Harun Meral

Tüm yazıları
...

Kısa kısa

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Harun Meral

“Körü körüne veya sadece bir sebeple bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye ve araştırmaya gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir.” G. Orwell

...

Siyasi ve sosyal konularda aşırı bağlılık özellikleri:

1- Kişi yanlış olduğunu bilir ama gene de yapar ya da yaşar.

2- Bir kere ve başlangıçta inanmıştır. Bu ona yeter. Tümüyle adanmışlık söz konusu hale gelir.

3- Kişilik sınırları yok olmuştur. Özdeşleşme vardır.

4- İdealleştirme ve biz duygusuna mahkûmiyet oluşmuştur.

5- Realitenin kaybı, gerçekleri görmeme hali baskındır.

6- İlkel dürtülerin hâkimiyeti kişiyi bağlı olduğu grupta kalmaya zorlar.

7- Kişi gerçeği değerlendiremez. Çevresini siyah ve beyaz olarak görür. Biz ve onlar ikileminden kurtulamaz.

Körü körüne bağımlılık bir hastalıktır muhalif olmak

Çat kapı geldiler. Tanıştık. İki akademisyen.

Bilgili, şuurlu ve dertli iki akademisyen.

Sadece maaşa talim eden, başını eğmiş işini yaparak evine ve iş yerine gidip gelen tipler değildi onlar. Her şeyin en iyisini biz biliriz iddiasında egosu yüksek olanlardan da değillerdi.

Sohbet ilerledikçe sosyal sorumluluk sahibi oldukları anlaşılıyordu.

Birisi şöyle başladı söze;

- Türk milliyetçileri muhalif olmalıdır. Sistemle her alanda uzlaşan değil yanlışları da görebilen yanlışa muhalif olabilen niteliğimizde olmalıdır.

Yaşadığımız düzen içerisinde pek çok şey iyi ve güzel olsa bile, biz aksayan yönleri, hataları, yanlışları bulup daha iyiye, daha güzele ve mükemmele doğru yol alabilmek adına muhalif olmalıyız.

Hep daha iyisini istemekle mükellefiz.

Yutkunarak dinledim. Sanki karşımda konuşan başkası değil de bendim.

Diğeri söz aldı.

- Başkan, Ülkücüler ürkekliği de beraberinde getiren teslimiyet anlayışına da muhalif olmalıdır dedi.

Sömürüye, çifte standarda, haksızlığa uğrayan tarafın yanında yer almakla yükümlü değil miyiz?

Sosyal çelişkilere dikkat çekmek görevimiz yok mu?

Türk milliyetçileri olarak bizler, toplumsal çelişkileri gören, farklılıkları sezen, alışılmışın dışında bakış açısı getiren, muktedirlerin görmemizi istemediği veya göstermek istemediği gerçekleri su yüzene çıkararak muhalif olmak gibi bir göreviniz yok mu?

Biz sadece günlük basit politika ve sloganlarla mı iştigal edeceğiz? diyerek kafama balyoz indirir gibi sorular sordu.

Tekrar görüşelim hocam diyerek sohbetin ağırlığı altında ezildiğimi hissettirdim onlara.

Kısaca şöyle cevap verdim.

-Türkiye’de özellikle son dönemlerde Türk milliyetçileri, Ülkücüler sistem tarafından kontrol altına alınmak gibi bir yumuşak saldırı altındadır.

Tepkisiz hatta duyarsız yığınlara dönüştürülüyoruz.

Aksiyoner özelliğimiz yıpratıldı. Hamaseti kutsayan yığın haline geldik.

Muktedirler kendilerini yaşatacak, kendilerine hizmet edecek özneler üreterek küçük payelerle bizi de kendilerine entegre ettiler. Bu durumda, biz bazen kendimize de muhalif olabilmeliyiz.

Konumumuzu, pozisyonumuzu muhafaza etmeyi kazanım zannettiğimiz paradoksa mahkûmuz, diyebildim.

Muktedirlerin yarattığı simülasyona inanıp, ülke gerçeklerini göremeyen sıradan insanlar olduk diyebildim.

Kalktılar gittiler…

...

“Aydın bir yönetici ve vatandaş olmak için önce insan olmak lazımdır.

İnsan hırlamaz, konuşur. Tahrip etmez, tamir eder ve yapar. İnsan dağıtmaz, bütünleştirir. Çünkü insan değer ölçüleri olması icap eden varlıktır. İnsan olabilmek için derin bir tecessüs ahlakı gerekir. Hakikatlerin bütününü kavramaya çalışandır insan. Şeklen insan olmak, ruhen insan olamamak. İşte meselemiz budur.”