Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Türklük sadece lafta var. Nitelik olarak nedir ne değildir bilen pek yok. Türk önderlerin sadece ismi ezberlerimizde, onlar ne yapmışlar, nasıl yaşamışlar, öncelikleri nelerdi bu detayları idrak edenimiz yok. Din, hurafe ve menkıbelerden ibaret hale getirilmiş. Din sadece ibadet ritüeli gibi gösterilmiş. Hayat ise tüketim de tüketim, yemek içmek uyumak ve lüks yaşamak duygusuna endeksli bir zaman dilimi gibi algılanmakta. Tarih ise geçmişte cereyan eden hadiselerin kronolojik çetelesi hükmünde… Başka bir anlamı yok. Tarihin ruhu yok olmuş, yok edilmiş. Sanat hep nefsani duygulara hitap eden para tuzağı… Edebiyat manasız temalar ve hep laf kalabalığı. Kof insan üretmiş sistem yıllarca. Varoluşun ve yaratılış gayesinin çok uzağında insan… Ne tam Türk ne tam Müslümanız!
Çare ne peki? Kur’an ayetlerini, Peygamber sünnetini layıkıyla anlamış ve idrak etmiş olmak için ne yapmak lazım? Oğuz Kağan’ı, Kürşat’ı, Dündar Bey’i, Melikşah’ı anlamak için ne gerekiyor? 1071’in, 1543’ün vs. vs. binlerce yıllık tarihin ve hadiselerin manevi ruh cephesini, kızıl elmayı, Türk cihan hâkimiyeti mefkûresinin manevi anlamını iç dünyamızda yaşatabilmenin yolu nedir?
Hepimiz Müslüman ve Türk olduğumuzdan iftihar ederek kimlik ortaya koyarız.
Fakat!!!
Peygamberlerin değerlerini ve yaşantılarını o kadar övdüğümüz halde, Hz. Ali, Hz. Ömer ve diğer sahabelerden örnekler verdiğimiz halde Kürşat’ı, Alparslan’ı, Fatih’i her fırsatta örnek liderler olarak anlattığımız halde A. Türkeş’i, Atsız’ı dilimizden düşürmediğimiz halde, İbnî Sina, Farabi gibi büyükleri referans aldığımız halde onları bir türlü takip ve taklit etmeyiz. Onları insanüstü gördüğümüzden dolayı kendi yaşantımıza aktarmayı mümkün görmeyiz. Bence bizim problemimiz budur.
Birilerinin kalp aynasına bir kırmızı koltuk şeklinde yansımıştır idealler. Bir başkasının gözünde sadece bir parti amblemine oy vermektir dava. Bir de basit bir mensubiyet bağı ile bir harekete bağlanıp, kendini oldum zannedenler var. Basmakalıp bir kaç cümle yazınca teorisyen ve ideolog olduğunu zannedenlere karşı gülmek ve ağlamak arasında geçen günlerimize yazık. Bir adım sonrasından habersiz yaşayan yığınlar ve bir fersah öteyi görerek fikir çilesi çekenler… Hayat işte böyle tezatlarla dolu. Yığın olmaktan kurtulup, şuurlu kitle olabilmek için, uyanmak ve harekete geçmek için bir kutlu cemre gerekiyor.
“Her insan âlemi kendi gözü ile görür. Ufkunun ve kalbinin derinliği kadar anlar her insan etrafında olup biten her şeyi. Her insan kendi kalbine aksettiği kadarıyla idrak eder olayları. Kalp aynasına ne yansımışsa onun için o dur her şey.” Köyde bir çobanın bütün dünyası çimenliklerdir. Açın rüyası enva-i çeşit yiyeceklerdir. Bir zahit için temiz olan her yer ibadethane, Arif’in ufku gözyaşları ile yıkanmış bir cennettir. Kendim için yaşamalıyım çünkü hayat kısa diyenlerle, “Bizler kendi hayatımızı idame ettirmek için değil mensup olduğumuz milletin hayatını idame ettirmek için yaşıyoruz.” diyenlerin garip çelişkisini seyrediyoruz. Ne demişti bir büyüğümüz. “ İdeallerin bir insandaki lafzi yönü, şekli ve sembolleri değil inanç ve ideallerin o insanda bıraktığı etkinin davranışlara yansımasıdır mühim olan .” Velhasıl kelam, küpün içinde ne varsa dışına onu sızdırır diyerek son noktayı koymuş atalarımız. Başka söze ne hacet, her insan âlemi kendi gözü ile görür, kendi özü ile anlatır. Gözümüz de sözümüz de kalbimizin aynasıdır. Karşı olduğunuz sisteme alternatif olarak görmek istediğiniz tüm değişikliklerin temsilcisi ve yansıtıcısı önce siz, kendiniz olun. Kendinizi değiştirmeden değişim beklemek beyhudedir. Sizin dışınızdaki herkes sizin arzu ettiğiniz her şeyi sizde görsün.
Ve... Son söz: Gerçek dava adamları karşı oldukları sistem içinde yaşamak zorunda iken kendi getirmek istedikleri nizamın ölçülerine göre kurumsallaşabilen, günlük hayatın seyrine mahkûm olmadan kendi gayesi için her gün bir adım atabilendir. En yakınımızda olan fakat en bize en uzak yaşayanlardan başlayarak, ne aradığını bilen şuurlu kitleler oluşturmanın çabası eksik.