Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Türkiye, yaşadığı coğrafya, sahip olduğu tarih ve devraldığı miras sebebiyle büyük sorumluluk taşımaktadır. İlk ortaya çıktığı topraklardan çeşitli nedenlerle batıya doğru ilerleyen Türk milletinin, batının en ilerisindeki uçbeyi olan Türkiye’nin Türk dünyası için taşıdığı değer her gün biraz daha atmakta ve hayatileşmektedir. Türkiye, şimdi Türk dünyasını oluşturan coğrafya üzerinde yıkılan köprüleri onarmak, kırılan kalpleri, incinen gönülleri birleştirmek; birlik idealini, ateşini yeniden alevlendirmek durumundadır. Bu tarihi ve etik bir gerekliliğin yanı sıra beka meselesidir. Türkiye’nin ve tüm Türk devletlerinin, aynı zamanda Türk topluluklarının varlığını sürdürmesi bu birliğe bağlıdır. Rahmetli Turan Yazgan hocamızın ifadesi ile ‘Allah’ın Türklere bahşettiği bu topraklar’ büyük zenginlikler ve kaynaklar içermektedir. Bu zenginliğe göz koyan, onu Türk’e yar etmek istemeyen kuvvetler her zamankinden çoktur. Tanrının Türk’e verdiği bu nimetlerden Türk’ün yararlanmasının tek yolu birlik olması çevresindeki ateş çemberini kırması, yeni Ergenekon’undan başı dik çıkabilmesidir. İsmail Bey Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, iş’te birlik” şiarı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını ekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” sözleri hala muhataplarını beklemektedir. Atatürk’ün gösterdiği siyaseti zamanında gerçekleştirememiş olmamız, yeniden adım atmamamız anlamına gelmez.
Tam da bu noktada uluslararası ilişkilerin nispeten yeni kavramları karşımıza çıkmaktadır. Yumuşak güç ve kamu diplomasisi bize manevi köprüleri, tarih, dil ve gönül köprülerini kurabilmek; var olan patikaları otoban haline getirmek imkânı sunmaktadır.
Güç, istediğimiz çıktıları elde edebilmek için diğerlerini etkileme yeteneği olarak tanımlanabilir. Güç kavramı uluslararası ilişkilerde genel olarak bir ülkenin diğer bir ülkeyi kendisinin isteyip, onun istemediği bir davranışı yaptırabilmesi anlamına gelmektedir. Bu güce ‘sert güç’ denilebilir. Nye, eğer bir ülke kendi istediği şeyi, diğer ülkenin de istemesini sağlayabilirse, yaptırmak istediği şey için o ülkeye zor kullanmasına gerek yoktur diyerek(2) yumuşak gücün mantığını anlatmaktadır.
Yumuşak gücün başlıca kaynakları arasında bir ülkeyi diğer ülke nezdinde çekici kılacak değerler, kültür, kurumlar ve politikalar bulunmaktadır.
Kafkasya’da yaşanan ve gelecek 20 -30 yılda da yaşanmaya devam edecek olan gelişmeler Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Bölgedeki güç mücadeleleri ve bunların muhtemel sebepleri arasında geçmişteki yanlış uygulamaların ciddi payı bulunmaktadır ve bugün sıkıntı yaşayan halklar sorunun kaynağına odaklanıp analiz yapmaktan ziyade güncel etkilerle tepkilerini kendisine benzeyen ve bölgenin otantik halklarından olan gruplara yöneltebilmektedirler. Bu durumu fazlasıyla Kuzey Kafkasya’da gözlemlemekteyiz. Buradaki her bir Halk Rus çarlığıyla başlayan ve Sovyet rejimi ile devam eden kayıplarının telafisi içindedir adeta. Bu durum bölgenin halkları için müthiş bir rekabeti doğurmaktadır. İlginçtir bu sorunların çözümünde otoritelerine dönülmektedir. Sonuçta bu Rusya için ben bölgede olmasam burada kan gövdeyi götürür ben hakemlik bir şekilde yine sorunları doğuran “Rusya’sız olmanız mümkün değildir”e gelmektedir. Oysa çok değil 19. yüzyıl ortalarına kadar bölge halkları için korporatif bir kimlik söz konusu idi. Bu kimlik onlarca halkı etnik ve dilsel kimliklerin farklılığına rağmen bir arada tutan çimento idi. Bu kimliği oluşturan modellerden önceliklisi İslam kimliği bağlamında ümmetçilik idi.(3) Bir diğeri bütün alt grup kimliklere rağmen herkesi benzeştiren ortak yaşam biçimi idi. Bir diğeri ise öncelikle entelektüel kesimler ve âlimler için olmak üzere ortak bir alfabe ve dil (Türkçe ve Arapça) idi.
Çarlık döneminde etnik kimliklerle savaşılıp boyun eğdirilmeye çalışırken Sovyet dönemi büyük ölçüde bu kimlikleri farklılaştırmak ve milletleştirmek çabası içerisinde oldu. Kimlik tanımlamalarında bu mikrolaşma yaşanırken Sovyet vatandaşlığı altında Rus kültür ve diliyle makrolaşma yaşandı. Yani her bir etnik gruptan Sovyet vatandaşı kendi bölgesinden dışarı çıktığında ve eğitim alıp modernleştiğinde bunu Rus dili ve kültürü vasıtasıyla yapıyordu. Sovyetler Birliğinin çözülmesi beraberinde yoğun ve çok yönlü bir nüfus hareketliliğini başlatmıştır. Kafkasya bölgesi de bundan nasibini fazlasıyla almıştır.
