Yağmur Tunalı

Tüm yazıları
...

Dilin Akademik Algısına Bakışlar

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Yağmur Tunalı

Millî Devlet’te bir önceki yazımda, dilcilerimizin sorumluluğunu işaret eden dikkatlerimin bir kısmını sıralamıştım. Aynı konuyu, biraz genişleterek Karar Gazetesi’ne de yazdım. Yazılar, sosyal medyada parça parça ve bütün halinde paylaşıldı. Epeyce duyuldu. Demek ki rahatlıkla bazı yorumlar ve değerlendirmeler yapılabilecek bir zemin oluştu.

Bu durumda, dilci dostlarımızdan hiç olmazsa bir kaçının bu yazıya cevaben meseleyi daha da açacaklarını ümid etmiştim. Pek ses çıkmayacağını geçmiş tecrübelerimden bildiğim halde böyle bir ümîde kapılmakta mazurdum. Çünkü belirttiğim noktalarda rahatsızlığı benden ileri filologlarımızın varlığını biliyordum. Onlar, belli ki nezaketen sustular. Yalnız Vahit Türk dostumuz, Feys’te “Ne dersiniz?” meâlinde yazıyı paylaştı. Onunki de anket gibi bir anlama denemesiydi. Benim fikrime katılanlar oldu ve bir o kadar alınganlık edenler çıktı. Bu vesileyle bir kere daha anlaşıldı ki bu memlekette dilin bir büyük millet problemi halinde dikkatlere getirilmesinin gündem değeri yoktur. Entelektüel değeri de şüphelidir.

Bu vesileyle de” ibaresinin çok denenmiş bir durumu işaret ettiği malum. Evet, benim için kırk yılı aşan bir tecrübeden bahsetmek mümkün. Bahsi geçen bir önceki yazımda Türk Kadınları Kültür Derneği konferanslarında vardığım sonucu söylediğimden beri bu dertle yaşıyorum. Dilin bütün bir millet olduğunun şuuruna ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatmak ve düşündürmeye çalışmaktan öte bir şey yapabildiğimiz kanaatinde değilim.  Hala o noktada bulunmamız acıdır.

Eski ve yeni Türk Dil Kurumu

Bir örnek daha vereyim: Türk Dil Kurumu’nun dil bozgunculuğunu 12 Eylül ihtilâlcileri anlamışlardı. Zeynep Korkmaz Hocahanım, Konsey Genel Sekreteri Haydar Saltık’la yakın görüşüyordu.  Uzun görüşmelerden sonra onları ikna etmişti.  Sonra bizi toplamış ve istedikleri raporu hazırlamak için yardım istemişti.

Raporda, Dil Kurumu yayınlarındaki komünizan, yıkıcı ve bölücü unsurlar tespit edilecekti. Emine Işınsu-İskender Öksüz çiftinin evinde toplandık. Yanlış hatırlamıyorsam, Bilge ve Ahmet Bican Ercilasun, Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Yavuz Bülent Bâkiler, Sadık Kemal Tural ve daha birkaç isim vardı. Her birimiz bir eseri alıp taradık ve belirtilen unsurları tespit ettik ve bu bilgiler bir rapora bağlandı. Bizim raporun ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum. Fakat Dil Kurumu’nun yayın ve faaliyetleri zararlı bulunarak yeniden düzenleme kararı alındı.

Şüphesiz iyi bir iş başarılmıştı. Fakat şimdi ne olacağı önemli bir problem halinde önümüzdeydi. Yönetenlerde hâkim fikir, dili, dilcilere emanet etmekti. Güzel de, dilciler, 48 yıldır gidilen yolu nasıl değiştireceklerdi? Üstelik dilcilerin bakışında TDK zihniyetiyle çok ciddî fark yoktu. Tek fark, onların yaşayan kelimelere saldırmaları, akşamdan sabaha söz uydurmaları ve bilinen kelimelere kıymalarıydı. Belki bu yavaşlayacak ve söz uydurma kavramlara özgü hale gelecek, değişme makul ölçüye çekilecekti. Ciddî bir kazançtı, fakat yetmezdi. Topyekûn dile bakışta problemin devam edeceği endişesindeydik.

