Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Zor oyunu bozuyor değil mi? Bu köşede takriben iki aydır Ortadoğu’nun kuzeyinin istikrara kavuşması adına bölge devletlerinin “devlet aklı” ve milletlerin karşılıklı saygınlığına dayanan adımlar attığından bahsediyordum. Bilhassa Irak seçimlerinin neticesinden ve Türkiye’nin Kuzey Suriye’de kalıcı bir güç olduğunu ispatlamasından sonra bölge dışı aktörlerin yeni stratejiler izlemeye muhtaç kaldığını ayan beyan görmekteyiz.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye ve ABD Dışişleri Bakanlarının gerçekleştirdiği toplantı sonrası Fırat’ın batısını ilgilendiren önemli bir neticeye varıldı. 90 gün içerisinde Membiç’i boşaltacak olan YPG’li teröristlerin yerine bölge kontrolü, Türkiye denetiminde yerel halka bırakılacak. İdlib’deki 12. gözlem noktasının ardından ciddi bir güç unsuru haline gelen Türkiye, gerek Fırat Kalkanı gerekse Zeytin Dalı operasyonlarının ardından bölge halkına verdiği güven ile de Suriye karmaşasında yapıcı bir aktör olarak parlamakta. Efendim, cümleler fazla süslü gelebilir lakin benim ne buraya yazdıklarım ne de hissiyatım o toprakları kanlarıyla sulayan Mehmetçiğin fedakârlığına ve böylesi cesur kararlar ile ‘vefalı Türk’ü hem hadim hem de hâkim kılan devlet idaresinin hakkını vermeye yetebilir. Kimse kusura bakmasın, büyük devlet olmak hatalardan ders çıkararak bunları tekrar etmemeyi de gerektirir. Düne kadar yapılan pek çok yanlışın son bir iki yılda hızla kapatılmaya çalışıldığını görmek bizi ümitvar kılmalıdır.
____________________________
Tarih: 10 Mart 2018…
Irak kuzeyi Hakurk, Zap, Gara, Metina ve Avaşin-Basyan bölgelerinde, üs bölgelerimize saldırı hazırlığında oldukları tespit edilen teröristlere yönelik icra edilen hava harekâtında 18 hedef imha edildi.
İşte bu haberle artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir döneme girmiştik. Belki de bu gün tarihin seyrini değiştirecek adımların başında gelecek ve biz üç aydır sessiz ve derinden yürütülen bir operasyonun sonunda terör belasından neredeyse top yekûn kurtulacağız. Evet, Haziran başlarında ekranlarda daha geniş yer bulmaya başlayan ve Kandil Dağı’nın ele geçirilmesi ile şekillenecek olan bu harekât, belki de teröre karşı indirilmiş en büyük darbe olacak. Terör yuvalarının tek tek imha edildiği haberi her gün medyamızda karşınıza çıkıyor değil mi? Dahası iş makinalarıyla nasıl Suriye içerisinde mevzilenilmişse aynı karar ve disiplinle askeri üsler inşa edilmeye başlandı. Kara ve hava unsurlarıyla mübarek Ramazan günü terörün kökünü kazımaya yemin etmiş ordumuza da Allah yardım eylesin.
Efendim, gelelim bu neticelerle alakalı olarak yapılan yorumlara. Seçim yaklaşmasından mütevellit Kandil operasyonu başta HDP olmak üzere pek çok muhalif çevrede tepki ile karşılanmaya başladı. Bunun da ötesinde önceki yıllarda milliyetçi söylemleriyle tanınan siyasetçilerden de “Edirne’ye Enver gireceğine Bulgar girsin.” sözüne taban tabana uyan açıklamalar gelmeye başladı. Burada hiç bir siyasi partinin menfaatini korumadım ama 10 Mart’tan itibaren Irak’ın kuzeyinde olan ilerleyişi görmezden gelmek ve bunu acizce bir seçim argümanına dökmek, bence bu vatana yapılacak en büyük kötülüklerden birisidir. Neyse ki geçtiğimiz günlerde Kemal Kılıçdaroğlu 48 saat içerisinde Kandil operasyonuna karşı olan açıklamalarından vazgeçmiş ve bu hatadan dönmüştür. Darısı memleketin salahiyetini düşündüğünü iddia eden siyasetçilerin başına.
____________________________
Sözü uzatmayı sevmeyen birisiyim ama bu sefer üstüne basa basa uzatacağım. Bu kısma Türkiye’deki ilk diplomalı İsrail uzmanı olarak başlamak istiyorum. Evet sayın abicim, ablacım bu işin mektebini Kudüs Ibrani Üniversitesi’nde İsrail Çalışmaları üzerine okuduk. Ha evveliyatı da Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırma Enstitüsü ama hadi onu saymayalım. Neyse bu hafta İsrail’e değinmeyi düşünmüyordum lakin sosyal medyada görmekteyim ki bilhassa Mayıs ayından itibaren Gazze’de yaşanan gelişmelere karşı Türkiye’nin gösterdiği tavrı siyasilerden mütevellit samimiyetsiz görenler olmuş.
