Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Müzik alışkanlığı ve kulak terbiyesi doğrudan dile yansır görüşünü ısrarla söylüyorum. Türkçe’nin telâffuzunda yaşadığımız sıkıntıları anlamaya çalışırken buraya bakmak gerekecektir.
Müzikte değişmeler yaşadık. Şüphesiz kaçınılmaz diyeceğimiz gelişmelerdi. İletişimin artması da bu değişmeye hız veren unsurların başında geliyor. Müzik piyasası serbest oluşmadı. Medya gücü belli kesimlerin elindeydi. Devlet ve o kesimler neyi destekledilerse o verildi. Diğerleri o tanıtım ve bilinme imkânlarından mahrum kaldılar. Batı müziği ve onun çocuğu piyasa müzikleri devamlı dinletildi. Kulaklarımız alıştırılmaya çalışıldı. Türk Müziği seslerine genetik alışkanlığımız aşındırıldı. Bu mühendislik o bin yılların mirasıyla yarıştı. Eşit şartlarda bir yarış değildi. Esasen yarışmaları gerekmeyen, yan yana yürümesi gereken zevklerden biri öbürüne tercih edilmek ve ettirilmek istendi. Devlet eliyle bunu yaptık.
Millet, Türk müziğinden vazgeçmedi. Niçin vazgeçsindi? Bin yılların özü, ışığı, milletin dehası o seslerdeydi. Onunla gülüp ağlamış, onunla sevinmişti. Her duygusunu, fikrini, inancını onunla söylemişti. Vazgeçmedi. Dahası, o yeni tür müziğe bağlananlar da tam vazgeçemedi. Konservatuar ve Devlet Senfoni Orkestrası mensupları dışında hemen herkes bu durumdaydı. Anlaşıldı ki bu mirastan faydalanmadan hafif müziği yaygınlaştırmak mümkün değil. Batı alt yapısı üstüne yerli motifler serpiştirerek yeni bir yola girdiler. Cem Karaca ve Barış Manço bu köklerden en çok faydalananlardı.
Hafif müzikte yerli arayışlar
Kırılma noktası veya eşik atlama bu tercihle gerçekleşti. Erbâbı ne der bilmem ama ben Nur Yoldaş’ın Sultan’ı Yegâh şarkısıyla çıkışını önemli bulurum. Bir milad gibi kabul etmek belki mümkün değil; fakat ona yakın bir dönüm noktasıdır. Attilâ İlhan’ın şiirinden bestelenen bu şarkıda bâriz bir Türkçe hatası yoktu. Bizim müziğimizin sesleri kullanılmıştı. Bestesi bizim klâsik anlayışa göre prozodi bakımından da çok problemli değildi. İyi bir uyarlamaydı. Türk Hafif Müziği olacaksa böyle olur denecek bir eser çıkarılmıştı.
Bu kuvvetli bir başlangıçtı. Türk Müziği için hem bir başarı, hem de bir bozulma döneminin açıldığını o zamanlar konuşmuştuk. Bozulmayı ayrıca yazmak gerekebilir. Onu şimdilik bir kenara bırakarak devam edeceğim. Bir arkadaşıma, “Bu hafif müzik küçük bir azınlığa mahkûmdu, bu eserle yaygınlaşabilirliğin kapıları açıldı. Kızın sesi de, okuyuşu da güzel!” dediğimi hatırlıyorum. Bu örnek benimsendi. Bu topraklarda kolayına yıkılamayacak bir ses saltanatı olduğu kabul edildi. Hemen her hafif müzik eseri bizden sesler, yansımalar, çağrışımlarla bestelenmeye başlandı. Bu iyi tarafı diyebilirsiniz.
İkinci bir taraf var ki konumuz da o. Hemen bütün hafif müzik eserleri dil dikkatinden uzakta kaldı. Birisi bir melodi yakaladı ve üzerine ses giydirildi. Veya başka ülkelerin bestelerinden biraz aşırma, biraz taklidle denemelere girişildi. İlk çıkanlar zayıf, tatsız tuzsuz şeylerdi. Her eser, üzerine elbise uymayan, rastgele kıyafetleri sırtına geçirmiş kişilere benzedi. Yanlışlıklar ortaklaştı.
Rûhi Su merhumun “Niksaaaarınnn fidaaaanlaaarııı” ve benzeri türkü ve şarkılarda duyduğumuz o acaip Türkçe okuyuş başka bir şekilde yaygınlaştı. Neticede o ses terbiyesiyle Türkçe söylemenin kolay olmadığını anladık. Hafif müzikte ise, Türk koma seslerini duymayan ve duyuramayan kulaklar ve ağızlar yetişti. Üzerinde durulacak birinci tesbit bu.
Prozodi temel mesele
Bestelerin prozodisi düzgün olanı hemen hemen çıkmadı. Yani, eskilerin güfte taksîmâtı dedikleri kelime, hece, anlam bölümlenmeleri ve bunlara dikkatle sağlanan akış kesildi. Kim nerede ve nasıl isterse kelime bölüyor, ses yükseltiyor, düşürüyor, bir arada söylenmesi gerekenler ayrılıyor ve neredeyse kuralsız bir döneme giriliyordu. İkinci tesbitimiz de bu.
