Türk şiirinin vasıflarını şiirlerinde işleyerek Türk edebiyatına bambaşka bir soluk getiren M. Emin Yurdakul, 13 Mayıs 1869’da İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Şahsiyetinin şekillenmesinde ilk ve en önemli ortam ailesi ve çocukluk yıllarıdır. O yıllarda türlü halk hikâyelerinden beslenmiş, şiirlerle tarihî bir şuur kazanmıştır. Bu şuur ile edebî yeteneği birleşerek bir büyük şaire şahsiyetinde hayat vermiş ve milletinin sesini haykırmıştır.
Öğrenim hayatına Saray Mektebi’nde başlamış, Beşiktaş Askerî Rüştiyesi’nden sonra Mülkiye Mektebi’ne yazılmıştır. Bu okuldan ayrıldıktan sonra Babıâli Sadaret Dairesi Evrak Kalemi’nde kâtip olarak çalışmaya başlamıştır. Bir dönem İngilizce öğrenip Amerika’ya gitmek istemiş ve bu dönem aslında onun için bir dönüm noktası olmuştur. Namık Kemal ile tanışınca onun etkisinde kalmış ve bunun üzerine içinde var olan sanatı, milleti için işlemeye başlamıştır. Kısa zaman içerisinde de ‘Türk’ün Sesi’ olmuştur.
Yetişmiş olduğu muhitin hakkını verebilmeyi ise kendi ifadeleriyle şöyle aktarmıştır:
“Çatımız ak günler gördüğü gibi kara günler de gördü. Halkın ıstırabını bu çatının altında duydum. Bu çatının altında anamın halk ninnileriyle büyüdüğüm gibi, bu çatının altında halk öğütleriyle yetiştim. Bu çatının altında anladım ki halk kendi hayatını, kendi ruhunu, kendi aşkını, kendi ıstıraplarını kendi diliyle anlatacak kitaplara muhtaçtır.”
ÇOCUKLUKTAN GENÇLİĞE: “TÜRK OLMAK”
Çocukluğun; Türklük şuuru kazanmada en önemli dönem olduğunu bizzat kendisinden bilen Mehmet Emin Yurdakul, çalışmalarında özenle çocuk edebiyatı üzerine durmuştur. “Küçük Vatandaşlarıma” adıyla yazdığı şiir kitabını “Kesildi mi Ellerin”, “Zavallılar”, “Sanayi Mektebi Talebesi”, “Çömlekçi”, “Sakın Kesme” gibi şiir kitapları takip etmiştir.
“İnsan Türk doğuyor, ama bu yetmiyor. Türk olmak, zamanla gerçekleşiyor. Aile ve okul bir insanı Türk ediyor, Türk olmayı öğretiyor.” ifadeleriyle Mehmet Emin Yurdakul, şiirlerinde çocuklara ve gençlere bu şuuru aktarmanın derdini mürekkebiyle harmanlayarak aile ve okulun bu istikametteki ehemmiyetine vurgu yapmıştır.
“Ben bu aziz yuvada bahtıyarca yaşadım;
Şu odanın içinde babanızı okşadım;
Şu sofaya anneniz gelin gelip yürüdü;
Duvağını sürüdü.
Sizin dahi gözünüz bu çatıda açıldı,
Bir mübârek kucaktır: Bu sevimli eviniz;
Siz burayı bir ana bağrı gibi seviniz.”
TÜRKLÜĞÜN OTAĞI: ANADOLU
1. Dünya Savaşı sırasında Musul milletvekilliği görevinde olan Mehmet Emin Yurdakul, Kurtuluş Savaşının çetin yıllarında Yusuf Akçura’yla birlikte İstanbul’dan ayrılıp Anadolu’ya gider. Kendi tabiriyle “Türklüğün Otağı” diye ifade ettiği Anadolu’yu, onun dert ve ıstırabını çok derinden duyar ve halkı bilinçlendirmek üzere çalışmalar yapar. Ünlü “Anadolu” şiirinde halka çağrıda bulunur ve şöyle seslenir:
“Ey Türklüğün otağı!
Ne vakte dek bu acıklı sefâlet
Bu viranlık, bu inilti, bu kaygı
Ne vakte dek bu uğursuz cehâlet
Bu taassup, bu görenek, bu uyku?”
