Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Afrin harekâtı, adım adım yürüyor. Bölgedeki masum halka zarar vermeden teröristleri ayıklamak gibi inceliği olan bir askerî harekât için; sarp bir arazide, yıllardır hazırlanan direniş tahkimatı, adım başı kurulmuş tuzaklar arasında ilerlemek kolay değil. Günden güne ve sabırla, her tepe, her vadi, her köy, her tarla birer birer temizlenecek. Bunlar, bölgedeki en zor hava şartlarında, soğuk ve yağmur altında, çamurlar içinde gerçekleştirilecek.
Türkiye’de yürekler, Mehmetçikler için çarpıyor. Her gelen şehit haberiyle gönüller acıyla kavruluyor. Dualar, onlar için titriyor.
İlk andan beri biliyoruz ki, cephede bazı çocuklarımızı şehit vereceğiz. Anaların yüreği dağlanacak ve evlat acısıyla yanacaklar. Babalar metin olmaya, dik durmaya gayret edecekler ama içlerinde dağlar yıkılacak ve o dağların boşluğu asla dolmayacak. Kurban gidenlerin eşleri, her şeyin bir acı haberle solduğu o anı yaşayacak, sonra da boynu bükük, çaresizlik rüzgârına teslim olacaklar. Bazı körpe yavrular, babasız yaşanacak bir hayata ilk adımı atacaklar… “Keşke bunlar hiç olmasa!” diye içinden geçmeyen insan olabilir mi?
Dostum Necdet Hoca’nın oğlu da Afrin’de vuruşmakta olan subaylarımızdan, evlatlarımızdan biri. Necdet Ekici, öğretmen ve yazar olan bir arkadaşımız. Bir askerin yara bere içindeki ayaklarının fotoğrafını görmüş. Bunlar, oğlunun ayakları değil ama “Ne fark eder, hepsi bizim evlatlarımız!..” diyerek, içinde köpüren sızıyı ifade ediyor. Sonra da oğluyla telefonla yaptığı konuşmayı aktarıyor: “Baba, dedi. Dört günden beri potinlerimi çıkarmadım. Üzerimdeki elbise üç defa ıslandı, üç defa kurudu… Burada destan yazıyoruz. Biz iyiyiz. Annemin ellerinden öpüyorum…” Ateş hattındaki oğuldan bu sözleri duyan bir babanın ruh hâlini anlayabilmek kolay değil: “Kelimeler, ağzımda cam kırıkları. Baba yüreği işte... Sesim titremeden kapatıyorum telefonu…”
***
Bir yandan bunları yaşıyoruz, öte yandan bizim parti liderlerini, sözcülerini ve medyadaki kadrolu tartışmacıları dinliyoruz. Bir yandan Mehmetler için dua ederken, öte yandan ağzı bozuk politika erbabına sunturlu iltifatlar savurmaktan kendimizi alamıyoruz.
Afrin’de askerlerimiz kimlerle vuruşuyor? Daha dün, Kobani’de IŞİD tarafından kıstırıldıkları zaman kurtarmak için lojistik destek sağladığımız, yaralılarını Türkiye’ye taşıyıp tedavi ettiğimiz, Barzani peşmergelerini topraklarımızdan alkışlar içinde geçirerek desteklediğimiz terör örgütünün mensupları. PKK’nın Suriyeli elemanları. Yıllardır güneydoğuda ‘kökünü kazımaya’ çalıştığımız, Türkiye’ye saplanacak hançer olarak imal edilmiş emperyalizmin kanlı oyuncağı bir örgütün militanları. Elebaşlarını Türkiye’ye davet edip görüşmeler yaptığımız, son günlerde kırmızı bültenle aranan teröristler listesine aldığımız malûm çete… Şimdi Mehmetçikler, bu çeteyi yuvalandıkları Afrin’de yok etmeye uğraşıyor.
