Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Türkçe’nin yaşadığı büyük felaket telaffuzdadır. Bir zamanlar Türkçenin sesi tehdit altında derdik. Uzun heceler kayboluyor, tonlamalar bir garip, sesler yanlış yerlerden çıkmaya başladı, vurgular bozuluyor gibi arızaları söylediğimiz zamanlarda tehdit kapıya gelmişti. Şimdi o tehdit gelip hayatımıza yerleşmiş ve gerçek olmuştur. Tehdidi gören ve söyleyenler biliyorlardı. Bugün bilen azaldığı için dediğimizi anlatacak bir kitle de bulamıyoruz. Dolayısıyla yıkım ekibi rahat rahat işini görüyor.
Bilen, anlayan azlığı bir tarafa, böyle bir problemin varlığını konuşacak entelektüel bir kamuoyu da yok. Geniş halk kalabalıkları mazurdur. Entelektüel için böyle bir mazeret bulamayız. Bilmiyor, anlamıyor veya susuyorsa doğrudan doğruya suçludur. Hemen her meselede susan aydın, dil konusunda da susuyorsa, ona aydın demek hatadır, dediğinizi duyar gibiyim.
Aydının dil konusunda susmaktan daha öte kusuru bilmemesidir. İkinci derecede, -aslında bana kalırsa birinci derecede- kabahatli milliyetçiyim diyenlerdir. Tekrar tekrar söylesek yeridir: Milliyetçilik milleti sevmekse dilsiz olmaz. Türkçeyi sevmeyene ve doğru bilip doğru söyleyip yazmayana milliyetçi demek epeyce zorlama ve yama olur.
Sokaktaki spikerden daha düzgün seslendirir
Bugün Türkçe sesten vurulmaktadır. Cümle dizilişinden de vuruluyor, diğer yapı özelliklerinden de. Diller iki yönden millîdir demiştik. İşte o iki millî özellik de topa tutuluyor. Ne mimari (sentaks) ne de ses dikkatimiz kaldı. Aksine bir durum var: Bozmak için özel gayret içindeyiz. Örneği birkaç kere söyledim, tekrar etmekten usanmayacağım: Sokaktan rastgele birini alıp bir televizyona çıkarsanız, önüne bir haber metni koysanız netice bundan kesinlikle iyidir. O eğitim almamış, sesi ve hançeresi müsaid olmayan bir kişi de olsa durum değişmez. Mevcud spikerlerin yüzde doksanından daha az hata yapar. Vehâmet anlaşılsın diye bu örneği veriyorum. Rahatlıkla denenebilir.
Televizyon spikerleri, sunucuları ve muhabirleri en çok hangi hataları yapıyorlar? İşte bu daha da çetin bir meseledir. Çünkü, değişkenlik arz eden bir durumdur. Bozmanın şekli henüz standartlaşmamıştır. Bazıları kişiye göre farkeden yanlışlardır. Mesela, hemen her kelimede es vererek konuşanlar vardır. “ Millî.. Eğitim.. Bakanı..” gibi. Bu üç kelimeyi ikiye bölerek söyleyen de, ayırmadan söyleyenler de çıkar. Birkaç kelimede bir durup uzunca es verenler de vardır. Bunlardan yalnızca üçünü birden, durmadan söyleyenin tercihi doğrudur. Başka türlü söylenemez. Yalnız, işin garibi şu ki her üç tercihte de vurgular yanlıştır. Birisi MİLli gibi söylüyor ve ilk heceye vuruyor, diğeri, her iki heceye de vuruyor, bir diğeri ikinci heceye keskince vuruyor. Doğrusu, ikinci heceyi normal ölçülerde vurgulamaktır. İlk hecede belli belirsiz bir vurgu sezilebilir. Çok teknik kaçmasın diye açıklamayı daha genişletmeyeceğim.
Burada görülecek şey, bu üç kelimelik makam ismini doğru telaffuz edecek spikerin azdan az olduğudur.
Yanlış yanlış üstüne
Yanlışların ortak olmayışı ve standarda ulaşmaması kategorilere ayırmamızda zorluk yaratıyor. Bu bozgunculuğun kurallarının oturmamış ve belirlenmemiş olması bakımından iyidir. Doğruya dönüşü kolaylaştırır. Yalnız, yaşadığımızın acaib bir curcuna olduğu açık. Bu paragrafın ilk cümlesini on kişiye okutsanız, on ayrı bölümleme ve tonlama duyacağınız kesin. Bir kaçında aynı yanlışlar duyulacaktır. Bir o kadarı da çeşitlenecektir. Bir dilde bu kadar anarşi kabul edilemez.
