Gündemi doldurmak ve yeni kargaşalara yol açacak birtakım cepheleşmelere fırsat hazırlanacak bir yol
Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadeleriyle yeniden gündeme getirilen anayasa tartışmalarının aslında samîmî söylem ve niyetlerin ürünü olmadığını belirten Somucuoğlu, “Bu tartışmalar, samîmî olarak yeni bir anayasa yapmak için değil, gündemi doldurmak ve yeni kargaşalara yol açacak birtakım cepheleşmelere fırsat hazırlanacak bir yola girilmesi içindir.” şeklinde konuşmuştu.
Burada görmek istemedikleri temel kural; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletinde olması esasıdır
O günlerde yapılan anayasa tartışmalarında özellikle vurgulanan iki ifade vardı. Bunlar; “1921 Anayasası Ruhu” ve “Yeniden Kuruluş Anayasası” idi. Bu ifadelerin ne kadar tehlikeli olduğunu, bu ifadeleri kullananların asıl maksatlarının ne olduğunu şu ifadelerle bizlere o gün anlatmıştı:
“Burada zikredilen ifadeler çok önemli. Yeni anayasa veya yeniden kuruluş anayasası tabirleri kullanılıyor. Bir devlet yıkılır ve sonrasında başka bir devlet kurulduğunda yeni kuruluş anayasası yapılır. Nitekim, Osmanlı Devleti cihan savaşından mağlup çıkınca bir mücadele sonucunda Türkiye, 1924 Anayasasını yapmıştır. 1921 Anayasası tabirinin kullanılması yanlıştır. Böyle bir anayasa yok. Biz ona resmî adı ile “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu” diyoruz ve 23 maddeden oluşmaktadır. Burada birçok devlet organı ile ilgili maddeler de yoktur. Savaş devam ederken, alelacele bir kanuna ihtiyaç vardı ve bu ihtiyacı karşılamak üzere söz konusu kanunlar yapılmıştır. Peki, bölücü terör örgütü PKK ve bazı partiler neden 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu üzerinde duruyorlar? Burada vilayetlere muhtariyet hakkının tanınması dikkatlerini çekiyor ve bundan dolayı ısrarla 1921 Anayasası diyorlar.
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun birinci maddesinde; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazıyor. İlk defa bu kavram devlet hayatımızda burada kullanılmıştır. Kanunda geçen muhtariyet kavramında özerklikten bahsedilemez. O günün tabiri ile muhtariyet, bugün için tüzel kişilik demektir. Her vakfın, her derneğin ve her şirketin tüzel kişiliği vardır. Bir grubu veya bir topluluğu temsil anlamında değildir. Boşuna hevesleniyorlar. Burada görmek istemedikleri temel kural; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletinde olması esasıdır.”
Egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletinde olmasına itiraz vardır
1876’dan bu yana yapılan Anayasalarımızın devletin kimliği bakımından hiçbir fark taşımadığına değinen Somuncuoğlu, bu tartışmaların memleketin zor zamanlarında yapılmasının altında, Avrupa Birliği’nin yıllardır süregelen birtakım taleplerinin olduğunun altını çizerek, hedefte Türk milletinin ve Türk kimliğinin olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı.
“1876, 1924,1961 ve 1982 Anayasalarında devletin kimliği bakımından bir fark yoktur çünkü devleti kuran milletin kimliği ne ise devletin kimliği de o olur. Şimdiki tartışmalarda daha önceki yıllardan itibaren de üzerinde durulan hususlara bakılırsa, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’nde olmasına itiraz vardır. Bunun için 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na sarılıyorlar ama orada da egemenliğin yine kayıtsız şartsız millete ait olduğu yazılı.
Avrupa Birliği, Türkiye’ye birtakım yaptırımlar uygulamaya çalışıyor. Bununla ilgili tartışmalar var. 2004 yılında önümüze koyulan 80’den fazla şarta cevap vermeye çalışıyorum. AB, Türkiyeliliğin birliği sağlayacağını veya anayasanın 3. Maddesindeki Türk Milleti kavramının alt kültürler üzerinde baskı yaptığı ve bunun huzursuzluk yarattığı, dolayısıyla Türk Milleti tâbirinin kullanılmaması gerektiğini söylüyor. Hatta Lozan Antlaşması’nda istedikleri gibi bir sonuç olmadığı için Sevr Antlaşması’ndaki şartları Türkiye’nin önüne koymaya çalışıyorlar. Demek ki, Türkiye’nin içindeki tartışmalarla ve Türkiye’yi dönüştürmek üzere AB’ye aday yapılan Türkiye üzerinde AB’nin yapmak istedikleri arasında bir paralellik olduğunu görüyoruz. Yâni, Türk Milleti kavramını kullanmayacağız, Türkiyelilik kavramını kullanacağız. Peki; Fransalılık, Almanyalılık, Yunanistanlılık, Rusyalılık diyorlar mı? Dünyada böyle bir tabir yok. Devletleri milletler kurar.”