Türkiye bölgede kendisi için olumsuzluk göstergesi olan bu faktörler karşısında önlem almalıdır. Bölgede yeniden Kafkasyalılık korporatif kimliği oluşturulabilir. Bölge halklarına gerginlik ve çatışmaların sürdürülebilir olmadığı ve sadece yaşam kalitelerini düşüreceğini anlatan film ve belgeseller hazırlanabilir. Bölgenin eski ortak iletişim dili olan Türkçenin yeniden bölgede öğretilme çalışmaları ve Yunus Emre Türk Kültür Merkezlerinin açılması ile sağlanabilir. Kumuk Türkçesi 19. yüzyılın sonlarına kadar Kuzey Kafkasya’da lingua franca vazifesi görmüştür.(4) Hatta Türk dilinin Dağıstan’da ortak iletişim dili olarak kullanımı 1930’lara kadar sürmüştür.(5) Bu tarihi ve kültürel altyapı kullanılarak Türkçe ile insanların tıpkı ataları gibi kaynaşmaları sağlanabilir.
Kamu politikasının önemli bir unsuru olan değişim programları geliştirilmelidir. Özellikle öğrenci değişimi tek taraflı değil karışlıklı yapılmalıdır. Bu programlar bürokratik karmaşadan kurtarılmalı, hedefleri ve kapsamı iyi belirlenmelidir. Mevlana programı geliştirilmelidir. Türkiye’ye gelen öğrencilerin özellikle Türk dili eğitimi alması sağlanmalı, bölge ülkelerindeki üniversitelerde Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması desteklenmelidir. Mezun öğrencilerle irtibatın devamı sağlanmalı, bunların kamu diplomasisinin hedefleri doğrultusunda birer baskı grubu oluşturmalarının imkânları aranmalıdır.
Yumuşak güç savaşlarında başarılı olmak için uygulaması gereken bazı prensipler vardır. İlk olarak yumuşak güç olduğundan büyük gösterilmemeli, gücün gelişimi sürecinde bölge ile ilgilenen diğer güçleri rahatsız edecek açıklamalardan kaçınılmalıdır. Gücün olduğundan büyük gösterilmesi rekabet içinde bulunulan diğer güçler tarafından hedef haline getirilmesine neden olabilir. Bu güçler kendi çıkarları aleyhine gelişen yumuşak gücün etkilerini azaltmak için yumuşak güç savaşlarına başvurabilir. Yumuşak gücün gelişim aşamasında işbirliği süreçlerine önem verilmeli, çatışma ve gerilimlerden kaçınılmalı, ortaya çıkan sorunlar diyalog ve müzakerelerle çözülmeye çalışılmalıdır.(6)
Türkçenin etkinliğini artıracak bir diğer ciddi unsur Türkiye ve Kafkasya arasındaki sistematik turizm faaliyetlerinin başlatılması olacaktır. Bunun talep alt yapısı hazırdır. Ülkemizde yaşayan milyonlarca Kafkas kökenli bu faaliyetin öncülleri olabilir. Turizm faaliyeti kültürel ve dilsel etkinliği artırırken bir yandan da görece yoksul olan bölgenin ekonomik aktivitesini artıracak ve yöre halklarının refahını olumlu yönde etkileyecektir.
(1) Bu yazıda kullandığımız bilgilerin öneli bir kısmı Yrd. Doç. Dr. Ayhan Nuri Yılmaz’la yaptığımız yumuşak güç ve kamu diplomasisi çalışmalarına (makale, kitap, bildiri vs.) dayanmaktadır. Dolayısı ile kendisine katkılarından dolayı teşekkürü borç bilirim.
(2) Joseph Nye, Amerikan Gücünün Paradoksu, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 10- 11.
(3) Jale Garipova, “Sovyet Sonrası Türk Cumhuriyetlerinde Dil Politikası, Dil Davranışı ve Ulusal Kimliğin Gelişim Süreçleri”, içinde Sema Aslan-Rena Salehova (Der), Sovyet Sonrası Dönemde Türk Dilli Halklar Dil Sorunu Yeniden Biçimlenen Kimlikler, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 2012 s.14-15.
(4) Zeynel Abidin Besleney, “Sovyet Sonrası Dönemde Kuzey Kafkasya”, içinde Mustafa Aydın (der), Kafkaslar Değişim Dönüşüm, Nobel Yayınları, Ankara, 2012, s.118.
(5) Ali Asker, “Halklar ve Diller Labirenti Dağıstan”, içinde Erhan Büyükakıncı- Eyüp Bacanlı (Edts), Sovyetler Birliğinin Dağılmasından Yirmi Yıl Sonra Rusya Federasyonu, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 2012, s.574.
(6)Atilla Sandıklı, Türkiye’nin Jeopolitiği: Yumuşak Güç Savaşları ve Terörizm, BİLGESAM Yayınları, İstanbul 2015, s. 82-83.