Harun Meral

Tüm yazıları
...

Bize dair bir karalama

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Harun Meral

Ülkücü hareketin geldiği mevcut konumdan bakıldığında, tarihsel süreç içerisinde en önemli eksikliklerinden birisi de 1980 darbesinden sonra güçlü ve etkili teorisyenlere, ideologlara, fikir adamlarına, sanatçılara sahip olmayışıdır.

Mirasyedi gibi hep geçmişin birikimleri ile avunduk. Birkaç istisna haricinde Ülkücü hareket fikir ve aksiyon adamı yetiştirememiştir. Bu acı gerçek ve önemli eksiklik, Ülkücüleri sloganlarla ve hamasetle hareket eden reaksiyoner kimliğe hapsetti. Öneride bulunan değil tenkit eden, çözüm üreten değil tepki gösteren yığınlaşma söz konusu olunca çelişkiler arttı. Ülkücü hareket önemli stratejistlere ya da siyaset adamlarına sahip olmuştur ancak bu birikimi kendi bünyesinde muhafaza edememiştir. Sonuç olarak Ülkücüler, 9 Işık Milli Doktrin’ini güncelleyememiş ve çağa uygun ideolojik girdiler yapmak konusunda fazla yaratıcı olamamıştır. Bu nedenle 1980’den sonra, bu güne gelinceye kadar Ülkücü hareketin mensuplarının geride bıraktığı önemli bir yazılı külliyat, fikir, sanat, edebiyat ve siyaset dokümanı olduğu söylenemez. Kendi hikâyesini, kendi romanını bile yazamadı Ülkücüler. Birkaç yüzeysel deneme ve hatırat kitabı dışında, düşünce derinliği olan eserler bile ortaya konulamadı. Kendi imkânlarıyla adımlar atmak ve eser ortaya koymak gayretinde olanlar desteklenmedi, fark edilmedi...

Bugün etrafımıza şöyle bir baktığımızda sosyal hayatın içinde, ekonomik ilişkilerin içinde, kültür hayatının içinde Ülkücüleri görmek neredeyse imkânsızdır. İMESKİ diye adlandırdığımız altı sosyal dilimde etkili bir teşkilatlanma, blok halinde şuurlu kitleleşme gerçekleştirilemedi. Ülkücüler bütün mevzileri terk ederek veya terk ettirilerek sadece siyaset alanında tutunma çabasındalar. Hatta siyaset sahasında bile kendine özgü metot ve vasıtalarla, aynı siyaset dilini kullanan bir hareketten, ne istediğini bilen şuurlu bir mütecanis kitleden de söz edemeyiz. Farklılaşma ise had safhada. Yani, kendisini Ülkücü addeden şahısların oluşturduğu değişik isimli partilere dağılmış herkes. Oysa hangisi ile konuşsanız hepsinin söyledikleri birbirine benzer ifadelerdir. Farklı siyasi oluşumların içinde olsalar bile Ülkücülerin ortak paydaları, ortak hassasiyetleri çoktur. Ret ve kabullerinde asgari müşterekler vardır.

Ülkücü hareket gibi, Türk milletini çağlar üzerinden sıçratmak ve dünyada Türkler arasında köprüler kurmak, milli bilinci güçlendirmek, adil bir nizam tesis etmek gibi önemli ülküleriyle övünen bir fikir akımının şu anda Türkiye’de bile bu kimliğini öne çıkaramamış olması başlı başına çok önemli bir problemdir. Biliyoruz ki, müesses düzen Türkiye’de Ülkücü hareketi kuşatmıştır. Ülkücü hareket kendini Türkiye’de sosyal hayat ve siyasi alanda varlık ortaya koyduğu günden beri saldırılara uğradı. Yok edilmek istendi. Bu olumsuz gerçeklerin de farkındayız. Lakin unutmamak gerekir ki, 1980’lere gelinceye kadar aziz Anadolu insanı Ülkücü hareketi özümsemişti. 1980’den sonra değerlendirilemeyen konu budur. Siyasi söylemler dışında milletimize hitap eden bir dil geliştiremedik.

Bugün iyimser bir yaklaşımla şunu ifade etmek istiyorum: Farklı siyasi partilere dağılmış ve fakat ortak mazi ve ortak paydaları olan Ülkücülerin bölünmüşlük halini katı hale getirmeden bir gün birleşecekleri anı bekleyen dostlar gibi davranmaları gerekir. Bizim problemimiz yeterli Ülkücü potansiyel ve Ülkücü enerji olmadığından değil, sadece siyaset alanına hapsedilerek bunun doğal sonucu olarak farklı siyasi partilerde yer almış olmamızdır. Bir gün birleşme sağlandığında yukarıda temas ettiğim zaaflarımız ve yoklarımız hızla telefi edilebilir. Dağılma ve ayrışmaların temelinde davadan kopuş değil, umut olabilecek nitelikli bir yapı tesis edilemediğindendir. Dağılma ve ayrışmanın temelinde belki de vasıta değiştirerek var olmak iç güdüsü yatmaktadır.

