Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Neo-Avrasyacılık mı dediniz?
1990’lar ve 2000’ler Marksizm, Leninizm ve Maoculuk gibi ideolojilerin çöküşüne ve dünya düzeninin yeniden şekillenişine şahit oldu. Aynı 1900’lerdeki gibi Marksizm, Leninizm ve Maoculuğun dünyanın önemli bir kısmına hakim olması gibi.
Son otuz yılda Dünya çift kutuplu düzenden tek kutuplu düzene mi geçiyor sorusu çok modaydı. Avrupa Birliği alternatif bir kutup olmaya soyunduysa da iç çekişmeler ve ABD’nin yeni dünya düzeni senaryoları sebebiylede pek de başarılı olamadı.
Türkiye NATO üyesiydi ve yerini batıda çizmişti ama ne Amerika’nın yeni dünya düzeninde ne de Avrupa Birliğinde yer edinemedi.
Dünya tek kutuba mı gidiyor sorusu yerini dünya çok kutuba mı gidiyor sorusuna bıraktı son on yılda.
Bir yanda ABD ve Yeni Dünya Düzeni (!), Büyük Ortadoğu Projesi, Bir yanda Avrupa Birliği, bir yanda Rusya ve Avrasyacılık, bir yanda Çin ve Yeni İpek Yolu Projesi.
Eski tüfek koministler de kah Avrasyacı oldular, kah İpek Yolcu…
1829 yılında Rusya’da yaptığı yolculuk sırasında; Avrupa ve Asya’nın bütün coğrafyasını tanımlayan ‘Avrasya’ terimini ortaya attan Purusyalı Aleksander von Humboldt dur.
Rusya’da bu kavramla ilk kez coğrafyacı V.I. Lamanskiy (1833-1914) ile tanıştı. Avrasyacılık, daha sonra Rus aydınları arasında yaygın bir akım haline dönüştü. Lev Nikolayeviç Gumilyev’e (1912-1992) göre:
Çarlığın 200 yıllık dayatmasına rağmen Rus kültürünün, Roma-Germen yani Avrupa kültürü olmadığı doğrultusundaydı. Fakat Asyalı da değillerdi. Onlara göre Ruslar, Asyalı ve Türk halk kültürlerinin birer parçası idiler. Hatta Cengizhan’ı kahramanları olarak görüyorlardı. Avrasyacılar her ne kadar da Rus kültürünü Asya ve Avrupa kültüründen izole etmiş olsalar da aslında Asya kültürünün (özellikle de Turan kültürünün) Rus kültürünü önemli oranda ve olumlu yönde etkilemiş olması dolayısıyla kendilerini Asya kültürüne daha yakın hissetmekteydiler. Avrasyacılar batı kültürünün -kimi zaman kaba kuvvetle- dayattığı, bireyciliğe, maddiyatçılığa, tüketimin kutsanmasına da karşıydılar.
Sovyetler devrinde ise Avrasyacılara göre Rusya’daki komünist ideoloji zaman içerisinde zayıflayarak yerini Avrasya ideolojisine terk edecek ve dolayısıyla sosyalist devrim, Avrasyacılığa giden yolda en büyük görevlerden birini yerine getirmiş olacaktı. Yani sosyalizm, Avrasyacılık ideolojisinde bir araç olarak önem arz etmekteydi. Bu açıdan SSCB’nin ilk kuruluş yıllarında, Avrasyacılık ideolojisinin ateşli temsilcilerinden biri olan Savitskiy’in 1925-26larda bir kısım (gizli) politik örgütlenmeleri gerçekleştirmek amacıyla gizlice ülkeye giriş yaptığına şahit olmaktayız. Fakat yapılan çalışmalar Sovyet Gizli İstihbaratı tarafından yasaklanıp dağıtılınca Avrasyacılık ideolojisi -politik manada- uzun bir süre (Gorbaçov’un Perestroyka’sına kadar) sekteye uğramış oldu.
1990 yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Dugin ve Genadiy Zügavov öncülüğünde Neo-Avrasyacılık şekillenmeye başladı. 1991’den 1993 yılına kadar bu yeni Avrasyacılar konferanslar, sempozyumlar, seminerler, yuvarlak masa toplantıları vs. düzenleyerek adeta büyük bir reklam kampanyasına başladılar. 1991-93 tarihleri arasında Neo-Avrasyacılık kavramı ve Dugin üzerinde yeni Sağcılar’ın ünlü isimleri J. Tiriar, Klaudio Mutti, Terrachano, A. Benois, R. Stoykers, M. Batara büyük şekillendirici etkiler üstlendi. Yeni Avrasyacılar gayretlerini jeopolitik, tarih felsefesi, din araştırmaları gibi alanlarda yoğunlaştırmaya başlıyorlar. Avrasyacı olduklarının şüphe götürmemesi için de klasik Avrasyacılığın temsilcilerinden Trubetskoy, Vernadskiy, Alekseyev ve Savitskiy’in kitaplarını özellikle Dugin’in yorumlamalarıyla basmaya başladılar. Bu dönemde Avrasyacılık fikri Kazakistan Başkanı Nursultan Nazarbayev tarafından aktif olarak kullanılmaya başlandı.