Devletler millet esasına göre kurulmaktadır
Etnik tuzaklarla yıllardır milletimizin bir felaket içine çekilmeye çalışıldığını, bu amaçla pek çok planın devreye konulduğunu ve bu tuzakları planlayanların asıl gayelerinin Türk milletinin bin yıldır üzerinde yaşadığımız topraklardaki egemenliğini temsil eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ortadan kaldırmak ve Türkleri bu devletin ortaklarından biri konumuna getirmek istediklerini şu cümlelerle anlatmıştı:
“2. Cihan Harbi’nden sonra milletlerin devletleri bir araya geldiler. Birleşmiş Milletler Anayasasının esaslarını belirlediler ve dünya düzenini tanzim edecek kuralları bu anayasaya ile ortaya koydular. Buraya baktığımız zaman devletler millet esasına göre kurulmaktadır. Milletinin dışında etnisiteler, sosyal veya kültürel gruplar gibi hiçbir grubun adı geçmez ve bunu da hiçbir devlet kabul etmez. Eğer devletlerin etnisiteleri, azınlıkları ve benzer sosyal-kültürel grupları da egemenlikten pay almaya kalkarsa dünya bir kaos ortamına girer. Bunları söyleyenler de elbette cahilliklerinden dolayı değil, aksine bile bile Türkiye’deki rejimi değiştirmek istedikleri için söylüyorlar. Millî, üniter devletten, federasyona geçirmek istiyorlar. Federasyona geçtiğimiz takdirde Türk milletinin bin yıldır Anadolu’da egemenliğini temsil eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni -adının Osmanlı veya Selçuklu olması fark etmez- ortadan kaldırmak ve Türkleri devletin bütünü değil ortaklarından biri haline getirmek istiyorlar. Eğer federasyona dönerse, Türk Milleti de ortaklardan biri haline gelecektir. Diğer etnik gruplardan da özerk bölgeler teşkil ederek ve federe devletler kurarak onlarla ortaklaşa girerse Türk’ün devletini elinden almış olacaklardır. Esas mesele budur. Bunun üzerinde durmak gerekir.”
AB’nin hedeflerinin Haçlı hedefleri ile aynı olduğunu yazdım, bugün de yazıyorum
Yeni anayasa çalışmalarının AB’nin isteği doğrultusunda yapıldığını ve bu çalışmaların milletimizin egemenliğini, devletimizin birliğini ve vatanımızın bölünmez bütünlüğünü hedef aldığını belirten Somuncuoğlu, 1999 yılında kendisinin bu konuda vermiş olduğu mücadeleyi şu cümlelerle anlatmıştı:
“AB, Türkiye’yi tasfiye etmek üzere bizi aday yapmış bir birliktir. Bugüne kadar 1000’e yakın ilerleme raporları ile önümüze şartlar koymuştur. Türkiye’nin bütünlüğüne, yararına, gelişmesine dair bir tane şart yoktur. Tamamı egemenliğimizi, devletimizin birliğini ve vatanımızın bütünlüğünü hedef alan düşmanca hesaplara dayanan taleplerdir.
1999’da bize adaylık verdiklerinde hükümette ısrarla buna karşı çıktım. Daha sonra bütün yazılarımda AB’nin hedeflerinin Haçlı hedefleri ile aynı olduğunu yazdım, bugün de yazıyorum. AB’nin istediği şartların tamamı AB hukukuna aykırıdır, bunları geri çekin sizin yaptırımlarınızı görüşelim diye bir dosyanın AB’nin önüne konulması gerektiğini yazmıştım. Hükümet bunu yapmalıdır. Neden Türk hükümetleri AB hukukuna aykırı ve üyeliğine uymayan kriterleri tamamıyla bizim önümüze koyuyor? Her ülkeden istediği şartları değil de tamamen Türkiye aleyhine olan şartları neden istiyor? Bunları önlerine koymamız gerekiyordu. Nihayet hükümet bu dosyayı AB’nin önüne koymuştur. Yaklaşık bir hafta önce AB bunların bir kısmını kabul ettiğini söyledi fakat yine dönüp dolaşıp Lozan’a aykırı olan Sevr şartlarını bizim önümüze koydu. Demek ki bunlar Türkiye için bin yıldır ne düşünüyorsa bugün de aynı anlayışın karşımızda olduğunu her Türk evladı anlamalıdır. Büyük heveslerle, propagandalarla veya sıkıntı çıkmasın, yapıverelim gibi tavizlerle devleti felakete sürükleyecek yollara tevessül edilmemelidir.”
Terör örgütünün partisinin bugün hâlâ niye kapatılmadığını, bunun artık basîretsizlik ve ferâsetsizlikten de öte bir durum olduğunu, burada bir maksat olduğunu söyleyen Somuncuoğlu, devletin ve hükümetin görevini yerine getirmediğinin bir kez daha altını çizdi.
