İktisadî konular üzerine tartışmak zaman zaman alışkanlık haline geliyor. Hatta bizim gibi iktisadın sosyal ve kültürel boyutu üzerine yoğunlaşanlar da tam sahamız olmamasına rağmen, bir şeyler yazma ve okurlarımızla buluşma ihtiyacını duyuyoruz.
Neredeyse herkes ekonomistim diyor ama bazıları iktisatla pek fazla ilgili değil. Yine bazıları inatla yanlış görüşlerini savunmaya devam ediyor. Konulara vakıf bazı ünvanlılar ve yetkililer ise nedense ekranlarda doğruları söylemekten çekinir haldeler. Herhalde bu tavır saygının bir gereği olacak… Aslında aklın ve ilmî gerçeklerin yolu birdir ancak ülkelerin özellikleri farklı olabilir ve ona göre hareket edilir. Konular basit ve kolay genellemelerin içine hapsedilmez.
İhracat, gerçekten çok önemli bir döviz kaynağıdır. İhracat için rekabet gücüne sahip üretim, dış talebi kalite ve sayı bakımlarından karşılayacak mal ve hizmetlerin arzı gerekir. Teknolojik gelişme de ihmal edilmemesi gereken bir faktördür. Bütün bunlara rağmen, ülkeler yaşadıkları bölgelerde ve dünya genelinde dış politikada başarılı oldukları ve iyi ilişkiler kurabildikleri oranda ihracatın nimetlerinden faydalanırlar. Cari açığı bulunan bir ülke bu açığı kapamadan cari fazla veren ülkelere de özenmemelidir.
Mesela, Türkiye ithalata dayalı ihracat yapabilen bir ülkedir. Büyüme konusunda da benzer bir yaklaşım söz konusudur. Türkiye’nin ithalatı içinde %70’leri aşan hammadde ve aramalı ithalatı dikkat çekmektedir. Katma değeri yüksek malları ihraç edebilme gücüne de henüz sahip değiliz. Bu durum ihracattan beklentileri de zora sokmaktadır. Türkiye’de güven eksikliği, istikrarsızlık, siyasi kriz gibi faktörler, ortaya çıkan belirsizlikler, yabancı sermaye çekmeyi zorlaştırdığı gibi; sermaye kaçışına sebep de olmaktadır. Bu durumda gerekli yatırımların yapılamaması üretimi aksattığı gibi istihdam sorununu da ortaya çıkarır.
Üretim çarkı hammadde ve ara malda bir tıkanıklık yaşarsa bu sorunun ihracatı olumsuz etkileyeceği açıktır. Yakın geçmişte yeterli desteği görmemeleri, ithalat furyası ve aramalı üreten küçük ve orta sanayi kuruluşlarının kapanması, içerde üretilen malların yerini ithal mallarına bırakmaya mecbur kılmıştır. Ancak ithalatı dövizle yapabilirsiniz. Yerli üreticiyi sanayide ve özellikle tarımda desteklemeyi unutursanız yabancı ülkelerin firmalarını destekler olursunuz. Bazen içerde ürettiğiniz mala ve hizmetlerin iki üç katıyla ithalat yapma yanlışına düşersiniz. Maalesef bir ara döviz tartışmalarında “sen maaşını dolarla mı alıyorsun ki, dolarla ilgileniyorsun” gibi yerli yersiz lafları işitir olmuştuk. Şimdi döviz kurundaki iniş ve çıkışların nelere mal olabildiğini biraz biraz fark eder olduk. Özellikle Merkez Bankası’na yapılan siyasî müdahaleler son derece yanlış olmuş ve dış itibar kaybına sebep olmuştur. Tasarruf faizlerindeki düşüş TL hesaplarını özellikle dolara doğru yönlendirmiştir. Siyasilerin anlaşılmaz bir garip döviz düşmanlığı ve döviz kurunu sürekli düşüreceklerini ilan etmeleri, döviz