Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Bizde dili bozmak sadece inkılapçı okumuşların işi değildir. Onların kastına benzer bir ayar verme de din algımızı yönetenlerde vardır. Bu ikisi birbirine karşıdır. Görüntü budur. Olanlara bakıldığında aykırı görünerek birleştikleri çok şey ortaya çıkar. Mesela dilde böyledir. Dilde arılaşmanın özellikle dînî tabirler ağırlıklı Arapça Farsça temizliğini esas aldığı da malum. Din üzerinden hareket edenler, dindar görünenler ve inkılapçılığa karşı çıkanlar bunlara mani olmak isteyecekler zannedersiniz, yanılırsınız. Durum şöyledir: Bir kısmı tamamen onların yanında yer almıştır. Nuri Pakdil’in Edebiyat’ı, onun takipçisi Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğlu ve Mehmet Âkif İnan’ın Mâverâ’sı, Sezai Karakoç’un Diriliş’i o çizgidedir. İslamist anlayışın edebiyata bulaşan hemen bütün unsurlarında böyle bir eğilim hâkimdir. Bu anlayış, giderek dinden hareket eden kanadın yaygınlaşan tercihidir.
İkinci kanat da dil bozuculuğuna yardımcıdır. Bunlar medrese kafasının devamı gibi görünseler de değillerdir. Arapça Farsça ağırlıklı kelimeleri, kavramları ve günlük hayatımıza girmiş dini tabirleri koruma gücünü gösterememişlerdir. Çünkü memleketin bazı diğer okumuş unsurları gibi o tabirleri ve o tabirlerle kurulmuş hayat şekillerini bilmiyorlardı. Cehaletleri onları karşılarındaki güçle birleştirdi. Kaybettirenlere alan açtılar. Yalnız belli kavramlara sarılmakla yetindiler. Bununla da kalmadılar, onların içinin boşalmasında yetersizlikleri rol oynadı. Kelimeleri, kavramları bir slogan gibi kullandılar. Dini dillerinde bir ideolojik kisveye büründürdüler. Hâsılı, karşı göründükleri diğer dil bozguncularıyla paralel yürüyerek aynı sonuca hizmet ettiler.
Bu iki kanadın yanında Diyanet başta olmak üzere İlahiyat ve İmam Hatiplerden yayılan ve aslında dini cemaatlerde keskinleşen bir anlayış son elli yılda çok yaygınlaştı. Onlar da aynı yolda yürüdüler. Bozgunculukta rol üstlendiler. Dili bozan ve günlük hayatı olumsuz etkileyen bu darlık zaman zaman bir kampanya halinde yürütüldü, yürütülüyor. Merkezde bu kurum ve kuruluşlar vardır. Camilerden devamlı bazı hususları duyururlar. Hutbeler ve vaazlar bu kampanyanın propaganda cümleleriyle çınlar: “Selam Allah’ın selamıdır. Ne o ‘selam’ deyip kesmek? ‘Selamün aleyküm’ diyeceksiniz. Bunun daha güzeli ‘esselamü aleyküm’dür. Günaydın münaydın ne öyle? Hayır Müslümansak Allah’ın selamını alıp vereceğiz!”
Camilerde bu cümlelerin daha keskin ve ağırlarını duyduk, duyuyoruz.
Selamlaşma dili göstergedir
Öyle anlaşılıyor ki sembol olan selamlaşma cümleleri bu kesimlerin dilinde mana ve işlev değiştirmiştir. Artık ideolojik sembol değerindedir. Kullanacağımız kelimeler, kavramlar selamlaşmadan başlayarak durmadan sınırlanmaya çalışmaları bundandır. Binlerce yıl içinden gelen Türkçe selamlaşma sözlerini geçtik, Müslüman geçirdiğimiz bin yıl içinde bulduğumuz tabirler de bugünün din dilinden ve hayatımızdan uzaklaştırılmıştır.
Hâlbuki dinler selamlaşmaya kelime dayatmaz ve sınır getirmez. Selamlaşma, her milletin diliyle olur. Araplar, selam derler, Yahudiler onun değişik telaffuzuyla şalom der. Araplarda bunu belirlilik ifade eden ekle (harf-i tarifle) Esselâmü aleyküm şeklinde söylemek yaygınlaşmıştır. Müslüman olduktan sonra biz de bu kalıbı aldık. Yalnız batı Türklüğünde harf-i tarifi atarak selam aleyküm veya selamün aleyküm şeklinde kullandık. Doğu Türkleri hala Araplar gibi söylüyorlar. Doğu ve Batı Türkistan’daki Türk ülkelerinde yaygın kullanış böyledir. Müslümanlığı samimiyetle benimseyen Türk, bu Arap sözünü almakta tereddüd etmemiş, bir ortak ifade kabul ederek kullanmıştır.
Günaydın, tünaydın da selamdır
Selâm sözünü almasak ve mesela gün ve tün’le kurulmuş selamlaşma cümleleri kullanmaya devam etsek yine bir şey değişmezdi. Günaydın veya tünaydın demenin dine zararı olmaz. Onlar da Allah’ın selamıdır. Müslümanlığımıza tesir eden şeyler bunlar değildir. Tataristan’a giderseniz, oradaki Türkler, “Hayırlı tün” derler. Arapça hayır’la Türkçe tün’ü birleştirerek kullanırlar. Tabii selam aleyküm de derler. Bunların birini kabul edip diğerini din dışı ilan etmek dine bühtan, dile ve millî hayata ziyandır.