“Bir terör örgütünün siyasî partisini terör örgütünden ayrı bir varlıkmış gibi kabul etmek ve Türk Milleti’nden ayrı bir egemenliği temsil eden siyasî bir parti olarak görmemek, teröristlerin temsilcisi olduğunu bir türlü söyleyememek veya kanunlarımıza açıkça aykırı olduğu halde bunca yıldır kapatılması cihetinin güdülmemesini izah etmek mümkün değildir. Hem Türk milletinin hükümeti, meclisi, milletvekili, partisi olacaksınız hem de Halkların Demokratik Partisi’nin kapatılmasına karşı çıkacaksınız. “Halkların” ne demek oluyor? Büyük Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” diye bir tarif ortaya koymuştur ve bütün anayasalarımız da bu esasa göre şekillenmiştir.”
Büyük hevesler, oylar veya birtakım hesaplar uğruna bu kadar tehlikeli bir yola girilmemelidir
Son olarak, Anayasamızın elbette değiştirilebileceğini, çağımızın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenebileceğini ifade eden Somuncuoğlu, bu Anayasa çalışmalarının son derece titiz bir şekilde yürütülmesi gerektiğini, milletimizin egemenliğini, Türk milletinin kimliğini değiştirecek, tartışmaya açacak konulara mahâl verilmemesi gerektiği noktasında uyarılarını sıralıyor:
“Anayasalarımızın birçok maddesi değiştirilebilir. Hayat canlıdır, ihtiyaçlar artıyor, değişiyor ve şekilleniyor ama egemenliğini yani Türk Milleti’nin kimliğini değiştirecek bir anayasa asla düşünülemez çünkü egemenlik millete aittir. Bunu siz parçalarsanız Türkiye’nin iç savaşa girmesinin önünde duramazsınız. Herkes aklını başına toplamalıdır. Büyük hevesler, oylar veya birtakım hesaplar uğruna bu kadar tehlikeli bir yola girilmemelidir.”
Rahmetli Sadi Somuncuoğlu’nun, Türk Devleti’ne ve Türk milliyetçilerine yapmış olduğu ikazlar, önümüzdeki süreçte de akıllardan hiç çıkarılmaması gereken ve yine sürekli uyanık tutulması gereken bir dikkati ortaya koyuyor.
Geçmişin ihtilaflarını bugüne taşımamak lazım
Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı Hakan Paksoy, 03.03.2021 tarihinde yayınlanan yazısında Sadi Bey ile yoğun bakıma alınmadan iki gün evvelki bir anısını bizlerle paylaşıyor:
“Yoğun bakıma alındığından iki gün önce, biraz da hastalıktan uzaklaştırmak için bir soru sordum. Çetrefil bir konuydu, hem de ve her zamanki gibi onun engin fikirlerine ihtiyacım da vardı. Sizin düşüncenize ihtiyacım var sorabilir miyim deyince ilgisi arttı da.
Soruyu kısa tuttum. Ama her zamanki gibi efradını cami ağyarını mâni bir şekilde anladı. Biraz da zorlanarak, “Geçmişin ihtilaflarını bugüne taşımamak lazım. Türk Milleti çok zorda, bir de bununla vakit kaybetmeyelim” diyordu.
Bunları söylerken de gözyaşları iplik gibi akıyordu. Hayatı boyunca zorluklara tevekkülle göğüs geren, terör örgütlerinin ölüm listelerine, Mamak işkencelerine, 12 Eylül’ün talimatlı mahkemelerine eyvallah etmeyen adam, Türk Milleti için gözyaşı döküyordu.
Türk Milleti ve Türk dünyası derken hem kendisi ağlıyordu hem de beni ağlattı. Kanaatim o ki Ağabey’im vaktin yaklaştığını görüyor ama Türk Milleti için yapılması gereken çok şey olduğunu düşünerek, yapamayacaklarına üzülüyordu.”
Milletimizin, memleketimizin içine düştüğü durumdan ancak bir yolla çıkılabileceğini söylüyordu Sadi Bey. Bugün üzerimize düşen, geçmişin ihtilaflarına düşmeden birlik ve beraberlik içerisinde Türk milletinin meselelerini sırtlanmak ve Türk milletinin ne kadar meselesi varsa hepsini çözmektir. Bir yıl önce kendisinden de duyduğumuz yukarıda da paylaştığımız üzere; milletimiz çok zor durumdadır. Her gün, daha başka felaketlere sürüklenmektedir. Bu noktada ayrılıklarımızı bir kenara bırakıp milletimiz için çalışmak bizim için gerekli olandır.
Bir kez daha kendisine yüce Allah’tan rahmet diliyoruz. Aziz ruhu şâd, mekânı cennet olsun.