BIRAK BENİ HAYKIRAYIM!
Anadolu’nun bilinçlenmesiyle birlikte güç kazanan gençler üzerinde Mehmet Emin Yurdakul’un etkisi büyük olur ve kendisine “Türk’ün Mübârek Babası”, “Türklüğün Ruh Babası” denilmiştir. Kalemine daha fazla sarılan Mehmet Emin Yurdakul, şairleri haykırmayan bir milleti, sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuğa benzeterek Türklük adına şu dizeleri haykırmıştır:
“Ben en hakîr bir insanı kardeş sayan bir rûhum;
Bende esîr yaratmayan bir Tanrı’ya îman var;
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar;
Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum.
Volkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez;
Bora geçer, lâkin benim köpüklerim kesilmez.
Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;”
TÜRK EVLADI EVDE DURMAZ GİDERİM!
Şiirlerinin binlerce nüshası cephede askerlere dağıtılmış ve “Türk evladı evde durmaz giderim.” dizesi dillerde destan olmuştur. Türk askeri adına “Koç Yiğitler” ifadesini kullanarak şöyle seslenir:
“Târihlere yiğit adın yazdırana ne mutlu!
Yüreklere şehid kabrin kazdırana ne mutlu!
Bu devletin büyüklüğün artırana ne mutlu!
Koç yiğitler! Ün alalım, serimizden geçelim!”
Türk-Yunan savaşı üzerine kaleme aldığı “Cenge Giderken” adlı şiiri için “Bu şiir benim Türkçülük kitabımın remzi ve Türkçülük idealimin bayrağıdır.” diyen Mehmet Emin Yurdakul, kalemini kuşanıp savaşa gider gibi yazmıştır. Bu şiir, Selanik’te Asır gazetesinde yayımlanır ve büyük ilgi görür. Özellikle Servetifünuncu gençlerin eleştirilerine “Türk evladı” olabilmenin fazilet gerektirdiğini hatırlatarak şöyle cevap vermiştir:
“Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur;
Sinem, özüm ateş ile doludur,
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim!”
MİLLÎ ŞAİR’DEN TÜRKÇE ŞİİRE BİR BAKIŞ
Mehmet Emin Yurdakul’a göre şiirler, ne masa başında kurulmuş hayallerin ne de geçici heveslerin ürünleridir. Şiiri hayal unsurundan ibaret olarak görmeyip hayatın içinden olması gerektiğini hemen her şiirinde vurgulamıştır.
Türk şiirinin vasıflarına özgün bir çerçeve çizen Mehmet Emin Yurdakul, şiiri ana hatlarıyla şöyle tarif etmiştir: “Şehitlerin al kanıyla yazılmamış bir şiir, duvara asılmış bir kılıç veya odaya konulmuş altından bir heykel gibi işlevi dışında süs eşyası olur.”
Şiirin tarifini de yine şiir üzerinden yapması onun özgünlüğünü kanıtlar niteliktedir:
“Biz o şiiri isteriz ki çifte giden babalar,
Ekin biçen genç kızlarla, odun kesen analar,
Yanık sesin dinlerlerken gözyaşların silsinler.
Başlarını açık, beyaz sînesine koysunlar;
Yüreğinin, özleriçün çarpındığın duysunlar;
Bu çarpıntı, bu ses nedir? Neler diyor? Bilsinler.”
Mehmet Emin Yurdakul, Ruşen Eşref Ünaydın’a verdiği mülakatta şiiri “hayatın ve tabiatın bir sesi” olarak görmüş, yine bu mülakatında “yıldızların altında bülbüller olduğu gibi, fırtınalarda haykıran kartalların da olduğunu; çiçeklerin, dalların altında titreşen yeşil çaylar olduğu kadar, yalçın kayaların gazapla baktığı karanlık ırmakların da bulunduğunu” hatırlatarak şiir ile ilgili duruşunu şu şekilde göstermiştir:
“Benim yaradılışım, aldığım terbiye, içinde bulunduğum çevre ve zamanım beni bunların ikincisine taraftar etmiştir. Yani ben daha ziyade elemlerin, acıların ve çaresizlerin şiirini duyurmak istedim. … Memleketimin sefillerinin, dertlilerinin küçük şairi olmak, bütün milletimin hürriyet ve saadetini terennüm edebilmek için yaşamak: İşte benim hayatımın, sanatımın gayesi… Halkın şairi olmak!.”
