Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Güçlenen Bir Ekonomi: Çin
Geçen yazımızda yeni avrasyacılık kavramından bahsetmiştik. Güzel yorumlar ve geri beslemeler aldım.
Rusya yeni avrasyacılık akımını işlerken peki Çin ne yapıyor? Bölgede komunizm hakimken her şey çok yolundaydı, yaklaşık 1,4 milyarlık nüfusuyla ejder uykudaydı. Uykudaki ejder gerek derin tarihi ve kültürel mirasıyla, kendini zor geçindiren ekonomisiyle dünya için bir tehdit teşkil etmemekteydi.
21. yy Çin’i ise gerek nüfusuyla gerek giderek büyüyen ekonomisiyle, gerek tarihi ve kültürel mirasıyla gerekse yeni yayılmacı siyasetiyle günümüz dünyası için bir tehdittir.
ABD’li uzmanlar Çin için beş kriz bölgesi (Mançurya, Tibet, Doğu Türkistan, Hong Kong, Tayvan) stratejisini geliştireli çok oluyor. Fakat günümüzde bu stratejinin gelişen Çin ekonomisi için siyasi kriz senaryolarından öte bir gerçekçiliği tartışma konusu.
Çin’in 1970’lerin sonlarında başlattığı geniş çaplı reform hareketi önemli ilerlemeler kaydetmiş ve Çin ekonomisinin yaklaşık son otuz yılda düzenli olarak büyümesini sağlamıştır. Bu reform hareketi sadece planlama ekonomisinden piyasa ekonomisine geçişi değil aynı zamanda ekonomik yapıda ve ekonomik büyüme modelinde de dönüşümü ifade etmektedir. Gerçekleştirilen ekonomik reformların önceliği, işsizliği kontrol altında tutabilecek şekilde bir ekonomik büyümeyi sürdürmek ve Çin halkının yaşam standardını arttırmak olarak belirlenmiştir. Bunu gerçekleştirirken de temel hedef enflasyonu makul bir düzeyde tutmaktır.
Çin’in çok hızlı ekonomik büyümesinin arkasında yatan iki temel faktör olduğu kabul edilmektedir: Bu temel faktörlerden ilki; ağır sanayi ve altyapı gibi ulusal tasarruflar ve yabancı yatırımlarla finanse edilen büyük ölçekli sermaye yatırımlarıdır. Çin’in kalkınması, endüstriyel üretimin yanında modern otoyollar, limanlar ve telekomünikasyon tesislerinin oluşturulmasıyla hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Endüstriyel üretim ve altyapı yatırımları, Çin’in hala GSYİH büyümesinin en önemli kaynağıdır. GSYİH büyümesini sürdürmede, özellikle çelik, petrol ve kimyasal madde üretimi gibi kamunun ağırlıkta olduğu endüstriyel sektörün de pozitif bir katkı yaptığı söylenebilir. İkinci temel faktör ise üretim sektöründe ucuz işgücü kullanımı ve hızlı verimlilik artışıdır. Düşük ücretli işgücü, ileri teknoloji ve sermaye (doğrudan yabancı yatırımlar) bir araya gelerek Çin’i dünyanın düşük maliyetle üretim lideri haline getirmişlerdir.
Küresel krizin Çin üzerine etkileri Japonya, Almanya, İngiltere, diğer belli başlı endüstrileşmiş ülkeler ve ABD’ye olan etkilerinden çok daha azdır. İngiltere ve diğer büyük endüstrileşmiş ülkeler negatif büyüme deneyimi yaşarken Çin, artış hızı düşse de büyümeye devam etmiştir.
Günümüzde yalnızca kendi iç talebinin bir kısmını karşılayabilecek kısıtlı miktarda petrol üretebilen Çin, hem mevcut ekonomik yapısını korumak hem de kalkınmasını sürdürmek için kesintisiz bir biçimde enerji temin edeceği kaynaklara ulaşmak durumundadır. 2003’ten beri dünyanın en fazla petrol tüketen ikinci ülkesi olan Çin, günümüzde petrol ihtiyacının üçte birini dış ülkelerden karşılamaktadır ve bu oranın 2020 yılında yüzde 50’ye ve 2030 yılında yüzde 80’e çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle, ülke ekonomisini ayakta tutacak olan güvenilir petrol kaynaklarına ulaşmak Çin dış politikasının ana hedeflerinden biridir.
Çin’in petrol ithal ettiği ülkeler incelendiğinde oldukça geniş dağılımlı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Çin, Orta Doğu, Orta Asya ve Latin Amerika ülkelerinden petrol ithal etmektedir. Ancak ülkeye giren petrolün yüzde 51’i özellikle Suudi Arabistan, Kuveyt ve İran gibi bölge ülkelerinden temin edilmektedir. Bu nedenle Orta Doğu bölgesi Çin’in enerji kaynaklarına yönelik ürettiği dış politikada hayati bir konuma sahiptir. Enerji politikası dışında bölgenin Çin açısından diğer bir önemi de Orta Doğu’nun Müslüman ülkeleri ile iyi ilişkiler kurarak Doğu Türkistan bölgesindeki ayrılıkçı olduğunu iddia ettiği ve sürekli ezdiği Doğu Türkistan Türklüğünün dış desteğini kesmektir.
