Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Dilimizin en temel özelliklerinin ısrarlı hücumlara uğramasını fark etmemek büyük gaflettir. Dil sevgisi ve dil şuurunun dolayısıyla Türklüğe mensubiyet fikrinin -en azından- yaralanması sonucunu doğurur. Bugün, milliyetimizin maruz kaldığı sayıya gelmez oyunları görmez, duymaz, bilmez hale gelişimizin temelinde de dil vardır. Buradan vuruluyor ve bölünüyoruz.
Medyayı eskisi kadar değilse de takip ediyorum. Karşılaştığım dil yanlışları saç baş yolduruyor. Koca koca profesörler doğru dürüst Türkçe konuşamıyorlar. Cümle bilgileri yok. Kelimeleri bazen yanlış manada kullanıyorlar. Telaffuzları deseniz, evlere şenlik. Spikerler, muhabirler zaten öyle. Bunlara o payeleri kimin, nasıl verdiğine, kimlerin o vazifelere getirdiğine şaşıp kalıyorum. İşin üzücü tarafı, bu dehşetli arızaları duyan, anlayan da neredeyse kalmamış gibi. Kimsenin sesi çıkmıyor. Söylediğinizde de, “ne diyorsun?” der gibi tuhaf tuhaf bakıldığını hissediyorsunuz.
Tam bir gaflet ve onun beslediği cehalet hüküm sürüyor.
Fransızca barajı
Nihad Sami Banarlı merhum anlatır. Bir Türk hoca, Paris’te Fransız profesör dostunun bir talebesini imtihanına şahit olur. Hatırımda kaldığına göre bu bir fizik imtihanıdır. Öğrenci, bütün soruları bildiği halde hocası “geçemediniz” der. Çocuk çıkar ve bizimki sorar: “ Neden geçemez dediğinizi merak ettim.” Der ki:” Dostum, mutlaka fark etmişsinizdir, bir yerde affedilmeyecek bir Fransızca hatası yaptı.”
Bu cevabın nasıl bir şuurun eseri olduğu üzerinde düşünmek gerek. Uzağında kaldığımız bir dil sevgisinin saygı duyulacak bir örneğidir. Biz bunu, şu halimizle anlayamayız. O dil anlayışından ve bilgisinden, milliyetçiliğinden uzağız. Aramızdan aşırı bir tepki diyecekler büyük çoğunluktur. Bir fen dersinde yapılacak dil hatasının esas bilgiden sayılmayacağını söyleyenler ondan çok çıkabilir. Son noktayı koyacak denemede, binlerce kişilik bir anketin soruları arasına konsa, Hoca’nın öğrencisi gence haksızlık ettiği düşüncesinde birleşilmesi de mümkündür. Yalnız, Fransa için gerçek ve doğru Fransız profesörün tavrındadır. Hiçbir Fransız, dilini doğru dürüst öğrenmeden liseden mezun edilmez. Üniversite sıralarında da bu dil dikkati devam eder. Bütün hayatında ana dili bir barajdır. Her zaman karşısına çıkacak ve düzgün yazamadığı, düzgün konuşamadığı takdirde ona kapılar açılmayacaktır.
Bu dikkatin yalnız Fransa’da bu kadar keskin olduğunu düşünmek hatadır. Fransızların dilleri konusunda vardıkları hassasiyet, belki bütün milletlerden öndedir. İleri bir örnektir. Fakat öne çıkmış bir millet ve devletin diline kayıtsız kaldığı görülmemiştir. İleri hamlelere girebilmenin dilden geçtiğini bilmeyenler zaten öne çıkamazlar. İnsan yetiştirmenin ilk ve son basamağı her durumda dildir.
