Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
1800’de Fener Patriği Balkan topraklarındaki metropolitlere gönderdiği bir tamim ile Bulgar kilise okullarının kapatılmasını, kiliselerde yalnızca Rumca yazılmış din kitaplarının okutulmasını emretmişti. Aynı şekilde okullarda da sadece Rumca eğitim verilmesini emretmişti. Bu şekilde ayinlerde Bulgarca kullanmak yasaklanmıştı. Patrikhanenin Bulgarlara yönelik baskıları sırasında ilk milliyetçi fikirlerin ortaya atıldığını görüyoruz. İlk defa 1762 yılında Paisiy Hilendarski (Papaz) Slav-Bulgar Tarihi adında bir kitap yazdı. Bu kitapta Bulgarlara yönelik bir çağrı yer almaktadır. Paisiy’den sonra milli şuurun uyanmasında Sofroniy Vraçanski adında bir papaz katkı sağlamıştır. O da 19. yüzyılın başlarında yazdığı eserle Bulgarların varlığına ve sorunlarına işaret etmiştir. 1840 yılında Neophytos adında bir papaz Amerikalı misyoner James Clark’ın yardımıyla İncil’i ilk defa Bulgarca’ya çevirmiştir. Bu yayınlarla Bulgarların gerek eğitim, gerekse kültür hayatı canlanmıştır. Özellikle Osmanlı devletinde ve imparatorluk dışında ticaretle zenginleşmiş kültürlü Bulgar burjuvalardan bazıları üzerine büyük tesir yaptı.
Avrupa’nın bazı şehirlerinde ve Rusya’da Bulgar gençleri eğitim almaya başladılar. Özellikle Rusların 1828-29 yıllarında Bulgarların milli uyanışını ve Osmanlılara karşı tutumları kışkırtmıştır. Bu savaş döneminde Bulgaristan toprakları bir yıla yakın bir süre Rus işgali altında kaldı. Rus ordusu çekilirken Ruslarla birlikte bir kısım Bulgarlar Rusya’ya göç etti. Rusya’nın kışkırtmaları yanında Osmanlı Devletinin uyguladığı reformlar da Bulgarların bazı kültürel haklar talep etmelerine zemin hazırladı.
1845 yılında Neofit Bozveli ve İlarion Makariopolski Osmanlı idarecilerine bazı taleplerini ilettiler: Bulgar şehirlerinde kendi papazlarını kendilerinin tayin etmesi; Bulgarların Babıali’de kendi temsilcilerinin bulunması; Bulgar papaz 1856 Islahat Fermanı ile dini cemaatlerin yeniden teşkilatlanması isteniyordu. Bunu fırsat bilen Bulgarlar ayrı kilise açma taleplerini yeniden dile getirmeye başladılar. 1860 yılında Rum Patriği ipleri koparacak adımlar attılar. Fener Rum Patriği istifa etti ve yeni patrik seçimine Bulgarlar iştirak etmediler. 3 Nisan 1860’da Paskalya ayininde Bulgar papaz İlarion Makariopolski Patriğin adını anması gereken yerde bunu yapmayarak resmen Bulgarların Patrikhane’den ayrıldığını ilan etti.
1821 Mora İsyanı gibi bir isyanın Bulgarlar tarafından da yapılabileceğinden korkan Osmanlı hükümeti ayrıca Rusya’nın kilise meselesini bir tahrik unsuru olarak kullanacağından endişeleniyordu. Nihayet Sultan Abdülaziz 11 Mart 1870 tarihinde bir fermanla “Bulgar cemaatine ait bir Eksarhane kurulmasını” emrediyordu. Kurulacak kiliseye Patrikhane değil aynı anlama gelecek Eksarhane adı verilmişti. Balkan Savaşlarından sonra Eksarhlık Bulgaristan’a taşınmıştır. Bulgar Eksarhanesinin adı Patrikhane olarak değiştirilmiştir.
1870’de bir Bulgar Eksarhlığının kurulmasına izin verilmesi Bulgarların Osmanlı Devleti içinde ayrı bir millet olarak tanınmasını sağladı. Ayrı bir kilise sahip olmanın sağladığı avantajla Bulgarlar kendi kiliselerini ve okullarını açmaya, kültürel hayatlarını geliştirmeye başladılar. Bulgar milliyetçiliğinin hızla geliştiği bu dönemde gazeteler çıkmaya başladı ve Bulgar Devrim Örgütü adıyla örgütlenmeler başladı. Rusya tarafından da desteklenen bu hareket Bulgar isyanına zemin hazırlayacaktır.