Klasik Avrasyacılarda görülen Makyavelist felsefenin Neo-Avrasyacılarda hat safhaya ulaştığını görmekteyiz. Öyle ki Dugin Rusya’nın bir Avrasya devi olarak doğmasını gerçekleştirmek amacıyla bölge ülkeleri üzerinde bütün kirli oyunları sakıncasız görmektedir ki bu durum onda, doğal olarak ikiyüzlü bir kişiliği oluşturmuştur. Aslında Neo-Avrasyacılık Avrasya birliği oluşturma yolunda Avrupa Birliği gibi bir birlik oluşturmadan çok kaos ortamından bir sistem oluşturma, Rusya İmparatorluğunu meydana getirme mücadelesi vermektedir. Bu uğurda İran ve Türkiye gibi bölge ülkelerini, bir şekilde birbirlerine karşı kullanmayı düşünmektedir.
Neo-Avrasyacılık görüşünün esasta Rus İmparatorluğunun oluşumu için bir araç olarak var olmasını Dugin’in kendisi bile bir kısım yazılarında itiraf etmektedir. Atlantik kültürü aleyhtarlığını öne sürerek özellikle Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerde yandaş bulma ve Avrasya birliği uğrunda devrim yapabilecek üst seviyeli yönetici taraftarlar edinmeye çalışmaktadır. Ona göre bu tür ülkelerde iş başında olan yöneticiler Atlantik taraftarı olmakla birlikte özellikle Türkiye gibi ülkelerde halkta şiddetli bir ABD antipatisi söz konusudur ve bu gücün harekete geçirilmesi gerekmektedir.
Türk Cumhuriyetler üzerindeki kan ve dini bağlar dolayısıyla bu ülkeler üzerinde ciddi bir etkiye sahip olduğu varsayılan Türkiye’nin, özellikle son yıllarda, Avrasyacı (kendi tanımladığı manasıyla) bir dış politika gütmeye başlaması Moskova’yı rahatsız etmektedir. Dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti’nin devreye sokularak Ankara’nın bölgedeki aktivitesinin bir şekilde frenlenmesi açık olarak dile getirilmese de özellikle Moskova’nın İran ile olan ilişkilerindeki ilerlemeler bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Atlantik çizgisinde giden bir Ankara vasıtasıyla onun etki alanında bulunan Post-Sovyet bölgesindeki cumhuriyetler de, dolaylı olarak Atlantik çizgisine çekilmiş olacaktır. Özellikle bu açıdan Atlantik yanlısı bir Türkiye Neo-Avrasyacıların amaçlarına ulaşması açısından en büyük engellerden biri olacaktır.
Turan ve Slav işbirliğini tarihi derinliklerdeki ilişkilere dayandırarak geliştirilmesi fikrini savunan klasik Avrasyacıların tam tersi olarak Neo-Avrasyacılar Atlantik yanlısı bir Türkiye’yi Moskova merkezli Avrasyacılığın en büyük rakibi olarak kabul etmektedirler. Onun kardeş ülke olarak kabul ettiği bu cumhuriyetlerle olan ilişkisini geliştirmesi Moskova’nın bölgeye yönelik politikalarının akim kalmasına ve dolayısıyla da bir birlik oluşturulmasına engel teşkil edeceği varsayılmaktadır.
Dugin, Rusya’nın bir Avrasya devi olarak doğması hususunda Türkiye’nin bölgeden izole edilmesinin imkansız olduğunu belirtirken Türkiye’nin ideolojik manada siyasi ve ekonomik rotasındaki radikal (?!) bir gelişmenin, 180 derecelik bir dönüşümün ve devrimin Türkiye’nin bu alandaki politikalarını Rusya’nın emrine amade edeceğinin altını çizmektedir. Yani Dugin’e göre Avrasyacılık politikası dâhilinde Türkiye’ye biçilen rol Atlantik çizgisinden çıkıp Avrasya çizgisine yani Moskova’nın emrine girmesidir.
Türkiye Cumhuriyeti AB ve ABD den boşalan yelkenlerini günümüzde Avrasyacılık rüzgarıyla doldurma çabasına girmiştir. Lakin karşısında idealist Klasik Avrasyacılar yoktur. Neo-Avrasyacılar açıkça Şövenist Rus Milliyetçiliğine Avrasyacılığı siper etmektedir. Türkiye’yi Avrasyacılıkta açıkça rakip olarak görmekte ve kendi peykine çevirmeyi ön görmektedir. Bu konuda da en yakın iş birlikçileri kültür ve siyaset bunalımına düşmüş eski tüfek Komünistlerdir.
Bu eski tüfek komünistler geçen ay içerisinde hadlerini o kadar aşmıştır ki Türk milletinin, Türk Dünyasındaki Milliyetçi aydınların, Kırım Türklerinin, Ahıskaların, Kafkasya Türklerinin hatta ve hatta Klasik Avrasyacıların en büyük kasabı Stalin’i bir Avrasya kahramanı (!) ve Türk dostu bile ilan etmişlerdir.
Yeni dünya düzeninde her iki ulus için de lüzumlu olan kültür ve dış politika iş birlikteliğine hatta ve hatta Klasik Avrasyacılığa tamam da Neo-Avrasyacılık da ne oluyor?
Aydınıın görevi devlet yetkililerini ve toplumu aydınlatmak ve uyanık tutmaktır.
Bence bir kan uyuşmazlığı var bu işte…
Görelim Mevlam neyler?
Neylerse güzel eyler…