Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Din ve bilim
Dinler bilimi, evren hakkında bilgiyi kudsî bilirler. İslamiyet’te tabiat ve tabiat olaylarından ‘ayetler’ diye bahsedilir. Yani işaretler. Fakat Kur’an’ın ifadelerine de ayet dendiği göz önüne alınırsa, neredeyse ikisinin de Allah’ın sözü olduğu anlayışına gidilir. Biri söz, diğeri gerçeklik olarak insanlar için ‘işaret = âyet’ vazifesi görür.
Hristiyan akaidi de böyledir. Gerçi biz ‘bizde şöyle onlarda böyle’ diye farklılık ararız ama fark dinlerden ziyade dindarlarda. Hristiyan uluları yukarıdaki ‘âyet’ kavramını şöyle ifade eder: Bize iki kitap verilmiştir. Biri Kitab-ı Mukaddes (eski ve yeni ahidin ikisi birden), öbürü tabiat.
Ancak tabiat, İslâmî tabirle ‘Kitab-ı Mübin’ değildir. Yani apaçık değildir. Onu apaçık hâle getirmek insanın ve onun biliminin görevidir ama bu kolay iş değildir, devam edecek, hiç bitmeyecek bir projedir.
Bilim din değildir. Din için bir ispat kaynağı da değildir. Bir Müslümana göre tabiat Allah’ın yüceliğini gösteren işaretlerle doludur, fakat insanın tabiatı kavrayışı din yerine geçmez. Çünkü onu anlayışımız her an yanlışlanabilir. Din tabiat bilimine dayanmaz.
Hristiyanlığa çok uygun bir teoriyi niçin cemaati ikna için kullanmadığı sorulduğunda bir papaz, “Ben o teoriyi delil gösterip birilerini dindar yaparsam, sonra da onun yanlışlığı gösterilirse, o yolla ikna ettiğim müminlere ne cevap veririm?” demişti; doğru demişti. Burada bilim felsefecisi Popper’in “bilim yanlışlayarak ilerler” sözünü tekrar hatırlamak gerekir. Bir tarafta sürekli yanlışlanan, mensuplarının onu yanlışlamak için gayret içinde oldukları bir zemin, diğer tarafta imana dayanan bir yapı… Bunların iç içe geçmesi mümkün olmasa gerektir.
Burada, Stephen Jay Gould’un NOMA görüşünü tekrarlamak isterim: Gould, bilim ve dinin düşünce ve eğitim sahalarının birbiriyle örtüşmediğini, ayrı olduğunu söyler. Bu görüşünün İngilizce kısaltması, NOMA’dır (Non- Overlapping Magisteria). ‘Örtüşmeyen Müfredatlar’ diye çevrilebilir ve doğru bir değerlendirmedir.
Bilim için din bir miktar “Bilim için Türkçülük” başlığı altında söylediklerime benzer. Bilim için din, insan psikolojisini ve insan toplumlarını anlamak için incelenmesi gereken psikolojik ve sosyolojik bir olgudur. Ahlâk kavramının anlaşılması için de… Ayrıca ilahiyatçılar -İlahiyat, dinleri inceleyen bir bilim dalıdır- semantik, hermenötik ve tarih pencerelerinden dini incelerler. Çünkü din, tek tek insanların da insan cemiyetlerinin de hayatlarında büyük öneme sâhiptir.
Nasıl dinin, ilham hâricinde, bilime dayanması doğru değilse, bilim de dine dayanmaz. Bilim adamının din hakkında düşüncesi bir kişi olarak kendisini ilgilendirir. Fakat olumlu veya olumsuz bu düşüncelerini bilime aktarması, bilimin yapısına uygun değildir. Din kültürü, dinin muhtevası bilim için bir dayanak değildir. Doğruluk veya yanlışlık ölçüsü değildir. Had değildir.
Maalesef, sözde dindar bazı kişiler, bilimin buluşları için, “Bak bu da aslında Kur’an’da var; şu ayette açıkça işaret ediliyor” diye çıkışlar yaparlar. Bunlar dine de bilime de bühtandır. Prof. Mustafa Öztürk’ün bu iddialara verdiği cevabı mealen hatırlamakta yarar var: “Peki madem okuyordunuz, önünüzde apaçık duruyordu, Allah rızası için Müslüman dünyada bir kişi, o buluşu küffardan önce yapsaydı ya! Bir kişi… Tek bir buluş. Hep olup bittikten sonra mı keşfediyorsunuz?”
NOMA olmazsa ne olur?
NOMA olmazsa, Fransız İhtilali’nin Pozitivizm dini olur. Richard Dawkins olur…
NOMA olmazsa, atomun parçalanacağını, uydu ile yer tayinini, genetik bilimini benim şıhım biliyordu ama söylemiyordu… olur.
