1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.
İletişim:apuhan@outlook.com
Ahmet Yesevi: “Kitabına eğilmiş çocuk, aşını pişiren kadın, tarlasını süren çiftçi, tezgâhtaki sanatkâr, fenâlık düşünmeye vakit bulamaz.” der.
Bunu başarmanın tek yolu ise insanların üretim safhalarında rol almaları yani üretime katkıda bulunmalarıdır.
Bir sistem; insanların harcadığı emeğin çokluğu ölçüsünde ideal, emeklerinin karşılıklarını aldıkları kadar da adildir.
Sağlıklı bir iktisadi sistemin temelinde üretim yatar. Üretim, istihdam; istihdam ise refah ve gelişme demektir. Üretim, iktisadın ana yoludur ve ana yoldan şaşarak, üretimin yerine finansal hareketleri koymaya çalışan ekonomik yapılar kaza yapmaktan kurtulamazlar.
Üretimin azaldığı sistemler kendi oligarşik yapılarını oluştururlar. Dairenin içerisinde kalan azınlık emeği sömürülürken, köleleşmiş ve finans kurumlarının esiri haline gelmiştir.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, Türkiye bu konuda önümüzde duran en canlı örneklerden biridir. Bir yanda fabrikalar kapanıp, tarım arazileri azalırken diğer yanda ülkemizdeki milyarder sayısının her yıl artması bu hastalıklı sistemin bir sonucudur.
Üretim merkezleri yerine, finans merkezleri oluşturmakla övünen bir anlayışın, uluslararası güçlere esir olmaktan kurtulması imkânsızdır. Zira üretime değil; parasal hareketlere dayandırılan ekonomik yapı, para azaldığı an bocalar ve sonunda yıkılır.
Türkiye maalesef dünyada paranın en bol olduğu dönemlerde üretime yönelik yatırımlardan kaçınmış, ülkemize dışarıdan giren para betona ve asfalta yatırılmıştır. Para bolluğunda dağıtılan kredilerle alınan ithal arabalar; yine bolluk zamanında asfalta gömülen paralarla yapılan yollardan yavaş yavaş çekilmek zorunda kalmış, piyasanın itici kuvveti haline getirilen inşaat sektörünün yaptığı konutların da doluluk oranları hızla azalmıştır.
Hatalı büyüme rakamları bugün elimizde kalan tek tesellimizdir. Hâlbuki büyüme, kendimize kurduğumuz tuzakların belki de en hileli olanıdır. Sağlıklı bir yapı istihdam rakamları üzerinden değerlendirilmeli, istihdamdaki artışı başarı olarak görmelidir.
Koşulları her geçen gün zorlaşan dünyanın, bol bol inşaat dikmek gibi bir basitliği kaldırmayacağı açıktır. Fabrikaları çalışmayan, toprağından hasat elde edilemeyen, babaların akşamları yorgun ama gururlu bir şekilde evlerine dönemedikleri, her ay yeni icra dairelerinin açıldığı bir atmosferde ihtiyacımız olan insan modelinin yetişmesi de imkânsızdır.
Peki ne yapmalıyız?
Neoliberalizmin sebep olduğu sorunları, neoliberal çözümlerle aşamayacağımızı bilmek; Batılı reçetelerle, tutulduğumuz hastalıktan kurtularak ayağa kalkamayacağımızı anlamak yapmamız gereken ilk şeydir.
Bunu anlayacak nesiller ise ancak çağın ötesinde bir eğitim anlayışı ile yetiştirilebilirler. Eğer bir coğrafyada kalkınmadan bahsedilecekse, bunun temelinde eğitimin yattığını bilmeliyiz. Gerek Japon kalkınmasının, gerek Alman kalkınmasının yükseldiği zemin milli eğitim politikalarıdır.
Gelecek yüzyılda ihtiyacımız olan, bir asırlık edebiyatçılar, geçen asra damga vurmuş bilimsel buluşlar ve asırlık markaları ortaya çıkaracak yegâne unsur milli eğitimdir.
İyi eğitimli bir ulusun yeniden yazacağı hikâyesinde fırsat eşitliğini sağlayacak, ihtiyaç duyduğunda yanında olacak aygıt ise devlettir.
Dolayısıyla ‘serbest piyasanın’ aslında ‘serbest sömürü’ olduğunu bilerek, girişimciliği ve girişimciyi desteklemek devletin görevidir.
Devlet bu görevini ifa ettiğinde ortaya çıkacak sinerji, eğitimli bireyler tarafından karşılandığında, yükseliş de başlayacaktır.
Şüphesiz bu yükseliş, milli ruh ile sarıp sarmalanmalıdır. Zira milli ruh, saman ithal etmekten utanırken, borçları yüzünden intihar eden bir inşaat işçisinin lüks araba ve saraylarla sağlanmaya çalışan itibarı ayakları altına aldığını bilecek yegâne atmosferdir.