Son yıllarda Türkiye, iç ve dış politikada sert savrulmalar yaşıyor. Keskin dönüşler, tersine akışlar, sürekli kırılmalar içinde; ne yaptığı, ne yapacağı belirsiz bir siyaset, ağır bir tahribat yaratıyor. Durmadan çalkanan kanlı Ortadoğu denizinde; rotası, limanı, hedefi belirsiz seyreden bir gemi gibi yol almaya çabalıyor. En iyi tanıdığımız PKK / PYD gibi kan dökücü örgütler karşısında bile günü güne uymayan bir tutarsızlık sergiliyor. Bugün Afrin’i, buraya nasıl geldiğimizi, dünden bugüne Suriye, Irak ve bölge politikalarımızı konuşuyoruz. Bunlar, siyasî ortamlarda ve medyada enine boyuna tartışılması, tekrar tekrar değerlendirilmesi gereken derin dertler.
Bu tartışmaları, zıtlaşmaları, çekişmeleri ne zaman yapacağız?
Askerlerimizin dağlarda, balçıklı tarlalarda, yağmur altında, soğukta yol açmaya çalıştıkları sırada mı? Her adımda bombalı tuzakları temizlemeye didindikleri esnada mı? Yıllardır kazılmış tünellere, hendeklere, siperlere yuvalanmış; en modern silahlarla donatılmış, dünyanın en tecrübeli terörist örgütünü yerinden söke söke yürüdüğü günlerde mi? Şehit cenazelerinin ardı ardına geldiği, bütün milletin ciğerinin sızladığı, anaların feryadının göğe ağdığı sırada mı?
Bizim siyasi geleneğimizde partiler, parti liderleri ve sözcüleri ile bunların medyadaki sadık boşboğazları arasında hep var olan lâf yarıştırma hastalığı, son yıllarda gerçek bir üslûp zehirlenmesine tutuldu. Külhanbeyi ağzı ile meydan okumalar, sokak kaltağı gibi çemkirmeler, en bayağı sözleri sürekli birbirine sıvamalar, politik dil haline geldi. Birinin yaptığı küstahlığa, daha sivri bir küstahlıkla cevap vermek, ötekini bastırmak sanılıyor. Elbette bu azgınlık, karşı taraftan daha arsız bir azgınlığa yol açıyor. Liderlerde görülen bu ‘ağzının payını verme’ sanılan seviyesizlik, partilerin diğer temsilcilerine şiddeti daha da artmış olarak bulaşıyor. Televizyonlarda en hassas konuları tartışan siyasî sözcüler, yandaş gazeteciler, yandaş ‘bilim adamları’ da efendilerinden geri kalır mı?
Bu zehirli dil, en ciddi konular, devletin ve milletin kaderiyle ilgili önemli meseleler tartışılırken de kullanılıyor. Bugün Afrin’i de aynı dille konuşuyorlar. Sarhoş, namaza durmuş, bitirince Allah’a dua için ellerini açmış, vecd içinde gözlerini yummuş ve ta içinden kopan yanık sesiyle ağzı açılmadık keskin küfürler döktürmeye başlamış. Birilerine söve söve, onları kahretmesini Allah’tan niyaz etmiş… Bu sarhoşun duası, bizim politik şarlatanların nutuklarından çok daha masumdur. Çünkü samimidir, söverken hesapsızdır. Bu taşkın halinde ağzından saçılanlar, başka insanları zehirlemiyor, beyinleri ve ruhları kirletmiyor.
*
Ortadoğu’nun manzarası gösteriyor ki Türkiye, büyük belâların eşiğinde. Afrin’de yaşananlar, bu belâ yangının içinde küçük bir kor parçası.
Mehmetçik Afrin’de, Türkiye’yi, Türk milletinin tarihini ve geleceğini savunuyor.
Bazı Mehmetler, bayrağa sarılı tabutlar içinde baba ocağına dönüyor.
Ve analar ağlıyor…
Gökten zembille inmiş böyük siyasetçilerimiz ve onların mukallitleri, hiç olmazsa böyle zamanlarda dillerine birer süzek taksalar ve sözlerini süzseler…