Enerji kaynaklarına ulaşım açısından Orta Asya bölgesi de Çin için önemlidir. Bu bölgede ABD’yi jeopolitik bir rakip olarak gören Çin’in Orta Asya politikası, daha geniş stratejik yaklaşım içinde, ABD’ye karşı çok kutuplu dünyanın yaratılması çabasıdır. Çin’in bölgeye yönelik politikası iki temele dayanmaktadır: Birincisi bölgedeki milliyetçi akımların uyanmaması, çünkü bu tür hükümetler Çin’deki ayrılıkçı Uygurları destekleyebilir, ikincisi ise ABD’nin bölgeden uzak tutulmasıdır. Ayrıca Çin, bölgenin enerji kaynaklarına ulaşmada bir zorlukla karşılaşmamak için Orta Asya’da bir çatışma veya kriz durumunun oluşmasını önlemek istemektedir. Böylece, Orta Asya ülkelerini Çin pazarına ticari ilişkilerle bağlamak istemektedir.
Dış politika dışında savunma ve güvenlik politikası anlamında da atılımlarda bulunan Çin, savunma bütçesini önemli oranda arttıran ülkelerden biridir. Pekin, savunma harcamalarını % 17,7 oranında arttırdığını yani yaklaşık 19 milyar Euro’ya çıkardığını açıklamıştı. Ancak Batılı uzmanlar gerçek harcama miktarının açıklananın iki-üç katı olduğunu savunmaktadır. Öte yandan 1964 yılından beri nükleer klübün resmi üyesi olan Çin, bu alanda da askeri kapasitesini özellikle savaş gemisi ve denizaltı takviyesi ile arttırmaktadır.
Günümüzde Çin, ekonomik ve siyasi gelişimlerini tamamlamak adına büyük ölçüde dış yardıma ihtiyacı duyan Güneydoğu Asya ülkelerine yapılan ekonomik yardımın ve ticari yatırımların ana kaynağı olarak tanınmaktadır. Çin bölgeyle ilişkilerinde kültürel öğeleri de çok iyi kullanmaktadır. Huaren denilen, son 150 yılda Çin’den bölgeye göç etmiş ama Çin’le halen bağı olan Çin kökenli nüfusun yoğun bulunduğu Güneydoğu Asya ülkelerinde, bu tarihi ve kültürel bağlarını kuvvetlendirmek için ciddi gayret içindedir. Çin kültürünün yayılmasında kullanılan bir diğer önemli unsur olan Konfüçyüs Enstitüsü ile Çin, bölgede ciddi bir etki alanı kazanmaktadır.
Ayrıca Çin Afrika’da da oldukça aktif durumdadır. Dünyanın en hızlı kalkınan ülkesinin, bu ekonomik büyümeyi sürdürebilmek için gereken enerji ve maden kaynakları bakımından oldukça zengin Afrika’ya yönelik bir politika geliştirmesi şüphesiz şaşırtıcı değildir. Çin ve Afrika ülkeleri arasındaki stratejik işbirliği, 2000 yılında kurulan ve her üç yılda bir toplanan Çin Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC) aracılığı ile devam etmektedir. 2006 yılında 48 Afrika ülkesinin katılımı ile gerçekleştirilen üçüncü Çin Afrika İşbirliği Forumu zirvesinde özellikle taraflar arasındaki siyasi eşitlik vurgusu yapılmıştır. Afrika halklarının yıllarca sömürge altında yaşadığı göz önüne alındığında bu vurgu Çin’in Afrika’daki imajını güçlendirecek bir unsurdur. Bunun yanı sıra, bu kıtadaki alt yapı projelerine, eğitime ve sağlık hizmetlerine yaptığı katkılar Çin’in yumuşak gücünün Afrika’da önemli ölçüde artmasını sağlamıştır.
Özetleyecek olursak Çin gerek hammadde kaynakları gerek enerji kaynakları gerekse yeni pazar arayışı içerisinde işgalci olduğu ve demir yumrukla yönettiği kendi coğrafyası dışında da gerek Türkistan, gerek ortadoğu gerekse Afrika kaynaklarına göz dikmiştir.
ABD’nin beş kriz bölgesi yaklaşımına alternatif olarak gerek Myanmar’da gerek Doğu Türkistan’da halkı sindirerek insan hakları ihlalleri sergilemektedir. Üstüne üstlük Türkistan’da, Orta Doğu’da ve Afrika’da söz sahibi olma arzusu içindedir.
Bu durumda da bölgede söz sahibi olmak isteyen diğer güçlerle (ABD, AB, Rusya, vs.) çatışma kaçınılmazmış gibi görünmektedir.
Gelecek yazımda siz değerli okurlarımla Çin’in yeni ipekyolu (Bir Kuşak, Bir Yol) projesini değerlendirmeye çalışacağım. Bu yazıya altlık olarak Çin’in baskıcı ve yayılmacı politikalarını paylaşmak gerekmekteydi…
Türkiye’nin ve Türklüğün çıkarına olmayan bu projede de Türkiye’nin Batı’ya bir kalkan yapılacağı bu satırlardan dahi anlaşılabilmekte.
Bu büyük (!), bu tarihi (!) proje bizim tarihimiz boyunca alt ettiğimiz bir proje…
Görelim bakalım kimlerin daha ne projeleri var.
Türk güçlü olursa İslam da ezilen tüm halklar da güçlü olur.
Allah devletimizi, milletimizi güçten düşürmesin…