Değişmeyenler

Hâsılı, 1982 yılında Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu anayasal bir kuruluş halinde netleştiğinde de ben bu dediklerime benzer düşüncedeydim. Dilcilerimizin genel tavrını bildiğimden olacak, bakışlar değişmeden başarı gelemeyeceğini söylüyordum.

Zamanın önemli fikir ve sanat dergilerinden Töre’de konuyu aydınların görüşlerine açtık. “Ne dediler?” başlığıyla da çok kişiye düşüncelerini sorduk. Bunlar arasında ben de vardım. Yazdığım bir sayfalık görüş, bugün bulunduğumuz noktayı neredeyse aynıyle tahmin ediyor. Bunu bir övünç meselesi gibi söylemek istemediğimin bilinmesini isterim. Tam aksine üzüntü kaynağıdır.

O kısa görüşte, dili bir ek-kök meselesi gibi görmek, bütünlüğünden, manasından, sesinden kopararak bakmak tehlikesinin devam etmesi ihtimal dâhilindedir. Bu durumda,  şu anda bizim gibi düşündüğünü bildiğimiz dilcileri oraya koyarsanız, değişen bir şey olmaz demek istiyordum.  Ayrıca bir derin fark da vardı. Eski dil kurumcuların yıkıcı tavırları daha akıllıca bir uygulamayla tamamlanıyordu. Edebî eser basıyorlardı, teşvik ediyorlardı. Dile bakışlarını uygulayan şair ve yazarları ödüllendiriyorlardı. Dili bir müze veya mezarlık malzemesi gibi görmek tehlikesinden uzaklaşıyorlardı. Elbette görüşleri açık ve sakattı: Bir özel dil yaratma peşindeydiler. Türkçe’ye benzer ama Türkçe’nin bin yıllık devresini paranteze alan bir dil ve millet yaratma gayretindeydiler. Tarihsiz ve köksüz bir görüntü veriyorlardı. Oraya seçilecek dil akademisyenlerinin edebiyata ve dolayısıyla dilin estetiğine, anlamına ve kültür boyutuna ilgileri kıttı. İşte bundan dolayı sıkıntılar doğacaktı.

Dilciler için dil yaşamıyor gibi

Dost görünen dilciler kalabalığının onlardan farkı mutlaka olacaktı. Fakat dili bir ölü malzeme üzerinde teşrihe tabi tutar gibi davranacaklarından endişe ediyorduk. Bu endişe maalesef yersiz değilmiş.  Yeni Türk Dil Kurumu’nda 40 kişilik anlı şanlı heyetler, dilin tarihi üzerinde, çeşitli etkileşmelerle ilgili çok değerli çalışmalar yürüttüler. Metinler yayınladılar. Önemli bir kitaplık oluştu. Henüz Bâbürnâme gibi bir şaheseri bile asıl metniyle(tıpkıbasım) basmış değiliz, ama yapılanlar önemli bir yekûn tutuyor. Asıl eksik kalan nokta dile canlı bakış, yaşama ve yaşatmadır ve hala öyledir. Tekrar edeyim: Eski dil kurumcuların edebiyatla iç-içe bakışları bir canlılıktı. Yıkıcı bir canlılık olsa da bir tarafıyla dile daha sağlam bir açıdan yaklaşmalarını sağlıyordu. Yeniler dili dondurdular, hayat eseri bırakmadılar.

Keşke Töre’de yazdığım notta yanılsaydım. Keşke bundan sonra yanılsam. Keşke dilcilerden dil zevkıne yol alan gayretler gelse. Keşke büyük yanlışlar onlardan gelmese. Keşke, yıkıma değil, yapıcılığa hizmet eder olduklarını görsek. Keşke yaptıkları, dağıtmaktan ibaret olmasa. Toplamayı da bilseler. Merkezi kaybetmeseler.

Bu noktada milliyetçilere ayrıca hatırlatmak lazım: Dilin zevkine varmak, estetiğini ve vardığı zirveleri tatmak büyük milliyetçiliktir. Türk çocuğu,  milletinin zaferlerini diliyle duyar. Acılarını, sevinçlerini diliyle tadar. Fikrini ve duygusunu sadece diliyle anlatmaz, diliyle terbiye eder. Dil bütünüyle kültür ve millettir.