Meselâ Batı’daki bilim devrimiyle çağdaş İmam Rabbani’nin, “Geometri bilmenin ne bu ne de öbür dünyada bir faydası vardır” hükmüne uyan bir Müslüman dünyası doğar. Ve o işe yaramayan geometri, o Müslüman dünyasının üzerine füze ve bomba olarak yağar, onu esir alır. Rabbani, Nakşi’liğin büyüklerinden olduğu için bu konuları yazanlar bugün de tepki ile karşılaşırlar: İmam Rabbani gerçekten bunu söylemiş midir? Söylemişse kast ettiği bizim bildiğimiz geometri midir, yoksa yanlış geometriler midir?…(1) İmam Rabbani’nin felsefe tarihi sahasında da ilginç fikirleri vardır. Hazreti İsa’nın Eflatun’u hak dine çağırdığı, fakat onun küstahça bu davet reddettiğini söyler. Eflatun’un doğum tarihi Milattan, yani İsa’nın doğumundan 427 yıl öncedir.
Eşari ekolünün taşıyıcı sütunlarından İmam Gazali’nin tabiat bilimleri konusundaki düşünceleri de pek farklı değildir. Namaz vakitlerini bildirdiği için İlm-i Nücum (Yıldız Bilimi) dışındakilerin pek yararlı olmadığı kanaatindedir. İmam Rabbani de Nücum ilmine sıcak bakar.
Meraga göklerinden bakan yıldızlar
Bu zatların zuhurundan önce Hülagu Han’ın desteği ile Meraga şehrinde, Sadrettin-i Tusi zamanın ve tarihin en önemli rasathanelerinden birini kurmuştu.
Büyük şair Arif Nihat Asya rahmetlinin Ağıt şiirindeki “Ağlasın Meraga göklerinden Meraga’ya bakıp yıldızlarım” mısraındaki saklı mana budur. O yıldızlar ağlamalıdır, çünkü artık Meraga’dan kendilerine bakan kimse yoktur.
Timuroğulları’ndan Uluğ Beğ’in Semerkand’daki rasathanesi meşhurdur. Fakat Eşariye’nin karanlık bulutları dünyamıza çökünce gidişat değişti. Kadızadeli Şeyhülislam Ahmet Şemseddin Efendi’nin “ Yıldızların gözleminin felaket getireceğini; göklerin sırlarını örten perdeyi kaldırmanın uğursuz bir haddini bilmezlik olduğunu; böyle bir gözlemevinin kurulduğu hiçbir devletin varlığını sürdüremediği “ fetvası ve III. Murat Han’ın emriyle Takiyüddin’in İstanbul, Pera’daki rasathanesi 1580 yılında denizden topa tutularak yok edildi. Hâlbuki rasathane aynı padişahın 10000 altın tahsisi ile kurulmuştu.
Hepiniz cehennemliksiniz çünkü dünya dönmüyor
NOMA olmazsa ne olur… Aşağıdaki paragraf, Eşariye Sünnîliği’nin kurucularından sayılabilecek Ebu Mansur el-Bağdadî’nin El Fark Beyne’l Firak eserindendir:
[Sünnî ulema] dünyanın durduğu ve sükûn halinde bulunduğu ve onun hareketinin, ancak ona arız olan deprem ve benzeri olaylarla olduğu hususlarında birleşmişlerdir. Bu, Dehriyye’den, arzın sürekli olarak yukarıdan aşağıya doğru düştüğünü iddia edenlerin görüşlerine zıttır. Eğer durum böyle olsaydı ellerimizden fırlattığımız bir taşın, ebediyyen arza düşmemesi gerekirdi; çünkü hafif olan, düşüş sırasında kendinden daha ağır olana yetişemez.”
Bu, yani dünyanın depremler dışında hiç mi hiç hareket etmediği, Sünnîliğin rükünleri arasında sayılmaktadır. Kabul etmezseniz muhtemelen cehenneme gidecek 72 fırkadan birisiniz. Ağır cisimlerin hafiflerden önce düşmesi de Hazreti Aristo’nun insanlara asırlarca inandırdığı yanlışlardandır. Bunun Galile’nin Piza kulesi deneyiyle çürüdüğünü daha önce görmüştük. Bağdadî’de bunun da Sünnîliğin rükünlerinden olduğunu görüyoruz!
Eşariye’de kâfir olmak çok kolaya benziyor. Dünya -bırakın dönmeyi- hareket ediyor derseniz hâliniz şüphelidir. Ağır cisimle hafif cisim birlikte düşer derseniz sizi kurtarmak kolay değildir. Gök yedi kattır, dokuz kattır derseniz kâfirsiniz. Boşluk yoktur, vardır derseniz kâfirsiniz. Zaten 73 fırkadan sadece bir tanesi cennete gidecektir… diğerleri tabiatıyla kâfirdir, cehennemliktir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı Darwin’den önce evrimden bahseden Müslüman âlimlerinden biri olarak tanıyoruz. Tıpkı İbni Haldun, tıpkı İbni Miskeveyh gibi… Şu paragrafı da Stephen Jay Gould’dan önce NOMA ilanı gibidir:
Bu gibi şeylerin din meselelerinden olduğunu sanan kimse dine zarar vermiş olur. Çünkü anlatılan hususların meydana geldiğini aritmetik ve geometri delilleri gösterir. Bunları bilen kimseye, ‘bu şeriata aykırıdır’ dense o kimse bildiğinden değil şeriattan şüphelenir. Akla uygun olmayan bir tarzda şeriata yardım etmek isteyen kişinin zararı, akla uygun bir şekilde şeriata hücum eden kişinin zararından çoktur. Nitekim, ‘Akıllı düşman, cahil dosttan hayırlıdır’.