Bulgar isyanının hemen sonrasında 23 Aralık 1876 tarihinde İngiltere’nin öncülüğüyle Balkanlardaki Ortodoksların haklarını görüşmek üzere İstanbul’da bir konferans toplanmasına karar verildi. Konferans Haliç Tersanesi’nde bulunan Bahriye Nazırlığında toplandığı için Tersane Konferansı adıyla tarihe geçti. II. Abdülhamid konferansın toplandığı gün I. Meşrutiyet’i ilan etti ama bu Büyük Güçleri tatmin etmedi. Elçilerin hazırladığı reform taslağına göre Bulgaristan iki vilayete ayrılacak ve Hıristiyan valiler tarafından yönetilecekti. Osmanlı Meclisi ve hükümet bu teklifi reddetti. Bu da Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan etmesine yol açtı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı devletinin yenilgisiyle sonuçlandı. Savaş sonucunda 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos antlaşmasıyla toprakları Ege Denizi’ne ve Arnavutluk’a kadar uzanan büyük bir Bulgaristan prensliği kuruldu. Osmanlı devletinin Balkanlardaki varlığı bu şekilde sonlandırılıyordu. Rusya’nın karşı çıkmasına rağmen 13 Haziran 1878’de Berlin Kongresi düzenlendi. Yapılan müzakereler sonunda 13 Temmuz 1878’de yeni bir antlaşma (Berlin Antlaşması) imzalandı. Berlin Antlaşması’na göre: Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıkları kabul edildi. Büyük Bulgaristan Beyliği üç parçaya ayrıldı. Balkan Dağı’nın kuzeyinde Tuna Nehri’ne kadar uzanan topraklar Bulgaristan Beyliği (Emareti) oldu. Balkan Dağı’nın güneyinde Rodop dağlarına kadar uzanan topraklar Doğu Rumeli Vilayeti (Rumeli-i Şarki Vilayeti) olarak düzenlendi.1885 yılında Bulgaristan Beyliği Doğu Rumeli Vilayetini ilhak etti. Vilayetle birleştiğini ilan etti. Birleşme günü 6 Eylül Bulgaristan’da milli bayram olarak kutlanmaktadır. Bunun üzerine Sırbistan Bulgaristan’a savaş ilan etti. Savaşı Bulgaristan kazandı. Ardından yapılan 24 Mart 1886 Tophane Antlaşması ile Osmanlı hükümeti Bulgaristan ile Doğu Rumeli Vilayetinin birleşmesini kabul etti. 1903 yılında Makedonya’nın artık yönetilemez hale geldiğini ileri süren Rusya ve Avusturya-Macaristan devletlerinin baskıları neticesinde Mürzteg Programı Osmanlı Devleti’ne kabul ettirilmiştir. Bu durum Osmanlı hükümetinin Makedonya politikası açısından bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Yıllar sonra İttihat Terakki iktidarı bu tür dış müdahalelerin bir daha yaşanmaması için 3 Temmuz 1910 tarihinde Kiliseler Kanunu çıkarmıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin Makedonya’daki sosyo-politik çıkarları açısından son derece önemli eksiklikleri barındıran bu kanun başka sorunları da beraberinde getirmiştir. Çıkarılan bu kiliseler kanunuyla Makedonya’daki, farklı kiliselere bağlı Rum-Bulgar ve Sırplar arasındaki temel sorunlar çözülmüş, ihtilaflar halledilmiştir. Bu kanun Balkan devletleri arasında oluşturulmuş olan ittifakın temel nedeni ve bu toprakların kaybedilmesinin de bir nevi habercisi olmuştur. Nitekim bu kanun sonrasında Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan kendi aralarındaki çatışmaları sona erdirmiş, ortak düşmanları Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak kurmuştur. Neticesinde de Balkanlardaki beş buçuk asırlık Türk/Müslüman egemenliği son bulmuştur.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun 1908 yılında Bosna-Hersek’i ilhak etmesi ise Sırbistan’ı aynı yönde bir politika izlemeye itti. 1912 yılında Rusya bu iki devletin çıkarlarının çatışmaması için Bulgaristan ve Sırbistan arasında arabuluculuk yapmaya başladı. Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan ittifaka Yunanistan ve Karadağ da katıldı.