Herhangi bir hafif müzik şarkısını ele alsanız bunu görürsünüz. Örnek için baktığımda çok bilinen arabesk havalı bir hafif müzik şarkısına rastladım. En az hatası olanlardan biri. Şöyle: “Senin gibisi bir daha gelmez, Temennim gelmesin de zaten.” Bu ve benzeri son dönem şarkılarına bakılırsa Hafif müzik eserlerinde önemli bir düzelme görülüyor. Batı müziğinin vurguları azalmış. Prozodi hataları da azalmış. Aynı kişinin okuduğu “Bangır bangır” adlı bir şarkı var ki o daha fena. Büsbütün fena olanlar çoğunlukta.
En yaygın eserlere bakınca belli bir ortalamadan bahsedebiliyoruz. Evet, hafif müzik Türkçe’yi bozdu ve bozuyor. Müziğin de bozulduğunu söylemek mümkün. Müzik bozulmadan dilde bozulmanın bu kadar olmayacağını sıkça tekrarladık. Konumuz da zaten bu.
En yağın eserlere ve en şöhretli okuyuculara bakarak net bir fikir söyleyebiliriz. Durul Gence-Erol Büyükburç-Erol Evgin döneminde bozulma sınırlı kaldı. Memleketim şarkısıyla şöhreti artan Ayten Alpman’da telaffuz bozukluğu daha az hissedilir. Hafif müziğin zirve ismi İlham Gencer’de de öyle. Derece derece olmak üzere hepsinde Türkçe telaffuz bozuktur. Başka bir dilin sesi veya ana dili başka olan birinin söyleyişi gibi duyulur.
Sezen Aksu bozuk Türkçe demek
Şöhretler içinde en fecisi, Türkçe katlinde önde gideni Minik Serçe diyeceğim. Biliyorum bu düşünceme hak vermeyenler ve kızacaklar olacak. Bunu bilerek söylüyorum. Evet, Sezen Aksu’nun eserleri Türk diline göre bestelenmiş değildir. Bunu mutlaka tartışmak gerek.
Çok sevilen bir şarkısını açtım. Adı “vazgeçtim”. Vazgeçtim kelimesiyle başlayalım. Türk motifleri kullanılan şarkıda, başlangıç Türkçe telaffuza göre değil. Vaz hecesinde vurgu ağırlığı hemen belli oluyor. VAAzzı şeklinde bir giriş var. Vurgu geriye çekilerek ve kuvvetlice ilk heceye ama son harfe doğru hızı düşerek veriyor. Z’den sonra birkaç z çıkıyor ve ı sesi ekleniyor. Müzikte de olsa dilin seslerini olduğu gibi vermek esastır. Böyle ses doğurtamazsınız.
İkinci hecede ayrı bir kelimeye girilmiş gibi GEEEÇ çok vurgulu ve yine sessizler gölgelenerek duyuluyor. Sessizler doğuruyor, yani ikinci bir sessiz har ekleniyor. Geç derken ç sesi uzatılacaksa tutulur ve çok ç gibi duyulmaz. Burada çok ç gibi duyuluyor. Tim hecesi de öyle. M’den sonra yine m gölgelenerek zayıf m’ler ve bir i eklenerek söyleniyor.
Müziğin dildeki sesleri kısaltma yetkisi yok. Uzatma yetkisi de kurallara bağlı. Daha önce bahsettiğimiz prozodi ve dillerin kuralları bestekârların ve okuyucuların sıkı bir şekilde uymaları gereken olmazsa olmazlardır. Sezen Aksu, dil konusunda kendisini serbest hissediyor. Frenk taklidi müzik vurgularıyla ne onlarınkine ne de bize benzer bir müzik ortaya çıkıyor. Bu bir sözlü müziktir. Sözü bozmak, dili bozmak olmaz.
“Vazgeçtim”le kulağımız için hata gibi kabul edilmesi en zor kelimeyi seçtim. Diğerleri herkes için çok açık. “Sessizce, kimsesizce gönderdim dudaklarımı” mısraının telâffuzu her kelimede birkaç Türkçe ses hatasıyla, telaffuz bozukluğu ve prozodi yanlışıyla zevkimizi rahatsız etmeli. Gönderdim derken iki ayrı kelime gibi telaffuz ettiğini hemen her kulak duyar. Her hecede müziğin iniş çıkışları dışında bir dil sendelemesini herkes hisseder. Fakat şunu söylemem lazım ki çok alıştık. Bu yüzden biliyorum bu dediklerimi pek az kimse duyacak veya anlamak isteyecektir. Az örnek verişim, sesi yazıyla anlatmak zorluğu yanında, çoğumuzun bu dil dikkatlerimizin körelmesinden dolayıdır. Batı tarzı hafif müzik bu topraklarda kulağımızı bozdu. Bu yüzden “Ne diyor bu adam?” diyecekler çok çıkacaktır.
Evet “Ne diyor bu adam?