kurunu hak etmediği halde yukarı çekmiş; TL’yi yerlerde sürünür hale sokmuştur. Ekonomik faaliyetlerde dövize ve özellikle dolara talep artmış; dış borçlarımız katlanmış ve enflasyonist baskı piyasaları altüst etmiştir. Uzun bir süredir yayılmış bulunan “üretme ithal et yanlış anlayışı” olumsuz etkiler yapmıştır. Ekonomide faizlerin düşürülmesiyle her şeyin düzeleceğini zannetmek ve sadece buna bağlanmak yanlış bir yoldur. Böyle bir yol istediğiniz kadar gizleseniz de enflasyonun bilhassa sabit gelirliler üzerindeki ezilmeyi ve geleceğe olan ümidi kaybetmeyi önleyemez. Önemli olan yerli üreticiyi desteklemek ve onları yabancı üreticiler karşısında ezdirmemektir. Merkez Bankası faizdeki sürekli indirmeyi terk etmeden doları indirebilmek çok zordur. Böyle bir yanlışlar silsilesine model demek de yanlış olur. Bir hafta on gün sonrasını bilemiyorsak ve tahmin dahi etmede zorlanıyorsak böyle bir model nasıl bir model olabilir ki?
Büyük şirketlerimiz hatta orta seviyedekiler bile dolarla borçlu olduklarından dolar artıkça bunların yeni finansman kaynakları bulmaları ve yatırım yapma imkanları ve hatta yaşamaları da çok zorlaşır. Yatırımlar azalacağından istihdam zayıflar ve işsizlik kapıyı çalar. Türk Lirasının değeri düşünce ihracatın artması belki beklenebilir ancak üretiminiz ithalata bağımlı ise bir kısır döngü içinde ihracattan elde ettiğinizi fazlasıyla ithalat yoluyla kaybedebilirsiniz.
Bir ara hatırlarım bazı siyasiler ve bazı sivri akıllılar plan da neymiş, bize plan değil pilav lazım deme yanlışına düşmüşlerdi. Biz Devlet Planlama Teşkilatı’nı Ankara’da kapatmakla kalmadık, o tarihlerden bugüne huzur içinde pilav da yiyemedik. Planlama ve proje yapma konularındaki zaaflarımızın acı sonuçlarını yaşıyoruz. 1980 sonrası bir ölçüde hâkim ekonomilere küreselleştirme ve piyasa şartlarından menfaat bekleyen aşırı liberallere içerde ve dışarda fırsat verdik. Bu onların işine de geliyordu. Türkiye ne olmalı ne de ölmeliydi. Dahası inatla faiz indirimleriyle uğraşırken kronik bir hastalık olan enflasyonla mücadeleyi sürdürmek yerine büyüme rakamlarına fazla takıldık. İnşaat sektörünün cazibesine kapıldık. Tarım alanlarını perişan ettik. Maşallah neredeyse ithal etmediğimiz tarım ürünü kalmadı. İmtiyazlı yerli sermayeye ve müteahhitlere kamu kaynaklarını haksız yere transfer ettik. Sadakati liyakatin önüne geçirdik. Ekonomik konularda çözümü ilahiyatçılarda aradık. Enflasyonu inanılmaz rakamlarla gizlemeye çalıştık. Türk Lirasını tasarruf aracı olmaktan çıkardık. Kuruluşların bağımsızlığını çok çirkin örneklerle zedeledik ve kaldırdık. Şimdi yapılan yanlışları ve yanlış tercihleri yok sayarak sorunlardan şikayetçi olmaya çalışıyoruz. Hiç olmazsa geçmişten ders alarak gelecekte aynı yanlışları yapmayalım. Ekonomik güç bir ülkenin varlığını koruyan önemli bir caydırıcı silahtır. İHA ve SİHA’ların örneklerini çoğaltalım. Sanayi kuruluşlarımıza, bankalarımıza sahip çıkalım. Yabancıların eline geçmemiş kuruluşlarımız parmakla sayılır hale geldi.