Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Ülkücüler için bir yeniden doğuşa ihtiyaç vardır. Öyle bir doğuş olmalı ki son yirmi yılda öğrenilenlerin, yaşanılanların, bariz yanlışların tamamen paranteze alınması kaydıyla… Bu doğuş bir medeniyetin doğum sancıları olmalıdır. Bu doğuş camiamızın zihninde oluşturduğu bütün ön yargıları, yanlışları ayıklayan, açık-seçik ve yalın bir tarzda maziyi yeniden keşfedip diriltmek şeklinde olmalıdır.
Grup ve salt particilik kültüründen fikir sistemine, teşkilat anlayışından liderlik anlayışına kadar her konuda tabuları ve takıntıları yok sayarak bir düşünce sistematiği geliştirilmelidir. Emarelerini görmeye başladığımız bu yeniden silkiniş, varlığını devam ettiren birçok olumsuz anlayışın da sonunu hazırlayacaktır. Bu yeni anlayışın temellendirilmesinde önemli olan kavramların doğru tanımlanması ve kavramlara yüklenilen anlamların sınırlarının belirlenmesidir. Müphem, metafizik, hamaset ve ispatı zor, uygulanabilirlikten uzak sloganlardan temizlenmek gerekir. Artık aslımıza rücu ederek sevgiye, saygıya, tahammüle, anlamaya ve anlatmaya dayalı bir dil kullanılmalıdır.
Üslup, herkesin seviyesine hitap edebilen ve ülkücünün var oluşuna uygun bir bakışa dayanmalıdır. Bireyleri inciten değil onurlandıran, harcayan değil kazanmaya çalışan bir bakış olmalıdır. Ülkücüler birbirlerine hitaplarında Turan coğrafyasındaki uyanışa yöneldiğinin şuuru ile hareket etmelidir. Çünkü ülkücüler çevresiyle birlikte kendi öznesine yönelebilen ve bütün bunları aşarak yeniden Türk medeniyeti inkişaf ettirecek tek umuttur…
Ülkücüleri yönetenler, tevazu kadar hoşgörü yönüyle de bir duruş abidesi olmalı. İnsana saygıyı Hakk’a saygı olarak kabul etmelidir. Ülkücü dünya görüşünün bütün hasletlerinin somutlaşmış ifadesini her bir bireyde bulabilmeliyiz. Bu ruh ile yetiştirilmelidir her birey. Ülkücü insan modeli her türlü bilgiyle donanmalıdır. Batının pozitivist - materyalist girdabında kalmadan ve doğunun mistik havasına girmeden, ifrat ve tefritten uzak durarak mana ile maddeyi hayatında bütünleştirmelidir. Slogan kültüründen, kuru bir mensubiyet duygusundan uzaklaştırılmalıdır ülkücüler. Kendisine yabancılaşmamış, çevresiyle ve yaradılış gayesine de uygun hareket edebilen bir modern ‘Alp-Eren’ karakterini göstermelidir. Yaradan ile arasına aracı koymayan bir kişilik olmalıdır her ülkücü.
Toplumdaki bütün sosyal dilimlerde örgütlenmelidir ülkücüler. Gazete, dergi, TV, sanat edebiyat, film vs. gibi alanlarda varlık göstermelidir. Aydın, münevver yetiştirebilmelidir. O şuurlu ülkücü doğrudan doğruya Kur’an’dan almalıdır ilhamı. Birilerini kendine halife yapmak, tartışılmaz siyasi liderlere bende olmak gibi bir mantık çelişkisine girmemelidir. Dolayısıyla cemaat, tarikat, siyasi taassup ya da küçük grup kültürü onun ruhsal dünyasında yabancısı olduğu ve tasvip edemeyeceği ve iptidai gördüğü anlayışlar kapsamında olmalıdır artık. Ortak paydalar ve asgari müşterekler etrafında büyüyerek toplumu kuşatmalıdır ülkücüler.