Sünnî âlimlerin icmaı, muhaddis ve müfessirlerin ittifakı ile kozmoloji
Bunları yazan İbrahim Hakkı, bu defa, güneşin ve ayın hareketlerine, daha da ilginç olan tutulmalarının izahını da muhaddis ve müfessirlere, yani Hazreti Peygamber’den hadis nakledenlerle Kuran’ı Kerim’i yorumlayanlara dayandırınca da şu satırları yazabilmektedir:
Hak Teâlâ, güneş ve ay tutulmaları için belirli vakitler tayin etmiştir ki, yeryüzünde bulunan kulları, ayın ve güneşin değişmesini görüp, uyanarak, kendisine tevbe edeler ve yöneleler. Güneş tutulması vakti geldikte; güneş, arabasından düşüp, göğe doğru denizin derinliklerine gider. Eğer tamamıyle düşerse, güneş tam tutulup, yıldızları örten ışığı kalmayıp, büyük yıldızlar meydana çıkar. Eğer yarısı denize düşerse, düştüğü kadarı tutulur. Güneş tutulması durumunda güneş melekleri iki fırka olur. Bir fırkası, tesbih ederek, onu arabasından yana çekerler. Bir fırkası dahi tesbih ederek, arabayı güneşten yana yaklaştırırlar. Bu esnada yine güneşi batı tarafına alıp giderler. Ta ki, iki üç saat miktarı zamanda, önceki gibi arabası üzerine koyarlar. Böylece güneşi, âleme ışık vererek battığı yere yederler. Aynen bunun gibi, ay tutulması vakti geldikte; ay, arabasından denize ya tamamı, ya yarısı düşüp, bu olay süresince ay tutulması hâsıl olur. Onun melekleri de iki fırka olup, tıpkı güneş tutulması vaktindeki minval üzere hareket ederek, ayı arabasına koyarlar; ay tekrar parlayıp, karanlık geceyi ışıklandırır. Melekler onu alıp, battığı yere götürürler.
Bağdadî’nin Firak ve İbrahim Hakkı’nın Marifetname kitaplarını İnternet’te, pdf formatında bulabilirsiniz.(2)
Buradan bakarak
Tarih felsefesinde şu hüküm geniş kabul görür: Tarihî olayları bugünün değer hükümleriyle yargılayamazsınız. Bağdadi, Rabbani ve İbrahim Hakkı, Müslümanlara iyilik yapmak, hizmet etmek niyetiyle yola çıkmış insanlardır. Bunlar cahil veya akılsız değildir. Tam tersine zamanın en akıllı, en tahsilli insanlarıdır ve niyetleri temizdir. Gazali muhakkak ki bir dâhidir. Ancak gerçeği bulmak için kullandıkları yollar ve metotlar yanlıştır. O yolla, o metotla gerçek bulunmaz. Fakat onların elinde başka bir yol ve metot yoktur. Müslüman dünyanın altın çağında ele geçirdiği yol ve metotlar Eşariye ile ezilip yok edilmiş, unutturulmuştu.
Gezegenler, dünya, güneş sistemi, yani kozmoloji müfessir ve muhaddislerden tahsil edilmez. Ne geometri ne de Eflatun Müslümanlığın bileşenleridir. Müslümanlık güzel ahlâkı tamamlamak için, kozmoloji gök cisimlerinin davranışlarının tasviri ve hareketlerinin tahmini için vardır. Bunları karıştırmaya kalkarsanız, Eflatun kâfir olur, güneş, meleklerin sarsaklığından tutulur, dünya da yerine çakılıdır, kıpırdamaz. Çünkü sizin elinizde tümevarım, tümdengelim, yanlışlama, gözlem ve tecrübe değil, eskileri, daha eskileri, daha da eskileri karıştırıp yorum yapmaktan, otorite aramaktan başka yol yordam yoktur.
Ve o geometri öğrenenler, sonra fizik, sonra kimya öğrenecek, dünyayı ve sizin haberinizin bile olmadığı kıtaları keşfedecek ve sonunda sizin sahillerinize her tarafından ateş saçan toplarla dolu kalyonlarla gelip sizi esir alacaktır. Rabbani Hazretlerinin Hindistan’ını hâkimiyetine alan ve daha sonra egemenliği İngiliz tacına devreden East India Company’nin kuruluş tarihi 1600’dür ve o tarihlerde Rabbani Mektubat’ı yazmaktadır.
Bilim dünyanın problemlerini çözmek için, din güzel ahlâk için, Türkçülük Türklüğün bekası içindir. Üçü de biline, öğrenile ve karıştırılmaya. Karıştırmak, üçüne de kötülüktür.