Seçtiğimiz cümlenin anlam gruplarının nasıl bölüneceği ayrı bir meseledir. Çoğunluğun nasıl böleceğini gösterirken, telaffuz hatalarının en yaygınlarından birini de gösterelim. Olur olmaz yerde, yerli-yersiz sesler uzatılıyor. Özellikle sondaki sesli harfler, ama bunun da standardı yok. Sessizler de ara hecelerdeki sesler de uzatılıyor. Onu da bölme hatasıyla beraber şöyle gösterelim: “Yanlışların .. ortakkk olmayışııı.. ve.. standarda.. ulaşmaması.. kategorilereee ayırmamızdaaa.. zorluk.. yaratıyor.”
Bu anarşide virgülle nokta da gitti. Bakıyorsunuz, “Yanlışların.” deyip duruyor. Virgüldeki asma gibi değil, noktadaki sonu hissettiren duruş gibi bırakıyor. Sonra bakıyorsunuz, “OrtaK OLmaayışıı..” şeklinde devam ediyor. Beş sene önce Ntv’de bir iki isimden başlayan nereden geldiği belli olmayan bu telaffuz şekli çok sıklaşan ve neredeyse yerleşen bir hata haline geldi. “Nereden geldiği belli olmayan” diyorum, çünkü vurgu hatalarının çoğu batı dillerine benzetilmekten dolayı yapılıyordu. Çok zaman onlara da benzemiyordu, ama zaten dilde tam benzeme istense de başka türlü şekillenir.
Kimseden ses çıkmıyor
Böyle bir dil keşmekeşi yaşanıyor. Yukarda örnek aldığım cümlemde verilen esler bakımından 7 hata nasıl yapılabilir? Uzatmalar da bir o kadar.. Vurgu açısından da bunlara yeni yanlışlar eklerseniz, sayı yirmiyi bulur. İşte televizyonlarda, radyolarda ve giderek okullarda ve sokaklarda bu yirmi yanlışın yaygınlaştığını görme tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Bu spiker, sunucu ve muhabirler hiçbir tepki görmüyor. “Ne yapıyorsun?” diyen yok. Hepsine sonsuz bozma hürriyeti verilmiş. Hatta bu hürriyet değil mecburiyet gibi de algılanıyor. Eski yeni, bilen bilmeyen herkes kendini bu yanlış gidişe ayarlama peşinde. Görünmez bir güç bunu emrediyor. Ona uymak gerektiği zihinlerine programlanıyor. Bildiklerini unut veya doğru bildiklerini -yeni öğrendiğim fiille söyleyeyim- yanlışlayacak şeyler yap, denmiş gibi. Başka türlü olamaz. Çünkü bu yanlışlar durup dururken yapılacak cinsten değil. Anamızdan babamızdan, evimizden, okulumuzdan, çevremizden böyle bir telaffuz duymadık.
“Nişadır sürülmüş gibi”
Artık medyamızda bunu gözetecek bir dikkat yok. Muhabirler ayrı bir mesele. Her muhabir, her haberi aynı sesle sunuyor. Çoğu savaş meydanında gibi. Bir heyecan bir heyecan ki.. hala alışamadım.. “Ne oldu acaba?” demekten kendimi alamıyor, sonra hatırlıyor ve toparlanıyorum. Dikkat edin onlar da dura dura konuşuyorlar. Sanki konuşmak istemiyormuş de biri zorluyormuş gibi de hissediliyor. “Artık medyamızda bunu gözetecek dikkat yok” diyecekse, durum şöyle: “ARtık.. MEdyamızDAA.. BUNUUUU.. GÖzeteceeeek.. DİKkat… YOK…”
Yazışımda büyük harfler vurguyu gösteriyor. Nokta noktalar esleri. Bu söyleyiş dediğim gibi ancak bir zor karşısında mümkündür. Ya arada gidip gelen bir ağrı vardır. Ya arada iğne batırılıyordur. Ya birisi alttan dürtüyordur. Ya da silah zoruyla böyle söyleyeceksin diye çalıştırılmıştır. Affedersiniz, hepsi de bir yerlerine nişadır sürülmüş insan haliyle karşımızdalar.
Bu hal sadece muhabirlerde değil, spiker ve sunucularda da var. Ekranlar bu zora koşulmuş yüzlerle doludur. Onlara bu dediklerimi demek biraz terbiye dışı olsa da söylemeli: “A kız orada birisi seni huylandırıyor mu ki böyle hoplar gibi sesler çıkarıyorsun?” Veya “ Oğlum, kim seni arada bir dürtüyor da sesin böyle rüzgâr yemiş çalı gibi yatıp kalkıyor?”
Daha iyisi var tabii: Kanalları uyarmak. Mektupla, telefonla, her türlü… Türkçe derdimiz varsa bunu yapmayan bizden değildir.