1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.
İletişim:apuhan@outlook.com
Türkiye geç olsa da Asya Çağını yakaladı ve sonunda yerini buldu. Şimdi; yerini bulan Türkiye, iktisadi modelini arıyor. Avrasya’da, Amerika karşıtı cephede yerini alan ülkemizin, bu cephenin gerektirdiği ekonomik güce ulaşarak emperyalizme karşı mücadelenin yeniden öncü ülkelerinden biri olmak için üretim yürüyüşüne başlamaktan başka bir şansı yok.
Bugün açık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki Türkiye’nin özelleştirme politikaları hezimetle sonuçlanmıştır. Başta Türk Telekom olmak üzere, şeker ve tütün fabrikalarının, Tekel’in özelleştirilme süreçlerinde zarar eden hep devlet yani vergilerin sahibi halk olmuştur. Dünya iktisat tarihi bu şekilde kalkınmış bir devlet kaydetmemiştir. Neoliberal öğretilere ters adımlar atmadan, dışarıdan verilen nasihatlere harfiyen uyarak zenginleşmek ve kalkınmak imkânsızdır. Gelinen noktada anlaması gerekenlerin de bu gerçeği anladıklarını umut ediyoruz.
Vatandaşın çıkarlarının piyasanın insafına bırakıldığı bir sistemde patates soğan alabilmek için bile saatlerce sırada beklemek zorunda kalan insanlarımız da mevcut sistemin çöktüğünü yaşayarak öğrenmiş durumdadırlar ve bu değişim için önemli bir aşamadır.
Türkiye’nin atması gereken ilk adım şüphesiz eğitim ve adalet sistemini, en azından çok uzun yıllar değişim gerektirmeyecek bir şekilde kurgulamasıdır.
Eğitimde ortak akla dayanan yeni bir anlayış ortaya koyulmalı ve gelecekte Türkiye’nin yükünü sırtlayacak nesiller, her anlamda kusursuz bir şekilde yetiştirilmeliler. Eğitimsiz-eğitimi zayıf bir milletin ekonomisini toparlaması ve iktisadi sisteminin işleyişini devam ettirebilmesi şüphesiz imkânsızdır.
İhtiyaç duyduğumuz üretim devriminin lokomotifi ise şüphesiz devlet olacaktır. Tasarruf oranlarımız ve şirket yapılarımıza bakıldığında ülkemiz için devletsiz herhangi bir çözümün söz konusu bile olamayacağı görülmektedir.
Üretim devrimini milli bir mesele haline getirebilmeli, toplumun tamamını bu milli mesele etrafında bir araya getirebilmeliyiz. Ancak milli bir amaç uğrunda birleşmiş bir Türkiye, yıllık 1 milyar dolarlık kozmetik ürünü ithalatı yapmaktan kurtulabilir.
Önümüzde duran en mühim sorun şüphesiz yüksek işsizlik rakamlarıdır. Bu açıdan bakıldığında üretim devriminin önemli aşamalarından biri de tarım politikamızda atacağımız adımlarda saklıdır. Zira doğru tarım politikaları ile hem istihdam sağlayabilir, hem de gıda gibi stratejik bir alanda yeniden kendi kendimize yetmeye başlayabiliriz.
Antep Fıstığı’nın ana vatanı Türkiye iken hiç üretimi olmayan Almanya’nın bizden tam üç kat fazla Antep Fıstığı ihracatı yapması lokal; ancak genel olarak tarım maceramızı yansıtan bir örnektir.
Planlı ve programlı bir tarım politikası, kooperatiflerin mali yönden desteklenmesi ve devlet-çiftçi iş birliği ile Türk Tarımını ayağa kaldırmamamız için hiçbir neden yoktur.
Köy hayatını ve çiftçiliği özendirecek politikalar ve desteklerle de bu süreç desteklenmelidir.
Türkiye’nin yoksul olmak gibi bir lüksü asla yoktur. Zenginleşmemiz, devlet-özel sektör-çalışan birlikteliğini sağlamamız ve üretim devrimimizi gerçekleştirmemiz bizim için aynı zamanda bir beka meselesidir.
Bunu başaramamız için hiçbir sebep yoktur. Neoliberal politikalardan kurtulmayı başarırsak ve planlı bir karma ekonomi modeli oluşturup, bu modele sadık kalırsak Türkiye çok kısa zaman içinde toparlanabilir.
Yabancı nasihatler ve planlardan kurtulmalıyız.
Örneğin: Türkiye’de 2011-2018 arası nişasta bazlı şeker üretimi %22 artarken; 10 şeker fabrikasının özelleştirilmesiyle pancar şekeri üretimi ise %18 azalmıştır.
Bunun mutlak sebebi özelleştirme politikaları ve dışarıdan dayatmalardır. Bu dayatmalardan kurtulmalı ve kendi yolumuzu kendimiz çizmeliyiz.
Ziya Gökalp’in dediği gibi:
“Endüstride ileri gitmiş milletlerin ekonomi kitaplarını, değişmez kutsal kitap kaideleri gibi aynen okutmaya ve hayatımızda böyle bir devlet ekonomisinin peşinden gitmeye kalktıkça, iktisaden çökmeye doğru gideceğimizden şüphe etmeyiniz.”