Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
‘O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme’ dedi.
Âsım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
M. Akif Ersoy
Ey Kahramanmaraş’ın kahraman evladı Şehid Orhan Sürmen! Sen ne bahtlı bir kul imişsin ki, yüz yıl sonra Çanakkale Zaferi’ne ithaf olmuş bir şiirin mısraları senin azmin, din ve bayrak sevgin karşısında tekrar dile geliyor. Hem de Mart’ın 18’ine bir kaç gün var iken.
Sen ki, Mushaf’ı kaldırırken ruhun Hüda’nın katına yükseldi. Dinin, vatanın, bayrağın ve kitabın kutsaliyeti bizlere bir defa daha nakşedildi.
Sen ki, ordunun İslam’a hizmetini, neferin vatan sevgisini, milletin yaşatma azmini bizlere hatırlatıp tebessümlü fotoğrafların ardına gizlendin.
Haşa! Sen gitmedin bu dünyadan, evvel aileni sonra ordunu bırakıp; sen bir ruh oldun kısmı-ı şüheda ile semada, bizleri çepeçevre sarıp.
Sana selam olsun ey şehit! Şehadetin tastamam kabul, makamın Rasulullah’ın sağ yanı olsun.
Savaşın hukukunu bilmesini bekleyemezsin, beşerin hukukunu kavrayamayandan. İşte böyle bir mücadele memleketimin mücadelesi. Afrin deniyor savaşın alanına, televizyonlarda onlarca yorumcu haritalar üzerinden taktik analizlerini, uluslararası kamuoyu denen ‘medeniyet’ postlu tek dişi kalmış canavarın reaksiyonlarını inceliyor. Vatan evlatları, zalimin uşakları eline esir olmuş mazlumları kurtarmaya giderken bir bir toprağa düşüyorlar. Hepsinin ayrı hikâyesi, hepsinin ayrı bir hayatı, hepsinin ayrı bir şehit oluş hikâyesi var. Muharip askerlerimizin de her birinin ayrı hikâyesi var yaşama tutunmak için. Beş santim ile hayata tutunanlar, keskin nişancı ateşinden son anda kurtulanlar ve daha nice alınacak nefesi olduğu için anasına, babasına, evladına ve eşine bağışlananlar…
Orhan’ın hikâyesi de o binlerce hikâyeden birisi. Talas Savaşı’ndan itibaren Allah’ın rızası için vuruşan bu dünyadan gelmiş göçmüş milyarlarca Türk’ün cenk hikâyelerinden birisi hem de. “Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” diyerek Müslüman toprağını müdafaa eden dedesinin hissiyatı ile “Allah’ın kelamı yere düşmez en yukarıya taşınmalı” diye Avrupa önlerinde cenge tutuşan ceddinin hassasiyetini, Misak-ı Milli toprağına taşıyan bir neferin hikâyesi yani.
Ben bu yazıyı yazarken bir yanlışı düzeltmek için ‘dil ile’ ya da ‘buğz ederek’ düzeltme çabasına giriştiğimin farkındayım. Lakin bugün Tillerson gitmiş Pompei gelmiş; hani Türkiye ABD ile protokolde antlaşmıştı Fırat’ın doğusunun temizliği için, “şimdi ne olacak?” sorusuna cevap aramak hiç içimden gelmiyor.
Türkiye, Kurtuluş Savaşı’na müteakip Hatay meselinde siyasi, Kıbrıs ve terör meselelerinde askeri, Kore, Kosova, Afganistan ve Aden Boğazı meselelerinde ise uluslararası hassasiyetlerden mütevellit bir dizi çözümün öncü unsuru olmuştur. Ordu-harekât ve siyasi karar alma bilincinin üst seviyede olduğu bu dönemlerde işte nice Orhanlar çıkmış, bu milletin ne uğruna nefes aldığını bizlerin kalbine mıh gibi çakan şehadetleriyle bizleri daha da kenetlemiştir. Şehit Orhan Sürmen ise ‘şimdi ne olacak?’çılara en güzel cevabı verip, madden aramızdan ayrılmıştır.
Türk devleti hiç bir siyasi anlaşmazlığın girdabına düşmeden nasıl Afrin operasyonunun ilk günlerinde ABD oyalamasına kapılmadıysa Afrin doğusunda da ABD Dışişleri Bakanlığı değişiminden etkilenmeyecektir. Girmeyin, giremezsiniz ve girince ne olacak diyenlere rağmen bu kutlu ordu hem bölge insanın yaralarına merhem olmakta hem de kontrol altına aldığı bölgelerde huzur ortamını tesis etmek için hızla çalışmalar yürütmektedir. Türk siyasetinin ve ordusunun net mesajını toplum olarak da düzgün okumamızda fayda vardır. Bu milletin bir hedefi, bir yolu var. Bizimle birlikte hem insani değerlere hizmet edecek hem de Türkiye’nin hayati maslahatlarına saygı gösterecek herkes yürüyebilir. Aksi takdirde hak bildiğimiz yolda kendi başımıza yürümeye gücümüz de cesaretimiz de ümmetin duaları da yeter.