EY ULU TÜRK!
Yalnızca Anadolu’yu çevreleyen bir Türklük anlayışını her Türk milliyetçisi gibi reddetmiş ve şiirlerinde bütün bir Türklüğü, Türk coğrafyasını işlemiştir. Nerede çile çeken bir Türk varsa o çileyi kalemiyle yoğurmuş ve çağında güçlü bir ses olmuştur. Bunun en güzel örneğini İsmail Gaspıralı adına yazdığı şiirden bilmekteyiz, kendisine olan hayranlığını şu dizeleriyle yansıtmıştır:
“Ey ulu Türk! Sen Kırım’ın kanlar ile yoğrulmuş.
Vahşîlere esir olmuş, zalim tahtlar kurulmuş,
Şerefleri unutulmuş bir toprağı üstünde…
Onun seni kan ağlatan kara bahtı önünde
Felâketli milletine: «Uyan!» diye haykırdın;
Bu İlâhî feryadınla onu nura çağırdın.
İstedin ki, medeniyet güneşi
Zekâlara çeliğini akıtsın;
Milliyetin diriltici ateşi
Vicdanları aleviyle ısıtsın.
Ta ki, Fatih Cengizlerin evlâdı
İslavlığın pençesinden kurtulsun;
Onun mazlum, sefil olan hayatı
Hür ve mesut bir talihle can bulsun.”
VAZİFELERİN AZMİ
Mehmet Emin Yurdakul, 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin o dönemdeki politikaları doğrultusunda ilk olarak Erzurum’a, kısa bir süre sonra da Erzurum’dan Trabzon’a gitmiştir. Yeni hükûmet kurulduğunda ise İstanbul’a çağrılmış, kendisine teklif edilen matbuat umum müdürlüğü görevini kabul etmemiştir. Bunun üzerine Bahriye müsteşarı olmuş fakat bu görevde yirmi altı gün kalarak daha sonra sırasıyla Hicaz ve Sivas valisi olarak görev yapmıştır. 1910’da bu görevinden de istifa ederek İstanbul’a dönen Mehmet Emin Yurdakul, bu sırada Türk Yurdu dergisinin imtiyazını almış ve 1911’de Tıbbiyeli öğrencilerin talebiyle Türk Ocağı’nın kuruluş aşamasında önemli bir rol üstlenmiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Şarkî Karahisar ve Urfa milletvekili olarak görev yapmıştır. Son vazifesi ise İstanbul milletvekilliği olmuştur. 1940’lı yıllarda eşi Müzeyyen Hanım vefât etmiştir. Kısa bir zaman sonra İstanbul Üniversitesine bağışlamaya karar verdiği kütüphanesinin evinde çıkan yangın sonucu harap olması, Mehmet Emin Yurdakul’u derinden etkilemiştir. 14 Ocak 1944’te İstanbul’da vefat etmiş ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Hiçbir çaresizliği Türk’e yakıştıramayan, damarlardan süzülen o asil kanı yediden yetmişe şuurla işleyen Millî Şairimiz Mehmet Emin Yurdakul’u vefâtının 80. yıldönümünde rahmet ve minnetle anıyoruz.
“Hayır, ey milletim! Bu zelil hayat,
Bu zincir, bu zulüm Türk için değil;
Bu alınyazısı, bu mukadderat,
Bu nisyan, bu ölüm Türk için değil.”
ESERLERİ:
Türkçe Şiirler (1889), Fazilet ve Adalet (1890), Cenge Giderken (1897), Türkçe Şiirler (1900) Türk Sazı (1914), Ey Türk Uyan (1914), Tan Sesleri (1915), Ordunun Destanı (1915), Dicle Önünde (1916), İsyan ve Dua (1918), Zafer Yolunda (1918), Turan’a Doğru (1918), Aydın Kızları (1919), Türk’ün Hukuku (1919), Dante’ye (1928), Kıral Corc’a (1928), Mustafa Kemal (1928), Ankara (1939).