Peki bu sorun nasıl aşılacaktır? Sabırlı olmalı, farklı partilerde yer alan, dağılmış Ülkücüler arasındaki ayrım ve farklılık noktaları gibi görünen ne kadar faktör varsa bir komite tarafından ayıklanmalı, net bir tarif ve hedef belirlenmelidir. Ülkücüler bir birlerine ön yargılarla bakmadan, bir diğerinden umut kesmeden diyalog halinde olmalıdır. Yeni yetme siyaset cambazı ve ideolojik birikime sahip olmayan bir nesil hariç tutulursa, bugün Ülkücülerin yüzde doksanı önemli geçmişe sahip dostlardır. Türkiye’de sistem tıkanmaya doğru gidiyor bence. Ülkücü Dünya Görüşü’nün bir seçenek haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Buna inanmak ve hazırlanmak gerekir. Yazının başında ifade ettiğim gibi, biz hazırlık yapmadık, onun cezasını çekiyoruz. Her şeyin başı, bir ve beraber olabilmek, inanmak... Bizim sorunumuz ise İNANMAMAK. Ülkücü Dünya Görüşü’nü, bugünkü sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel gerçeklere uygun hale getirecek teorisyenlerimiz, ideologlarımız, sanat ve edebiyat çevremiz Allah rızası için ilk adımı atsın. Eyyy Türk milleti, biz de varız diyerek, toplumsal problemlere karşı Ülkücü önerileri sunmak zor olmasa gerek.

Bir garip kavşaktayız, istikamet arıyoruz. Pusulamız nereyi gösteriyor? Siyasal İslam söylemleriyle kavram kargaşasından faydalanıp daha sonra propagandaya dayalı güç oluşturarak iktidarda kalmayı başaran AKP’nin Türkiye’ye ‘yeni bir düzen’ getirme iddiasıyla son 15 yıllık dönemde izlediği politikalar, uyguladığı metotlar ve başlattığı girişimler belki bir kitap hacminde inceleme gerektirecek kadar çetrefillidir. AKP nasıl iktidar oldu, iktidarda nasıl kaldı? İşte bu uzun ve çetrefilli konuya girmeyeceğim. Kendi açımızdan bakmak istiyorum

İktidar olmak, hem Türkiye’de iktidar olmak hem de Turan coğrafyasında varlık ortaya koyabilmek iddiasındaki Ülkücüler açısından son derece kritik bir kavşak niteliği hükmündedir 24 Haziran 2018 seçimleri. Bir kavşakta durduk ve bir birimizi itham ederek farklı yollara girdik. Ülkücü hareketin mensuplarının bu kavşakta zıtlaşarak farklı yönlere doğru yönelmesi gelecekte çok konuşulacak bir siyasi anlayış başlığı oluşturacaktır. Türkiye’de 24 Haziran’da başlayan yeni dönemde Ülkücü hareketin sağlıklı olarak büyümesi pek çok sebepten dolayı geçmişteki şartlardan daha zor ve güçtür artık. Hem siyasi yorum ve görüş farkı hem yeni bir siyasi partinin doğması, hem sistemin bizi sonuç itibariyle iki kişiden birisini seçmek zorunda bırakması ne yazık ki Ülkücüleri olumsuz etkileyen, bölen faktörler olmuştur. Sisteme karşı olanlar ile sistemle işbirliği yapanlar arasındaki zıtlıklar, Ülkücü kitle üzerinde olumsuz etkiler yapmıştır. Ülkücüler açısından sorunlu bir dönemin başlangıcıdır 24 Haziran 2018.

Peki, bu kırılmanın önüne geçilebilecek mi, Ülkücüler tekrar toparlanabilir mi? Esasen bu soruların cevabını aramak zorundayız. Hareketin, milli kimliği muhafaza etmek, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak, üniter devlet yapısını korumak ve alttan yeni nesiller yetiştirmek anlamındaki fikri dinamikleri bağlamında görevi vardır. Sanıyorum entelektüel Ülkücüler bu görevlerinin gereği olarak toparlanmak ihtiyacı içinde olacaklardır. Konu, Ülkücülerin fikir ve idealleri bakımından ele alındığında, Ülkücü hareketin 2018’den sonra AKP iktidarı döneminde konumunun ve izleyeceği mücadele çizgisinin nasıl olması gerektiği netlik kazanması gereken bir konudur.