Yağmur Tunalı

Tüm yazıları
...

Yıkımın Son Perdesi

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Yağmur Tunalı

İşlenmiş ve zengin bir dile sahip olmak yüzyıllar ister. Örnek tabiattır. Hiçbir şey birdenbire olmaz. İnsanla ilgili hususlar daha yavaş ilerler. İnsan topluluklarının hayatı daha karışık ve karmaşıktır. Kültür konuları özellikle böyledir. Çok unsurun bir araya gelmesiyle ve uzun zaman içinde karakteri oluşur. Çok yavaş ve sancılı bir süreçtir.  Dil merkezdedir. Dolayısıyla dilde gelişme ve değişme de çok yavaş olur. Peki bozulma öyle midir? Her şeyde olduğu gibi dilde de yıkmak yapmaktan kolaydır fakat o bile yıllara yayılır. Milletin diliyle oynamak zordur, ancak dost görünerek yapılabilir. Bizde 1932’den itibaren yaşanan süreç böyledir. Ve zorla yapılmıştır.

Türkçe’nin telaffuz problemlerini yazmaya başladığım için bu satırlar bir geriye dönüş gibi değerlendirilebilir. Hayır tam da oradayım. Bağlantısı dolayısıyla bazı hatırlatmalarda bulunmalıyım. Bizdeki zorla dil değiştirmenin dünyada örneği hemen hemen yoktur.  Tabii bu değiştirme sadece kelimeler üzerinde yaşanmadı.  Bizim açtığımız boşluklardan yabancı kural ve kelimelerle beraber sesler de girdi. O yönde bozulmanın yolunu açan da -güya-  “Arı Türkçe” zorbalığıdır.

“Zorbalığı” dememi yadırgayacağınızı, en azından benim üslubuma yakıştıramayacağınızı biliyorum. Evet tam bir zorbalıktır. Birkaç örnek vereceğim.

Bozulmanın altyapısı

Türkçe’ye büyük hizmetleri dokunan, fakat ona yakın zararlara sebebiyet veren Ömer Âsım Aksoy’la TRT için 1989’da biyografik bir belgesel yapmıştım. Sonra o seriyi Bittiği Yerde Başlar adıyla kitaplaştırdım. Bana vahim gelen çok şey anlatmıştı. Birisi şuydu: 1945’de Teşkîlât- Esâsî’nin dilini yenileyen odur. Anayasa, tekel gibi yüzlerce kelime o zaman, onun tarafından bulundu. Düşünün, terimleri, kelimeleri bir kişi değiştiriyor ve devlet emriyle bunlar kullanılacak diye ilan ediliyor. Mesela, artık İnhisarlar İdaresi denmeyecek tekel denecek. Düşünün, bu kelimeleri bir kişiden başka bilen yok. Milyonlar bir anda cahil durumuna düşüveriyor. Bugün kullandığımız sözlerin değiştiğini düşününce tam olarak anlayacağımız bir acayip uygulamadır.

Bir diğeri de uygulamaya dönük bir örnek olsun. TRT’de 2000 yılında bir Dil Çalıştayı düzenlenmişti. Bir oturum arasında, Denetleme Kurulu Başkanı, Televizyon Müdürü, şair davetlilerden Özdemir İnce ve ben çay içiyoruz. Özdemir Bey diğer iki idareci arkadaşımızı tanıyor, beni de onlar gibi düşünerek hararetle anlatıyor. “Ben Stüdyo Pazar’ın yapımcısıyken, rahmetli, Cenk Koray’a eski sözcükleri kullanırsan ücretini ödemem derdim. O da uymak zorunda kaldı. Biz, bu Arı Dil savaşımını böyle sürdürdük. Geri dönüş olamaz!” Ben gayet sakin, “ Demek bu dili böyle mahvettiniz!” deyiverdim.  Bomba düşmüş gibi heyet dağılıverdi.  Üçü de hayatta olduğu için rahat rahat yazdım.