Bütün bu süreç 1. Balkan Savaşı’nı başlatmış oldu. Balkan hezimeti sonrasında Londra Antlaşması’na göre: Arnavutluk bağımsızlığını kazandı, Girit Adası Yunanistan’a verildi. Osmanlı Devleti’nin Trakya sınırı Edirne ve Kırklareli illerini dışarıda bırakacak şekilde Midye-Enez Hattı olmuştur. Bu antlaşma ile Edirne Bulgarların eline geçmiştir. Bulgaristan Kavala ve Dedeağaç arasındaki yerlere sahip olarak Ege Denizine kadar inebilecektir. Böylece Osmanlı Devleti sadece Bulgaristan’la ortak sınıra sahip oluyordu. I. Balkan Savaşı’nda aslan payını Bulgaristan’ın alması sonrasında Sırbistan ile Yunanistan arasında Bulgaristan’a karşı birlikte hareket etme anlaşması imzalanmıştır. Bulgaristan ordusu Ferdinand’ın emriyle Sırp ve Yunan birliklerine saldırmıştır. Diğer taraftan Romanya Bulgaristan’a saldıracağını bildirmiştir. Bu durumda Makedonya’daki saldırıların durdurulması emredilmişse de, bu defa Sırbistan ve Yunanistan Bulgaristan’a resmen savaş ilan etmiştir. Savaşa Karadağ da dâhil olmuştur. Yaklaşık bir ay süren savaşta Bulgarların üst üste yenilerek Doğu Trakya’daki birliklerini batıya kaydırmasından faydalanan Osmanlı Ordusu, Midye-Enez çizgisini aşarak, Edirne ve Kırklareli’ni geri aldı. Romanya ordusu da Bulgaristan topraklarına ilerlemiş ve Dobruca’yı ele geçirmiştir. II. Balkan Savaşı’nda Bulgaristan’ın yenilgisi üzerine savaş sona ermiş ve barış görüşmeleri başlamıştır. Bükreş Antlaşması ile Bulgaristan; Silistre, Tutrakan ve Dobruca’yı Romanya’ya, Kavala’yı Yunanistan’a vermiş ve Makedonya’dan ufak bir toprak parçası almıştır. Osmanlı Devleti ise Bulgaristan’la 29 Eylül 1913’te İstanbul Antlaşması’nı imzaladı. Buna göre Meriç nehri sınır kabul edilecek, Kırklareli, Dimetoka ve Edirne Osmanlı Devleti’ne geri verilecektir. Batı Trakya ve Dedeağaç, Bulgaristan’da kaldı. Osmanlı Devleti bu savaşın sonunda Yunanistan’la Atina Antlaşması’nı yaptı. Girit Yunanistan’a verildi. Balkanlardaki sınırlarımız bizim için sonlanmış oluyordu.
Özetle kiliseler meselesi ve kiliselerin bölünmesi Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, özelliklede Rusya’nın eliyle osmanlının tek dini merkezden yönettiği Balkanların parçalanmasına sebep oldu.
Yani bağımsız kiliseler bağımsız milletler oluşturdu. Balkanları iyice ötekileştirdi. Bu anlamda Ukrayna’da bağamsız kilise de Rus ve Ukrayna toplumlarının iyice ayrıştırılmasında önemli bir unsur olacaktır. Dün Osmanlı için bölücü olan saatler şimdi de açıkça Rusya için çalışmaya başlamıştır. Şöyleki Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan gibi kiliselerin kendilerini dayadıkları devletlerin Rus etki sahasından çıkmış ve büyük oranda Batı bloğuna dahil olmuş olmalarıdır. Dolayısıyla Rus Ortodoks Kilisesi, Rus siyasetinin bir parçası olarak elde etmek istediği sonuçları bu kiliselerin rağmına gerçekleştirme potansiyeline sahip değildir. Bir yandan Fener’in ekümeniklik iddiası Rus desteğinden yoksunlaşırken diğer yandan Rusya’nın Ortodoks dünyasındaki ağırlığının konjonktürel olarak azalmadır.
Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Rusya’dan koparak ‘bağımsız’ olma girişimine Rum Ortodoks Kilisesi’nin destek vermesi, Hristiyan Ortodoks dünyasında yakın tarihin en büyük krizlerinden birine yol açmıştır.
Rus basınına verdiği demeçte yaşanan krizi değerlendiren Profesör Silantytev, Moskova Patrikhanesi’nin Türkiye’de piskoposluk kurarak Fener Rum Patrikhanesi’nin tutumuna simetrik yanıt verebileceğini kaydetmesi de bunun bir göstergesi niteliğindedir. Silantyev demecinde, “Rus Ortodoks Kilisesi üyelerinin ve hatta sürekli yaşayanların en az 10 kat daha fazla olduğu Türkiye’de piskoposluk kurmak önemli bir yanıt olacağını Türkiye’ye her yıl 5 milyon turistimizin gittiğini göz önüne aldığımızda, tamamen farklı bir aritmetik düzen kurulacak.” demektedir. Yani Rusya’nın bundan sonraki adımı Rus turistleri bahane ederek Türkiye’de bir piskoposluk açma yoluna gidecektir.
Sonuç olarak içinde bulunulan durum Türkiye açısından büyük kazanç olarak okunabilir. Krizin Türkiye açısından ikinci büyük getirisi ise otokefal bir Ukrayna Kilisesi’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne sağlayacağı katkı olacaktır. Rusya ile arasında tampon vazifesi görecek bir Ukrayna, Türkiye’nin çıkarınadır. Dolayısıyla kriz büyük oranda Türkiye’nin çıkarına gözükmektedir.