Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Mesele sadece ‘mensup oldum’ demekle bitmiyordu; Ülkücü Hareketin saflarına katılan her kişinin samimiyet, fedakârlık, bilgi, şuur, kardeşlik duygularına benzer bir sadakat ve sabırla da kendini donatmış olması gerekiyordu. Mesele sadece basit bir mensubiyet ve taraftarlık değildi. 1976’lı yıllarda seminerlere katılırdık/ seminerlere davet edilirdik. Türk milliyetçiliği ve Ülkücü Dünya Görüşü hakkında bilgiler edinirdik. Fikir ve bilinç düzeyimiz artsın diye kitaplar okutulurdu. Sohbetler tertip edilirdi. O dönemde mütecanis ve davranış bütünlüğü olan bir grup görüntümüz vardı. Fark ortaya koyabilmişti Türk milliyetçileri. Particilik değil, ortak paydalar ön planda idi. O seminerlerin birisinde bize hitap eden ağabeyin sohbetinden şu sonucu çıkarmıştım:
Mesele sadece ‘mensup oldum’ demekle bitmiyordu; Ülkücü Hareketin saflarına katılan her kişinin samimiyet, fedakârlık, bilgi, şuur, kardeşlik duygularına benzer bir sadakat ve sabırla da kendini donatmış olması gerekiyordu. Mesele sadece kuru bir mensubiyet meselesi değil, samimiyet, sevgi ve şuur meselesi idi… Bugün belki de kaybettiğimiz ve ihtiyacımız olan da samimiyet, sevgi ve şuur diye düşünüyorum.
------------
“Propaganda kime yapılır? Kitlelere, kalabalığa. Propaganda beyinlere değil, hislere hitap eder. Kalabalığın hisleri gayet basittir: Kalabalık bir şeyin ya lehindedir ya aleyhinde, kalabalıklar siyah ve beyaz olarak görür. Çözüm yolu aramaz, ya yanındadır ya karşısında. Kalabalıklara göre zıt kutup oluşturmamak bir zaaftır. Propagandaya maruz kalan kalabalıkların kalbinin kapısını açan iki anahtar vardır: hamaset ve kuvvet.
Bu nedenle, politize edilmiş kalabalıklar kendisinin mutlak hâkimiyetini, karşı olan herkesin bozguna uğramasını, boyun eğmesini ister. Birlikte yaşamak ve paylaşmak değil, karşıtların ezilip boyun eğdiği bir arzu ile hareket ettirilir kalabalıklar. Totaliter devletlerde kalabalıklar oluşturup, kalabalıkların hâkimiyetini sağlamak, satın alınmış medya gruplarına, güdümlü istatikcilere, korkak memurlara ve para ile çalışan din adamlarına verilmiş bir görevdir. Geçmişten bir örnek... Stalin döneminde Rusya’da, Stalin’e karşı çıkan herkes kalabalıklar nezdinde ‘halk düşmanı’ olarak lanse edilerek devre dışı bırakılır ve hatta çoğunlukla öldürülürdü. Hâlbuki halk düşmanı ilan edilenlerin tamamına yakını Stalin’in eski yol arkadaşları idi... Kalabalıklara siyah ve beyaz olarak görmek propagandası çalıştırılınca, karşıtlar anında siyah görünürdü.” Aldous Huxley ve Cemil Meriç’ten aklımda kalanlar.
------------
Bizler, adaletin ve hakkaniyetin önemini unutmuş bir toplumun çocukları olarak, kuvvetin hak ve haklı olduğu bir sosyal ilişkiler ağı kurduk. Her alanda, kuvvetliyi haklı olarak gördük. Kuvvetli gibi görünene eyvallah dedik.
Adil olanı veya gerçekten haklı olanı araştırıp, desteklemek yerine, en güçlünün peşinden giderek ondan gözükerek şahsi rahatımızı garanti altına almayı marifet zannettik. Bana dokunmasınlar yeter şeklinde bir basitliği tercih ettik. Kimsenin hiç bir konuda şikâyet hakkı yoktur. Çünkü o kutsal ifadede belirtildiği gibi; her toplum layık olduğu idare ile idare edilir. Unutmayınız ki, genel ve yerel yöneticiler, ister iyi veya kötü, ister kahraman veya zalim, ister âlim isterse cahil olsunlar, onlar kendi toplumlarının birer aynasıdır. Onlar, ulusal ruhun birer kopyasıdır. Güçlü olanı haklı gibi görenlere rağmen, hak ve doğru olanın farklılığına inanmış kesimler ise kurunun yanında yanan yaş gibidir.