1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.
İletişim:apuhan@outlook.com
Malumunuz geçen gün yayınlanan kararnameyle, 28 Şubat’a kadar kuru soğanda % 49,5 olan gümrük vergisi sıfırlandı.
Bunun anlamı şudur: Kuru soğan ekimini bile planlayamıyoruz. Geçtiğimiz yıl bir kişi bile çıkıp, gelecek yıl biz bu kuru soğanı nasıl tüketeceğiz diye kendisine dert etmemiş. Ancak kuru soğan ekimini bile planlayamayan yöneticilerimiz Türkiye’nin 2023 ve 2071 hedeflerinden bahsediyorlar. Onlara şunu söylemek lazım: “Allah aşkına siz önce kuru soğan meselesini halledin. 2023 ve 2071’i biz planlarız”
Dünya tarihinde pirincin ilk ekildiği coğrafyanın üzerinde yükselen devletimiz, pirinç ithal ediyor. Bu bir başarıdır. Neoliberal politikaların esiri olmuş her ekonomik yapı bu başarıyı tadacaktır.
Ekonomist Bartu Soral soruyor:
“Türkiye’nin hiç ekilmemiş ve ekimden vazgeçilmiş yaklaşık 37 bin kilometrekare verimli toprağı var. Ayrıca sulanabilir 40 bin kilometrekarelik tarım alanı sulanmıyor. Buna karşılık 41 bin kilometrekarelik Hollanda’nın tarımda 55 milyar dolar dış ticaret fazlası veriyor. Neden?”
Düşünmesi gerekenler hiç düşünüyor mu acaba? Neden?
Artık inkâr edenlerin bile aslında çok iyi bildikleri bir şey var: Ülkemizi çok zor yıllar bekliyor. Bize para, çok para lazım. Peki, acaba bu parayı nasıl bulacağız? Acaba bir plan, bir program yapıldı mı? Sanmıyorum. Hâlbuki tarım kısa vadede sığınabileceğimiz en önemli liman; çünkü tarımda bu yıl yaptığınız yatırımın karşılığını gelecek yıl alırsınız.
Fabrikalarımız, yüksek teknoloji üretimimiz, AR-GE’miz, denizciliğimiz kısacası bize para getirecek hiçbir faaliyetimiz yok. Bununla beraber toprağı ekmeyi bile başaramıyoruz. Bartu Soral’ın sorduğu soruyu burada biz de soralım: Neden?
Tarımın iktisadi boyutunun ötesinde bir de stratejik boyutu var. Dünya her geçen gün ısınırken ve bölgemizde bir yangının çıkması an meselesiyken, 80 milyonluk bir nüfusun nasıl doyacağı hiç hesaplanıyor mu? Ya cephede çarpışacak ya da silahaltına alınacak 20 milyondan fazla askerimizin ne yiyeceği? Neoliberalizm; Buğdayı, şekeri, Fasulyeyi, nohutu, ay çiçeğini ithal etmemizi istiyor ve oyunu buna göre kuruyor. Biz ise üretimden yani bağımsızlıktan yanayız. “Hangisi ülkenin yararına?” diye sormanın gereği yoktur sanırım.
Aynı plansızlık büyük ve küçükbaş hayvan sayımızda da kendini gösteriyor. Toplamda 55 milyon hayvana sahip ülkemiz de bu sayının 250 milyona yakın olması gerekiyor. Maalesef hayvancılıktaki bu başarısızlık da et ithalinin önünü açıyor. Burada yurt dışına giden paramız kadar mühim olan bir mesele daha var: Türk Milleti yediği etin ne olduğunu bilmiyor!
Türkiye gibi hassas dengeler üzerinde varlık gösteren bir ülkenin yapmaması gereken bütün hataları yapıyor ve akabinde hiçbir şey olmamış gibi yolumuza devam edeceğimizi sanıyoruz. Maalesef bu coğrafya o kadar vicdan sahibi değil.