delhi Büyükelçiliği’nde ‘müşavir’ olarak görevlendirilmişti. Burada zaman zaman gezilere çıkarak ülkeyi tanımaya çalışıyormuş. 1961 yılında bir eyalete gitmiş. O günlerde eyaletin büyük bayramı kutlanıyormuş. Vali, Türkeş’e sıcak bir yakınlık gösteriyor, resmi tören programının ardından yemeğe davet ediyor. (Ne yazık ki, eyaletin ve valinin adını unutmuşum...) Sohbet sırasında Türkeş, Hindistan hakkında düşüncelerini dile getiriyor:
“Hindistan, talihli bir ülke. Elbette önemli dertleriniz, problemleriniz de var. Ama Hindistan, coğrafya ve nüfus olarak büyük bir devlet. Bağımsızlığa kavuşalı henüz on beş yıl oldu ama önemli gelişmeler gösterdiniz. Hindistan’ın geleceği aydınlık... Üstelik başınızda Nehru gibi tecrübeli ve büyük bir devlet adamı var...”
Vali, başını sallayarak onun diplomatça sözlerine katılıyor, sonra da eliyle bir hareket yaparak “Nehru...” diyor, gülümsüyor ve derin bir iç çekişinden sonra devam ediyor:
“ Nehru, büyük bir siyaset ve devlet adamı. Fakat tam Banyan gibi bir adam...”
***
Banyan, Hindistan’ın tropik ikliminde yetişen bir ağaç.
Buda, Banyan ağacı altında ilâhî aydınlığa ulaşmış. Bu rivayet yüzünden Budistler arasında kutsal. Ayrıca, eşi benzeri görülmeyen bir tabiat harikası. Boyu, 25 metreyi buluyor. Dallarından kökler fışkırıyor, bu kökler yere ulaşıp toprağa işleyerek yeni kökleşme ve yeni gövdeler oluşturuyor. Böylece tek bir ağaçta binlerce ayrı gövde ortaya çıkıyor ve bu tek ağacın yayılıp gittiği alan on beş dönümü buluyor. Bu yüzden Banyan, “Tek Ağaçlık Orman” diye anlatılıyor. Hintliler, kutlu olduğuna inandıkları ve ilaç da elde ettikleri bu görkemli ağacı “Hayat Ağacı” diye anıyorlar.
Bu isim, oldukça çarpıcı: Çünkü Banyan, yayıldığı ve istilâ ettiği topraklarda başka bir bitkiye hayat hakkı tanımıyor, altında ne ağaç, ne ot yeşermesine izin vermiyor. Köklendiği yerdeki bütün bitkileri boğup yok ediyor...
***
Hintli valinin yaptığı benzetme ve Nehru hakkında verdiği hüküm, çarpıcıydı: “Banyan gibi adam...”
Türkeş, neşeyle anlattığı o sohbetten çıkan derin öğüdü vurguladı:
“... Biz, yarınki Türkiye için kadrolar yetiştirmekle görevliyiz. Elbette bu, zaman, sabır ve emek isteyen bir hedef. Her yerde, her alanda, her seviyede liderler yetiştirmeliyiz. Sürekli insan yetiştirmek, seviyeyi sürekli yükseltmek, en çok gayret edeceğimiz çalışma alanı olmalı. Hepimiz, her yerde, bizden sonra gelenlere yetişme ve gelişme imkânı vermeliyiz; önlerini açmalıyız. Banyan’a benzersek, bizden sonrakilerin yetişmesine izin vermezsek, o kadrolar oluşmaz. Bunun sonucu, kaht-ı ricâl ortaya çıkar... ”
***
Türkiye, iki aydan beri renkli ve harareti yüksek bir seçim dalgalanmasının içinde çalkandı. Akşamları televizyonda haberler ve bazı programlara kulak kabarttım. Parti başkanlarını, partilerin yönetici ve sözcülerini, ‘akademisyen’ kılığında parti borazanlığı yapmaya çırpınan allâmeyi ve ekranlardaki her şeyi bilen kadrolu cahilleri dinledim. Elbette sık sık ekrandaki boşboğazlığa daha fazla katlanamayıp, sözün yarısında cici bir iltifat savurup geçtiğimi söylemeye gerek yok. Herkes gibi...
Ara sıra da bir sorunun beynimi tırmalamasıyla kendi kendime sordum: Bunlar, bu seviyedeki politikacılar, bu parti sözcüleri, bu allâme ordusu nerede yetişti?
Bir türlü göğüsleyemediğim bu yakıcı sorunun cevabı, dün akşam aklıma damlayıverdi:
Banyan ağaçlarının altında!..
İyi de bu ağacın altında başka ağaçlar büyüyüp yetişemez ki...
Evet, Banyan’ın altında ağaç yetişmiyor ama yetişenler var:
Bazı arsız, asalak ve bücür bitki türleri, yosunlar...