Özgürlük, onun en büyük sermayesi ve vazgeçemeyeceği en önemli hasletidir. Özgürlüğünü kim ve ne sebeple olursa olsun engelleyemez. Engellenme karşısında en sert tepkisini de gösterir. Eskiden böyleydi yarınlarda da böyle olmalıdır.
Ülkücüler bilmeli ki onu, diğer canlılardan ayıran en mühim fark iradesini kullanabilmesidir. İnsanı ‘zayıflar ve güçlüler’ olarak gören filozofların bakışı ya da mistiklerin ‘müritler tayfası’ anlayışına isyan eder. İnsanı bir birey, bir ‘şahsiyet’ olarak kabul eder ülkücülüğün orijinal misyonu.
Ülkücü anlayışa göre; siyasi lider, karizmatik özelliklere sahip insanüstü yeteneklerle donanmış, zinhar tartışılamaz biri değildir. Sadece kitleyi harekete geçirecek, kolektif çalışmanın uyumunun sağlayan, bunları hayata geçiren, ortak irade ile verilen kararları uygulayan kişidir. İnsanoğlunun aklı ile ulaştığı en ideal sistem olan demokratik usuller, istişare ve onun kurallarına uymak ve uygulamak zorundadır. Bu paradigmada lider değil toplumsal irade egemendir. Lider, toplumun ve kendi camiasının birliğini, dirliğini sağlayan, teşkilatın eğilimlerine ve dünya görüşüne uygun hareket eden ve bu doğrultuda grubu sevk ve idare eden şahsiyettir. Bunun dışında kendisine boyun eğilen ve insanüstü güçler vehmedilen varlık değildir liderler. Gerçek ülkücülerin düşünce sistemi Türk odaklıdır. Ülkücünün düşünce ve fikir sisteminde dogmalara yer yoktur. Türk’ün dünyayı algılama ve yorumlamasına dayanan, bilim ışığında temellendirilen gelişme ve değişmeye açık bir prensipler sistemidir. Dayanağı Türk milletidir. Hedefi Turan ülküsüdür. Bu anlayışlar ülkücülerin düşüncesinin temel yapılarıdır. Bu anlayışların tamamı insan ufkunun gelişmesine, bilimsel verilere paralel bir şekilde sürekli değişerek gelişme göstermelidir.
Teşkilat, ülkücülerin dünya görüşünü geniş kitlelerle götüren yayan ve hâkim kılmaya çalışan bir organizasyondur. Teşkilatlanmada birlikteliğin sağlanması, kararların hızlı bir şekilde alınması ve kaosu önlemek için ‘biz’ duygusu egemen olmalıdır (Biz duygusu bireyi yok saymak iradesine ipotek koymak anlamında kullanılamaz). Hedeflerini gerçekleştirmek için geliştirdiği teşkilat anlayışı var olan anlayışlardan farklıdır. Çünkü anlayışı, paradigması ve her şeyiyle farklıdır. Teşkilat mantığı, insan odaklıdır. Sistemi insan ürünüdür. Sistemin kendisinde kutsallık yoktur. “Kol kırılır yen içinde kalır.” mantığı onun hayat felsefesinde karşılığı olmayan bir hastalık kabul edilir. Teşkilat sadece düşüncesinin siyasi boyuta taşınmasını sağlayan bir araçtır. Teşkilat ya da parti bu anlayışın toplum huzurundaki karşılığıdır (Dünya görüşünün topluma ulaşmasını sağlayan araçlardır ). Teşkilat veya parti ülkücü dünya görüşünün dışında ve üstünde bağımsız ve üstün bir özelliğe sahip değillerdir.
1970’li yıllarda gelişen ve buna bağlı olarak hızla büyüyerek 1980’de iktidar alternatifi olan ülkücü anlayışın bazı umdelerini kısaca yazdım yukarıda. Yeniden doğuş ve güçlü bir uyanış için referansımız geçmişimiz olmalıdır. Eğer bu doğru ise geçmişte biz ne idik, nasıldık? Bu soruların cevabını arayalım hep birlikte.