Siz de takdir edersiniz ki, Filistin’de bir insanlık dramı var. Ve Türkiye’nin her yaşanan olayda uluslararası kamuoyu nezdinde koymuş olduğu ciddi şerhler var. Yok efendim İsrail ile ticaret neden artıyormuş, vay efendim İsrail ile diplomatik ilişkilerimiz neden devam ediyormuş, Türk hükümeti bu meseleyi iç siyaset malzemesi olarak kullanıyormuş…
-muş eki dolu cümlelerin ve analizlerin sonu gelmiyor. Bir bakıyoruz kronolojik ilişkiler cetveli sıralanıyor bir bakıyoruz söylem karşılaştırması yapılıyor. Peki kardeşim hükümet yaptığı hareketlerde samimiyetsiz de Türkiye-İsrail yakınlaşması sonrasında Gazze ve Batı Şeria’ya yatırım şansı yakalayan Türkiye’ye ilk kim teşekkür etti biliyor musun? Ben söyleyeyim. Mavi Marmara meselesinin bu şekilde çözülmesi İsrail kamuoyunu darmadağın ederken Türkiye’ye ilk teşekkür HAMAS tarafından takdim edildi. Her yere yazıyorsunuz İbn-i Haldun’un “coğrafya kaderdir” sözünü, lakin bilinmeyen coğrafyalar hakkında konuşmak kedere sebebiyet verebilir bunu da unutmayalım. Belki bir fikir vermesi adına şu bilgi notunu ekleyeyim: Filistin devletine giren ticari mallardan tutun da insani yardım malzemelerine aklınıza gelecek her şey İsrail gümrüğüne tabidir. İsrail gümrüğü ise sadece İsrail devleti ile diplomatik ve ticari ilişkisi bulunan devletlerin yararlanabileceği bir kurumdur.
Batı Şeria dünyaya Gazze’den daha açık bir bölge olmasına rağmen Gazze’nin Refah kapısı Mısır’a üç ayda sadece üç gün açılır. Günde 6 saat elektriğin olduğu, fakirliğin had safhada, tıbbi yeterliliğin insani ihtiyaçların çok altında kaldığı bu bölgeye sadece Türkiye değil pek çok ülke de yardım eder. FAKAT! İslam âleminden Mescid-i Aksa’yı ziyaretten tutun da Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlilere dünya kamuoyu önünde daha güçlü destek veren/verebilecek bir başka ülke yok maalesef. Bütün bunlar bir araya gelince Türkiye’nin neden diplomasi unsurlarını sonuna kadar işlettiği ve hem İsrail politikalarına karşı dururken hem de Filistinlilere yardım edebilecek yolları tıkamadığı daha anlaşılır haldedir inşallah.
Evet, Türkiye haklı bir tavır ortaya koyarken masayı deviren taraf olmamasının neticesini “yumuşak güç” unsur olarak bölgede yerini sağlamlaştırarak alıyor. Hani şu denetlenmesi(!) vaad edilen TİKA var ya, 2005 yılından günümüze kadar bölgede göstermiş olduğu faaliyetler kapsamında Batı Şeria’da 173, Gazze’de 113 ve Kudüs’te 83 projeyi hayata geçirmiştir. Toplam 349 projenin 83’ü sosyal altyapı, 64’ü idari altyapı, 52’si eğitim alanında, 46’si bölgenin acil ihtiyaçları üzerine, 38’i sağlık alanında, 25 tanesi üretim sektörü, 25 tanesi su ve arıtma altyapısı ve 21 tanesi de Kudüs’teki tarihsel-kültürel restorasyon çalışmaları üzerinedir. Toplam maliyeti 30 milyon dolar civarında olan bu projelere Türkçe’nin Arap gençleri arasında yaygınlaştırılması, Filistin’deki okullara ikinci yabancı dil olarak Türkçe’nin getirilmesi ve Filistin üniversitelerinde açılan Türkoloji bölümlerini de ekleyebiliriz.
Ben bunları zaman zaman zaten bölgenin tansiyonu yükseldikçe yazıyorum. Lakin seçim arifesinde Sezar’ın hakkını Sezar’a vereceksek, Türkiye bölgede yaptığı hamleleri diplomasi ve kamuoyu gücünü aynı anda harekete geçirerek başarmaktadır. Bir siyasi parti genel başkan yardımcısının “bari Kudüs’teki başkonsolosumuzu çağıralım” diyerek aslında kast ettiği kişinin Filistin nezdindeki büyükelçimiz olduğundan bihaber olması gibi ortalıkta hali hazırda dolaşan yanlış veriler giderek artıyor. Seçim sürecinde ise sapla saman hiç olmadığı kadar birbirine karışıyor. Bunu da kendime bir görev addederek sizlere aktarmak da bir nevi sorumluluğum. Zira o bahsettiğim diplomayı Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölge uzmanı yetiştirme programı bursu sayesinde almış biriyim ve kendi milletime doğru bilgi verme sorumluluğum her şeyden öte.
Mübarek Ramazan bayramınızı tebrik ederim.