Bizim dinden geçinenler (Diyanet, İlahiyat mensupları ile diğerleri) ve dindar geçinenler bütün selamlaşma cümlelerini atıp bu selamün aleyküm’ü koydular. Gelirken onu derler, giderken onu derler. Hele bir kullanış şekli var ki akıl alır iş değil. Erbakan Hoca’nın siyaset dilinde sembol gibi başlayan bu kullanış son zamanlarda çok yayıldı. Birisi telefon açıyor ve Selâmün aleyküm diyor. Tabii cevabını vereceksiniz. Aleyküm selâm diyorsunuz ve konuşma öyle başlıyor. (Bir diğer kesim de tanısın tanımasın nasılsınız diyerek başlıyor, o da ayrı bir garabet.) Benim gibi dil hassasiyeti duyanlar bu görüşmelerin dili kısırlaştırdığını söylüyoruz. Selamlaşmanın, söze başlamanın, sözü sohbeti dar bir kalıba hapsetmenin hem dile, hem milletin yaratıcılığına balta indirdiğini söylüyoruz. Kültür ve medeniyet ufkumuzu karartacağını ısrarla anlatıyoruz.
Alooo! Selamün aleyküm!
Bu telefonlaşma çok önemli. Üç beş dindar görünme kalıbından biri budur. Yeni bir ideolojinin yansıması halinde hayatımızı sarıyor. Ne fikir var ne akıl, ne mantık. Hiç olmazsa tanıdıklarımı düşündürmek için telefonlarda selâmün aleyküm hitabına “buyurun!” diyerek cevap veriyorum. Muhatabım kalıba uymayan bu cevaba ne diyeceğini şaşırıyor. Kısa bir susuştan sonra tekrar selamün aleyküm diyor. Ben yine buyurun diyorum. Bu sefer hücuma geçiyor: “Niçin selâmıma cevap vermiyorsun?” diyor. “Verdim ya” diyorum. “Hayır Allahın selamını almadın, günah ediyorsun!” diyor. Suçlamanın dozu değişik şekillerde azalıp artıyor. “Sadece Arab’ın kelimesi, cümlesiyle selâmlaşılmaz. Her selam Allah’ın selâmıdır. Sen söyleyeceğini söyle..” demeye çalışıyorum. Çok zaman başaramıyorum. Muhatabım kızıyor, darılıyor, söyleniyor. Büyük ihtimalle dine soğuk baktığımı düşünmeye başlıyor. Çünkü ona göre bu dini bir davranış. Burada yeniden bir tesbiti söylemek zorundayız: Bu algıyı veren veya verenlere karşı çıkmayan, destekler görünen Diyanet vesair kurum ve kuruluşlarımızdır. Dilimize ve dinimize büyük zarar veriyorlar. Nasıl zarar verdikleri açık.
Onlar sadece selamün aleyküm’ü selam kabul ediyor gibiler. Hutbeleri öyle, vaazları öyle, sokakta, evde, tarlada, avm’de, her yerde öyle hitap etmeyi dayatıyorlar. Bu konuda kaç hutbe verdilerse, ne kadar bahsettilerse aynı darlık. Ve bu darlık hayata yansıyor. Dindar görünen yalnız öyle selâmlaşılır zannetmeye ve öyle söylemeye başlıyor. Arapça söylenenden başkası geçersiz diyerek dine kötülük ediyorlar. Sanırsınız ki her konuda öyle düşünüyorlar. Belki de “namaz” demeyip “salat”, “oruç” demeyip “savm”, “sıyam” diyecekler. Ama dikkat edin onlara girmiyorlar; çünkü “namaz” ve “oruç” Farsça’dan. Yeter ki Türkçe olmasın, başka dillerden gelenlere itiraz edilmiyor. Anlaşılan bu.
Selâm “selâm”dan ibaret değildir
Hâlbuki bizim selamlaşma tabirlerimiz, deyimlerimiz, cümlelerimiz yüzlercedir. Bu dil genişliği medeniyet ölçüsüdür. Yüksek kültürün ve hayatı gergef gibi örmenin sonucudur. Kabile dili ve yaşayışından millet hayatına geçmenin ve çağının önünde yürümenin gereğidir. Bir zamanlar öyleydik ve bu sözlerle birbirimize hitab ederdik. Başkaları da hayran olurlardı. Bizim edebiyat metinlerimize bakın bunu göreceksiniz. İki üç asır içinde yazılmış seyahatnamelere bakınız, bunları göreceksiniz. Sadece birine bakmak bile gönül okşar: Lady Montaigue’nün mektuplarına giren bu incelmiş hayatı nasıl böyle darlaştırır, kabalaştırırız? Hayırlı sabahlar, sabahı şerifler hayr olsun, Vakt-i şerifler hayrola, günaydın, iyi akşamlar, İyi haftalar, güle güle, uğur ola, yolun açık olsun, Allahaısmarladık... ve daha pek çok benzerine ne diyeceğiz? Bunları kullanmayacak mıyız?
Zevkle tekrar edeceğim: Bizim dilek, selamlaşma manasını taşıyan yüzlerce cümlemiz ve deyimimiz var. Bizde akrabalık-dostluk-arkadaşlık belki her milletten güçlüdür. Onun için kullanılan tâbirler de çeşitlidir. Dilin ve milletin yaratıcılığını gösteren şâhâne örneklerdir. Din bunları teşvik eder.
Çünkü selamlaşmayı, yakınlaşmayı, görüşmeyi, sevmeyi-sevişmeyi sağlık verir. Aksini söylemek dine bühtandır. Ve neticede bilinmese de kültür düşmanlığıdır.
Birileri Diyanet’e, İslamcı görünenlere, dinden geçinenlere selamın sadece selâm’dan ibaret olmadığını anlatmalı