1984 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi’nde Uluslararası ilişkiler, Haliç Üniversitesi’nde İşletme eğitimi almış, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamlamıştır. Uzun yıllar uluslararası bağımsız denetim kurumlarında çalışmış, ulusal gazetelerde yazarlık ve ulusal TV’lerde düzenli olarak yorumculuk yapmıştır. Türkiye’de ve Azerbaycan’da birçok konferansa konuşmacı olarak katılmış Apuhan’ın, yayınlanmış 4 kitabı bulunmaktadır.
İletişim:apuhan@outlook.com
Padişahlar, sadrazamlar hatta rejim değişti… Cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar değişti ama Anadolu’nun kaderi hiç değişmedi. Nefesiyle çocuklarını ısıtmaya çalışan anneler, evlatlarının ders kitaplarını alamadığı için utancından kendini asan babalar, bacası tütmeyen evler, zehir olmuş bayramlar, paramparça ayakkabılar ve yamalı elbiseler… Anadolu’da resim hiç değişmedi. Aslan gibi yiğitler yetişti Anadolu’da. Birer birer toprağa düştüler. Çok ışıklı şehirlerin, bol kahkahalı gecelerine meze oldu Anadolu’nun umutları. Fabrikaların bacası tütsün, çalışsın diye para sayma makineleri, kuş tüyü yataklarda deliksiz uykulara yatılsın, arı sütü eksik kahvaltı sofralarına kurulsun diye birileri Anadolu hep kendinden verdi… Memleketin doğusundan, sarp dağlardan, geçit vermez yollardan o sıvasız evlere taşındı şehit cenazeleri, feryatlar hep o bacası tütmez evlerden yükseldi. Bir “Ah” bile işitilmedi o evlerden dışarı taşan, bir “Of” bile demedi analar, “Neden?” diye hiç sormadı yorgun ve soluk yüzlü babalar. Hep aynı duayı ettiler: “Vatan sağ olsun!” Onlar suskun, onlar sahipsiz, onlar yorgun… Biz onlar adına sesimizi yükseltmezsek, kim konuşur onlardan? Biz onlar adına hesap sormazsak, kim öder bu bedeli? Cesaretle sormanın, yüreklice bir haykırışın tam vaktidir: Hangi vatan?
İnsanların köleleştirildiği, emeğin sömürüldüğü, garibanın ezildiği, seslerin kısıldığı, bütün nimetleri seçkinlere peşkeş çekilen, anaların tencerede taş kaynattığı, kış gelince aylar boyunca yolların kapalı kaldığı, genç kızların ve genç erkeklerin üzerinde hayal bile kuramadığı bir kara parçası mıdır vatan? Bu sistem daha ne kadar böyle kan emerek ayakta durabilir? Kaç nesil, kaç can, kaç kurban daha vermeliyiz ki gözü doysun, kaç gece daha donmalı, kaç kış daha üşümeli, kaç dermansız hastalığa daha tutulmalı ve kaç asır daha unutulmalıyız ki mutlu olsun! Bu gidişe karşıyız. Çünkü bu gidiş, gidiş değil. Bu gidiş, hayra değil. Hayallerimizin peşinden koşmanın tam zamanıdır. Hayallerimiz için savaşmanın tam zamanıdır. İnsanımızın boğazına yapışmış bu eli kırmanın ve yaktığı ne kadar can, acıttığı ne kadar yürek varsa tek tek hesap sormanın tam zamanıdır. İnsanlık onurunun yok sayıldığı, emeğin sömürüldüğü, alın terinin ve şehit kanının birileri tarafından sermaye yapıldığı bu gidişe karşıyız! Anadolu, asırlardır bu topraklara verdiğinin karşılığını almalı. O sıvasız, harabeye dönmüş evlere devletin eli en sıcak haliyle uzanmalı. Milli Mücadele yıllarından bu yana hiç vermeden, almayı alışkanlık haline getirenlerden, hep kendinden verenlerin hesabı sorulmalı. Uzun lafın kısası; Türk Yusufları kuyudan çıkmalı.
Evet, bu gidişe karşıyız! Bu sömürü düzeninin karşısındayız! Bizi ezip geçmeyi adet haline getiren bu tekere çomak sokacağız! Peki, sonra ne mi olacak? Çok basit: Boş pazar fileleri dolacak, Allah’ın sonsuz bir bereket bahşettiği Anadolu topraklarında ekinler boy verecek ve rengârenk, sıcacık evlerin helal sofralarında doyan gürbüz çocuklar yeni bir Türk mucizesine imza atacak.