Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Gaye, fikir, vasıta ve metot unsurlarının net olarak belirlenmediği veya bir dönem net olarak belirlenen bu ilkelerin şimdilerde taraftar hükmünde olan yığınlarca algılanmadığını esas alarak, ayrışma ve beraberinde karşıtlar oluşturmak haline dönüşüm gerçeğini ele almak istiyorum.
Meselemiz yükseliş veya siyasi başarı elde edip etmemek değil, sadece siyasi kalıplar içerisinde kalmak suretiyle terk ettiğimiz fikir ve gaye cephelerindeki köhnemişliğimizdir.
Evet, asıl mesele köhneleşmek ve ruh cephesinde derinliği olmayan sığ bir hale gelmiş olmamızdır.
Bence acilen gerekli olan; Ülkücü Dünya Görüşünü teorik anlamda iyi bilen öncü kadrolar, bu kadroların teoriyi pratiğe ve davranış şekillerine dönüştürecekleri, somut uygulama yapacakları kurumsal kimlik, yani güçlü bir STK. Bir de fikir ve görüş yansıtan içi dolu gazete..Toplum ülkücüleri ancak böyle tanıyabilir. Kafa, kasa ve kol birliği esasına dayalı sosyal Ülkücülük. Getirmek istediğiniz nizamın ölçülerine göre somut faaliyetler yapan kurumlar olmalı.
Bu yazıya Ülkücü Hareketin Türkiye’de sosyal hayat içerisinde, fikir ve düşünce alanında, sanat edebiyat sahalarında, kadrolaşma boyutunda, siyaset kurumu içerisinde yer alarak toplumsal bir hareketlenme yarattığı 1975’li yıllardan bu güne kadar oluşan üç ayrı ülkücü tipolojisinden söz açarak başlayacağım.
-Birincisi, Ülkücü hareketin temel gayesini özümsemiş, bu konuda kendisini yetiştirmiş veya yetiştirilmiş, kendi özel hayatından daha çok Türk Milletinin problemleriyle ilgilenen, şahsi beklentilerden uzak olarak milli ülkülerin gerçekleşmesi için pozisyon alan gerçek idealistler. Davranışları, söylemleri ve inançlarıyla göz dolduran kişiler. Halkın gözünde yeni bir nizamın temsilcisi olan kadro insanı.
-İkincisi, bir grup mensubiyeti duygusuna paralel olarak hareket ederek yakın çevresinde gördüğü veya kendisine ulaşan bir ülkücüden etkilenerek ben de sizdenim diyerek bir sıfatı üzerine alanlar.. Bunlar gündelik hayatın girdabında sürüklenirken bilgilenmeye zaman ayıramayan, eğitilemeyen, okumayan, sadece kuru bir mensubiyet duygusuyla Ülkücülük iddiasında bulunarak taklit yapanlardı. Niyet ettim Ülkücülüğe, uydum gidişata diyerek yaşadığı dönemde reaksiyoner tavırlar sergileyen hamasetle yoğrulmuş bir tip olarak hafızamızda kaldılar. Sade bir parti taraftarı, bazen de sokakta militan olarak gördük bu ikinci kategori Ülkücüleri. O dönemde liderlik ve hareketin ana kumanda merkezi olan Parti güçlü olduğu için bu ikinci tip Ülkücüler kontrol altında tutulabilmişlerdi.
-Üçüncüsü ise, sadece Particilik kalıplarında kalmaya tahammül edemeyen, sanat, edebiyat, sivil toplum sahası gibi alanlarda var olmak mücadelesi başlatan, salt politikaya uzaktan ve soğuk bakan aydın ve entellektüel Ülkücüler vardı.
Kitap yazdılar, senaryo yazdılar, şiir yazdılar, tiyatro ve sinema ile ilgilendiler, ama particiliğe pek sıcak bakmadılar.
-Ülkücü hareketin amaçlarına ve ruhuna uygun eğitim almamış, sadece bazı Ülkücü kurum ve kuruluşlara gelip gitmekten başka güçlü bir teşkilat disiplininde yoğrulmamış olan ikinci tip Ülkücüler teorisiz mücadeleyi anlamsız bularak savrulmaya başladılar.
Özünü tam olarak bilmedikleri bir davanın daha fazla savunucusu olamadılar. Savrulurken bile kendilerini ülkücü olarak isimlendiriyor ve fakat merkezden uzaklaşarak yeni kimlik ve mensubiyet arayışlarına başladılar.
Ülkücü hareketin baskı gördüğü dönemlerde, kesintiye uğradığı zamanlarda bu tip savrulmaları, kopuşları çok gördük.
Alparslan Türkeş'in vefatı sonrasında özellikle siyaset sahasında ülkücüler yeni bir sevk ve idare anlayışı ile karşı karşıya kaldı. Ülkücü hareketin kurum ve kuruluşlarının tüzel kişiliğine ve kurumsal yapısına saygılı olan ve fakat yeni yönetim anlayışına, Partideki yönetim tarzına karşı eleştiri yönelten yeni bir ülkücü yaklaşım zuhur etti.
Siyasi kuruma soğuk bakan aydın sayısı hızla arttı. Sembolleri esas alan, hamaset ve mensubiyet duygusu ile hareket edenler daha çok partici kimliğe büründüler.
Artık her üç ülkücü tip arasında birbirlerine öykünmeler, ithamlar, suçlamalar hatta zayıf kişiliklilerin hakaretleri dönemi başladı. Cehaletten ve hamasetten rant elde etmek isteyen siyaset ağaları bu durumu körükledi. Dün kardeş gibi olanları, bugün eleştiri yapan hadsizler ve hainler olarak nitelendirerek ülkücüler arasındaki ayrışma körüklenmiş oldu.
Birinci kategoride ele aldığımız eski tüfekler, yetişmiş değerli öncü güçler artık yaş olarak ilerledikleri için zayıf düşmüşlerdi.
Şimdi meydan siyasi taraftar olan ülkücü ruhtan uzak, milli ülkülere yabancı gruplara kalmış gibi görünüyor.