1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.
İletişim:apuhan@outlook.com
Bu hayat böyledir dostum,
Geçer hep beklemekle,
Umutların bittiği yerde,
Abdest al ve sabahı bekle.
Diyordu Muhsin Yazıcıoğlu. Gerçekten de hep bekledik. Birlik bekledik, dirlik bekledik, iktidar bekledik, bazen bir dostu bazen bir belayı bekledik. Hiçbirimiz kendimiz için bir şey beklemedik.
Hayatını hiç tanımadığı insanların geleceklerine adayan, ilkokulda okurken buğu yaptığında cama eliyle üç hilal çizen çocuklardık. Sonradan bölündük, parçalandık; yetmedi düşmanlaştık. Bu kadar tarih bilirken ve bu kadar fikrimizden eminken kurulan her tuzağa düştük. Düştüğümüz yerden kalkamadık.
Bu süreçte hayatın hızından soyutlanıp, bol bol düşünmeye vaktimiz oldu. Teknolojiyi hiç sevmeyenlerimiz de dâhil olmak üzere görüntülü konuşma programlarının birer uzmanı haline geldik. Gecelerce, sabahlara kadar sohbetler ettik. Türk Milliyetçiliğinden çok Türk Milliyetçilerini konuştuk. Durumdan memnun olan var mı?
Kurucu fikri temsil edenlerin hedefi iktidar olmalıydı. Açık ve net olarak, müesses nizamın bekçileri harekete geçti ve büyük, küçük iktidarın destekçileri olduk çıktık.
Bana göre meselenin özü şuna karar vermemizdir: Devlet mi bizi yönetecek biz mi devleti yöneteceğiz? Devlet tarafından yönetilmek bir gurur mudur?
2002 yılından, 15 Temmuz’a kadar devletle sürekli bilek güreşine oturan Erdoğan bence iyi bir örnektir. Erdoğan’ın iktidarında olan bitene bakarsanız, aslında bizim hizmet etmek için can attığımız bir devletin olmadığını açıkça görürsünüz. Beyoğlu İlçe Başkanlığı yapmış bir adam geldi ve bizim genelde saygı duyduğumuz kim ve hangi kurum varsa hepsini tek tek ezerek kendi nizamını kurmayı başardı.
Oysa bizim, tabiri caizse bir vuruşta yere sereceğimiz adamlar, 1980’den sonra cezaevlerinde bize İstiklal Marşı’nı ezbere okuyun diye emir veriyorlardı. Zekâ seviyeleri bu kadardı yani. O kadar işkenceci mahlûkat sırf devlet memuru oldukları için unutulup gittiler. Normal hayatlarına devam ettiler...
Nesiller değişti. Dünya değişti. Bugün ben, bana işkence yapan birinin peşini bırakmam. Hesabını sorarım, sordurturum. Bu değişikliğin sebebi şüphesiz sivilleşmedir. Bu sivilleşme artarak devam ediyor. Kimse fikirlerine ipotek konmasını kabul etmiyor. Kimse hiyerarşik yapı diye bir şeyi tanımıyor. İşte bunlar, yeni kuşakların sosyolojik yapısının şifreleridir.
Türk Milliyetçiliği hareketi bu sosyolojik gerçekliği kavrayamadan başat siyasi aktör olamaz. Bu yeni sosyolojiyi anlamak aynı zamanda birleşmenin kapılarını da aralayacaktır.
Gerek ekonomik çaresizlik, gerek sosyal sıkıntılar dünyada zaten güçlenen milliyetçiliğin önüne yeni fırsatlar getirmeye adaydır. Kurumlarımız ve şahıslarımız bu fırsatları değerlendirebilmelidir.
ABD’yi “Ben milliyetçiyim ve küreselleşmeye karşıyım” diyen bir adam yönetiyor. Fransa’da Milliyetçiler, geçen cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalmayı başardılar, İtalya’da iktidar ortağı oldular, Almanya’da kazan kaynıyor...
Ulus Devlet ve Küreselleşme kavgasının bütün dünyada konuşulduğu bir zaman diliminde, kavgayı kimin kazanacağının herkesçe merak edildiği bu günlerde biz ne yapıyoruz?