Kültür kademelenmesi
Sade insanın kelimeleri azdır. Onun hayatı bu dar kadrolu dille rahatlıkla yürüyebilir. Bir çobanın, hayvancılık veya çiftçilik eden okumamış bir insanın ihtiyacı bellidir. Onun dili dar kadrolu yaşayışına ve ihtiyacına göre şekillenecektir. Bin kelimeyle hayatını devam ettirebilir. Ayrıca bir o kadar kelimeyi de bilir, anlar ve gerektiğinde kullanır. Fazlasını edinmek için gayret sarf etmesi merakına göre değişir.
Hayatın başka alanlarında çalışanlar, ülke ve dünya meseleleri üzerinde fikir edinmesi ve çalışması gerekenler için durum farklıdır. Derece derece pek çok kelime ve kavram onların hayatlarındadır. İhtiyaçları çeşitlidir. Öncelikle, genel kültür denilen, belli bir seviye gerektiren birikimi edinmeleri gerekir. Gerçi, kültür dediğimiz değer, sade insanda da vardır. Hatta onun kültürü de kendi içinde belli yükseklikler gösterir. Bizdeki şifahî kültür geleneğinde olduğu gibi, irfan hudutlarında bir düşünme ve anlama pratiğine de varmış olabilir. Bunu ayrı bir yere koyuyorum.
Biz, burada standart eğitim-öğretimin gerektirdiği, verdiği veya veremediği kültürden söz ediyoruz. Dolayısıyla okumuşun durumu farklıdır. Hem bu şifahî kültüre uzak olmayacak hem de yeni bilgilerin isteyicisi, arayıcısı ve bulucusu olacaktır. O da yetmez, bunun üzerinde düşünecek, etraflıca bakarak belli bir felsefeye varacaktır. İyi bir dil edinmeye mecburdur. Çok kelime ve kavram bilmekten başka çaresi yoktur.
Teknikte seviye de dilsiz olmaz
Hiç kimse bu dil zenginliğini edinmeden o kültüre varamaz. Bu noktada daha iddialı bir söz etmek gerekecek: İsterse teknik alanda olsun, her konuda belli bir seviye ancak dille gelir. Mesela, iyi Türkçe bilmeyen bir Türk fizikçisinin meslek başarısı imkânsıza yakındır. Belli bilgileri tekrarlamaktan bahsetmiyorum. Anlamak ve anlatabilmekten, fizik kanunları bilmek suretiyle hayatımıza bir değer kazandırmaktan bahsediyorum.
Fizik ve matematik formülleri çözebilecek bir dikkati edinmek o dersleri okuyanlar için mümkündür. O ayrı bir dildir ve onu öğrenebilirsiniz. Bununla yetinemezsiniz. Yetindiğiniz takdirde sizden alınacak verim dar bir alana sıkışır kalır. Demek istediğim, onun üzerinde düşünmek iki türlüdür. Mesleğin kavramları ve çözülmüş problemlerini okursunuz, sorulunca tekrar edersiniz. Bu tekniktir. Benim dediğim ikinci ve asıl anlamadır. Eğer ana dilinizi iyi biliyorsanız, kabiliyetiniz ve merakınız da varsa, orada düşünmeye başlarsınız. Tekniği aşan bir durum o zaman ortaya çıkar.
İşte o zaman, benim gibi anlamayanlara da bir ölçüde fizik hakkında fikir iletebilirsiniz. Bununla da kalmaz, o sahada yeni teknikler, buluşlar için hazırlanırsınız. Sizde, kuru bilgi naklinden öte bir canlılık o zaman ortaya çıkar. Alanınızda nasıl buluşlar geliştirilebilir, diğer yakın alanlarla işbirliği içinde neler yapılabilir, düşünmeye başlarsınız. Eğer siz sıra dışı bir kabiliyetseniz ve kendi dilinizi derinlemesine bilmiyorsanız veya dilinizin yetersiz kaldığını görüyorsanız, bildiğiniz başka bir dille yaparsınız.
O takdirde, size Türk aydını denip denemeyeceği ayrı bir tartışma konusudur.