Şevket Apuhan

Tüm yazıları
...

Kötü yönetim mi, üst akıl mı? Dolara ne oluyor?

1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.

İletişim:apuhan@outlook.com

Şevket Apuhan

Dolar yeni rekorlar kırıp sürekli yükselirken bütün Türkiye aynı soruyu soruyor: Doların yükselişi nasıl duracak?

Merkez Bankası, faiz arttıramadığı için suçlanırken hem zamanlama hatası yüzünden hem de aşağıda bahsedeceğimiz bazı sebepler yüzünden yapılan faiz artırımı da doların hızını kesemedi.

Öncelikle belirtmeliyiz ki faizler arttığında döviz fiyatlarının düşmesi bir iktisadi kuraldır ancak bu kuralın geçerli olması yani faizin cazibe yaratılabilmesi için ön koşul güvendir.

Adalet sistemine, bürokrasisine, hukukun işleyişi vb. unsurlarına güvenilmeyen bir piyasa, faizler ne kadar yüksek olursa olsun yatırımcı çekmekte zorlanacaktır.

Tam burada bazı çevreler tarafından sıkça dile getirilen “ekonomik operasyon” iddialarına da değinebiliriz. Yurt dışında Türkiye aleyhinde çıkan her haber, yazılan her yazı, yürütülen en basit propagandalar bile aynı zamanda bir ekonomik operasyondur. Gerçekten de dövizdeki son yükselişlerde ülkemize dolaylı yoldan operasyon yapan bazı küresel güçlerin, piyasalara müdahale ettikleri de çok açıktır ancak bu bahaneye sığınırsak, zarar gören yine Türkiye olacaktır.

Zira Türkiye yukarıda bahsettiğimiz operasyonlara karşı hiçbir tedbir almayarak hatta piyasadan çekildiğinde krize sebebiyet verecek sıcak paranın gelişini büyük bir ekonomik başarı olarak göstermek yoluna giderek, aslında bu operasyona ve bu krize davetiye çıkarmıştır.

Uzun yıllardır ülkenin eğitim sistemini iyileştirecek tek bir adım atmamak, adalet sistemi terör örgütlerinin eline geçerken izlemek, hukuk her gün binlerce defa katledilirken ses çıkarmamak, Türkiye’yi sarsılması çok kolay bir ülke haline getirmiştir.

Uzun yıllardır, onlarca yazı yazarak Türkiye’nin, dünyada paranın en bol olduğu zamanlarda ülkeye giren parayı betona ve asfalta yatırdığını, bu para bolluğu bittiğinde ülkeye döviz sokacak üretim alanlarının yaratılmamasının bedelini ödeyeceğimizi söylemiştik.

Üretime değil, finans hareketlerine dayanan iktisadi yapıların günün birinde çökeceği, bu ülkenin son on yılında en çok dile getirilen gerçeği dersek sanırım abartmış olmayız.

Bundan sonra, yeni sıcak para kaynaklarıyla kriz ertelenebilir, faizleri sürekli arttırmak yoluyla biraz nefes alma çabası içine girilebilir ancak bir kez daha hatırlatmalıyız ki, bu tedbirlerin hepsi Türk ekonomisi için bir ‘ağrı kesici’ etkisi gösterecek, bu etki geçtiğinde ağrı daha çok can acıtacaktır.

Türkiye’nin yapması gereken, sorunu geçici çözümlerle ertelemeye çalışmak değil; ortadan kaldırmaktır.

Bu da ancak ve ancak yatırımcıya güven vermekle ve katma değer yaratacak üretime yönelerek ülkeye ihracat yoluyla yabancı para sokmakla mümkündür. Faize, borsaya ve/veya tahvile gelen yabancı para hiçbir şekilde birikmiş dertlerimize derman olamaz.

Doların bu birkaç günlük yükselişi durdurulsa bile maalesef Türkiye’yi gelecekte güzel günler beklemiyor. Artan jeopolitik riskler, dünyada yerleşen “tek adam rejimi” görüntüsü ve kendi vatandaşlarımızın bile itimat etmediği bir hukuk sistemi iktisadi yapımızı sarsmaya devam ettikçe kriz kapımızda demektir.

Türkiye’yi kurtaracak olan ise hemen hepsi birbirine benzeyen seçim vaatleri, neredeyse birbirinin kopyası olan parti programları değil; Türk milletinin içerisinde bulunduğu çıkmaz sokağın farkına varması ve daha güçlü bir ülke için talepkâr olmasıdır. Aksi halde büyük bir ekonomik krizle ve dolayısıyla bir sosyal krizle sarsılmamız hiç kimseyi şaşırtmamalıdır.

Son olarak; 90 yıllık Cumhuriyetimizin ulaştığı ekonomik büyüklük, dünya ticaret yolları üzerindeki konumumuz, insanımızın güçlü, pratik ve girişimci ruhu ülkemiz için umutvar olmamızı güçlendiren etkenlerdir. İstikrarlı ve sürdürülebilir bir yönetim anlayışı ile doğru tercihlerde bulunarak, üretime dayalı planlı bir ekonomik modeli hayata geçirdiğimizde bu sorunların üstesinden gelebiliriz. Popülist politikalardan uzak durarak tasarruf hacmimizi arttırmalı, başta tarım sektörü olmak üzere iş üreten tüm sektörleri desteklemeliyiz. Yeni ve güçlü markalar oluşturmak zorundayız. Bunun için özel sektör kamu işbirliğini geliştirmeliyiz. Eğitim ve AR-GE çalışmalarımızı vakit kaybetmeden hayata geçirmek mecburiyetindeyiz. Kısacası yeni bir hikâye yazmaya başlamalıyız. Bu hikâye şüphesiz ki üreten Türkiye’nin hikâyesi olmalı. İşte o zaman bizim aklımızdan daha üst bir akıl ortada kalmayacaktır.