Bir üçüncüsünü de yazayım. Bu örnek de TRT’den. 1999 yılında, TRT2’de, Yılmaz Öztuna merhumla haftalık tarih konuşmaları yapmaya başlamıştım. Üç sene devam eden bir programdı. İlk bölümlerin yayınlandığı sıradaydı. Her gün odamın önünden geçerken bana takılan Filiz Ozankaya (Prof. Özer Ozankaya’nın eşi), bakmadan geçer olmuştu. Bir, iki, üç derken merak edip seslendim: “Filiz, hayırdır, kapı önünden bakmadan geçiyorsun?” dedim. Cevabı hiç beklemediğim bir şekilde geldi. “Sen o programda niçin Arapça konuşuyorsun?” deyiverdi. Bu, çok şaşacağınız bir durum, cehalet ötesi… haklısınız. Bunu diyecek ölçüde dile ve kültüre kapalı bir bağnazlıkla nasıl yapımcı olabileceğine de akıl erdiremezsiniz, haklısınız.

Ben TRT’de bu yobazlığın birçok örneğini yaşadığım için muhtemelen şaşkınlığım sizinki kadar olmadı. Bir an durdum. Ne diyeceğimi düşündüm. Sinirlenebilirdim. “Ne Arapçası, ne diyorsun?” diyebilirdim. Cehaletle suçlayabilirdim. Kavga ederdik. İyi k bana bir sakinlik geldi ve pek beğendiğim o cevap geliverdi: “Filizciğim” dedim, “Haklısın. Programın seviyesini biraz düşürmek lazım!” 

Bunları niçin anlattım?

İşte bu tavır ve uygulamalar dilimizin sesinin bozulmasını da kolaylaştırdı. Doğrudan asırlar içinde yoğrulan sesimizi de hedef aldı. Uzun heceler yavaş yavaş kayboldu. Vurgular bozuldu. Batı dillerinin baskısı arttı. Hem kelime, hem kavram ve cümle esasında değişmeler yaşandı. Standard düzenler altüst oldu.

Bugün yaşadıklarımız o günlerin sonucudur.  İnsanlarımız artık garip bir jargonla konuşur gibiler. Televizyonlarınızı açın, gençleri dinleyin, bu jargonun sık sık değişen yeni örnekleriyle şaşıracaksınız. Bazı televizyon dizileri tam bir laboratuardır. Beş yıl kadar önce Avrupa Yakası vardı. Mizahî diziydi ve her şeyi biraz abartılı veriyordu. Şimdi yayında olsa o jargon ve acayip telaffuzlar hiç yadırganmadığı gibi epeyce ötesine geçildiği de görülür. O diziyi anmamın sebebi, nesiller arası dil ve söyleyiş farklarını çok güzel göstermesi.

Dili en güzel kimler konuşur?

Telaffuz bahsinde bir hususu hatırlamalıyız. Bir dili en güzel konuşanlar, tiyatro sanatçıları, radyo ve televizyonların spiker ve sunucularıdır. Dili en güzel kullanan, şair ve yazarlar onlardan sonra gelir. Telaffuzu çok iyi şair ve yazarlar vardır, hemen hepsinin doğru ve güzel konuşması da beklenir. Ancak, özel ses eğitimi alan, dili doğru ve güzel seslendirmek için yetiştirilenlerden değillerdir. Dolayısıyla, profesyonel oyunculara, spiker ve sunuculara bakılır. Muhabirler de bir dereceye kadar bu eğitimin içindedirler. Dünyada böyledir, ancak…

Üzülerek söyleyeyim, bizim tiyatrocularımız ve mikrofon kullanan profesyonellerimiz dili bozanlar arasındadırlar. Yeni değildir. En azından bir elli yıllık süreç bizi buraya getirdi. Yavaş gibi görünse de bu bozulmayı hızlı yaşadık. Yalnız şimdiki hız tahmin edilemez bir bozgun şeklindedir. Son beş altı senede bütün radyo ve televizyonlarımız bozuldu. Neredeyse doğru ve güzel Türkçe duyamaz olduk. 70 yıldır yaşadığımız dil felaketinin en şaşırtıcı dönemindeyiz. Şimdi de bilerek isteyerek, kastederek bozuyorlar. Düşman istilasından beter bir durum yaşanıyor. Farkında bile değiliz. Yine bu katliama karşı duracak bilgi, görgü ve inanç eksikliği içindeyiz. Yine umursamıyoruz. Yine kendi kendimizi yaralıyoruz.

Bu topyekûn bozulmanın öncesinde de bozukluk vardı. Sebepleri üzerinde durmak lazımdır. Tiyatromuzdan ve sahne hayatımızdan başlayarak konuyu açmaya devam edeceğim.