Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Şimdi bu üç kategorinin bir biriyle ilişkisini inceleyelim. Türkçülük için bilim nedir; bilim için Türkçülük nedir? Din için Türkçülük ve Türkçülük için din... Nihayet din için bilim nedir ve bilim için din? Üç ayrı maksada yönelmiş üç kategori arasında altı ilişki mümkün.
Açıktır ki dünya tarihinde büyük fikir yanılgıları kadar felaketli harpler ve sosyal felaketlerin sebeplerinden biri bilim, din ve ideolojinin her birinin, kendi maksatları ve sahaları dışında kullanılmaya kalkışılmasıdır. Batıda Ortaçağ karanlığı dinin bilim yerine geçirilmeye çalışması diye açıklanabilir. Müslüman tarihinde çöküş ve sömürgeleşme döneminde de aynı eğilimi, görüyoruz: Bilim gereksizdir; din neyimize yetmez. Bugünkü ifadeyle, “Kur’an ve hadiste her şeycikler vardır.” Yeter ki ‘ilmi’ kuvvetli bir imam veya sırrı kavi bir şeyh bize saklı bilgileri anlatıversin.
Fransız İhtilali, aristokrasiye karşı bir ayaklanma olduğu kadar, kilisenin bu çarpık fikirlerine ve bunları kullanarak halkı soymasına karşı da bir isyandır. O bilim ‘taraftarı’ idi, pozitivistti. Bu çılgın isyan, ‘dine ne gerek var, bilimde her şeycikler var’a kadar gitti. Bir bilim dini yaratılmak istendi. Bu hedefe yürünürken papazların eli kesiliyor, halk kiliseye ne gün gideceğini bilemesin diye hafta yediden on güne çıkarılıyordu. Bilim dini burada da durmadı, yirminci asrın komünizm felaketine kadar uzandı. Pozitivizm üzerinden ideolojileri bilim zannetme yanlışına düşüldü. Bilimsel sosyalizm de Faşizm ve Nazizm de kendilerinde bilimsellik vehmediyordu.
Türkçülük ve bilim
Türkçülük için bilim, ekonomiden siyasete dünyadaki problemleri çözmede, yönetim politikalarını belirlemede, dünya toplumlarını ve onların bir biriyle ilişkisini anlamada, velhasıl Türk milletini güçlü ve müreffeh kılmada en hakiki mürşittir; yol göstericidir. Türk tarihini, Türk edebiyat ve kültürünü araştırmak ve nesiller arasında aktarmak için de bilimin metotlarını kullanırız.
Türkçülük için bilim ne değildir? Bir din değildir. Değerlerimizin kaynağı değildir. Bilim bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini gösterir. Fakat ne yapmamız gerektiğini tayin edemez. Hedef seçimi bize aittir. Biz hedeflerimizi değerlerimize göre kendimiz seçeriz. Bilim o hedefe gidilecek yolu çizer. Bilim atom çekirdeğinin nasıl parçalanacağını gösterir. O parçalanan çekirdekle insan mı öldüreceğiz, yoksa hayat mı kurtartacağız? Bu soruyu bilim değil bizim değerlerimiz cevaplayacaktır.
Bilim için Türkçülük, psikolojik, sosyolojik ve tarihî bir olgudur. Siyaset biliminin de konusudur. Fakat Türkçülük bilim değildir. Tabiatı anlamanın farklı bir yolu değildir. Türkçü fizik, Türkçü kimya yoktur. Bu ‘yoktur’ hükmümüz bütün bilim dallar için geçerlidir. Diğer ideolojilerle Türkçülüğü ayıran temel farklardan biri budur. Komünizm veya daha hoşlandıkları adıyla bilimsel sosyalizm, kendi felsefesinin bizatihi tabiatı anlamının bir yolu olduğuna inanıyordu. Tıpkı Ortaçağdaki Hristiyanlar veya günümüzdeki Selefiler gibi. Nazizm ve Faşizm de aynı yanılgıya sahipti. Faşizm bir düşünce tarzı olduğu kadar bir devlet yönetim sistemi (korporatif sistem) ve bir ekonomik model olmak iddiasındaydı. Nazizm ise bir tarih ve siyaset bilimi olduğunu düşünürdü. Naziler ‘ari ırktan’ İngilizlerin kendileriyle savaşacaklarına inanmıyorlardı. Zaten galibiyetlerini ve dünyaya hâkimiyetlerini haklı kılan ve garanti eden arilikleriydi.
Türkçülük ve din
Türkçülük için din, yani Türkçülük için Müslümanlık nedir? 21. asırda “Türkçülük için…” parantezine başka bir dini almamız pek anlamlı değildir.
Müslümanlık Türk kültürünün bin küsur yıldan beri yana ana kaynaklarından biridir. Edebiyatımız, musikimiz, felsefemiz, mistisizmimiz, günlük yaşantımız Müslümanlıkla doludur. Müslümanlık, öğretilmesi ve korunması gereken harsımızın ve değerlerimizin taşıyıcı kolonlarından biridir.
Fakat Müslümanlık dünya işleri için planlamada, devleti yönetmede, siyasî tercihlerde kullanılacak bir alet değildir. Dünyayı anlamanın ve dünyaya ait problemleri çözmenin bir yolu veya bilimin alternatifi değildir. Diğer değerler gibi hedef tayini sırasında hesaba katılacak bir unsurdur; fakat yolu planlarken kullanılmaz.
Müslümanlık için Türklük, hem siyaset hem akaid açısından hayatidir.
Türkler olmasaydı da İslâm olurdu. İslâmiyet öncesinde de Türkler vardı. Müslümanlık gelmeseydi Türklük devam ederdi. Fakat Türkler olmasaydı, İslam’a değil de Müslümanlık ve Müslümanlara ne olurdu? Bu sorunun cevabı şu öncekiler kadar açık değildir. Türkler olmadan bir Müslümanlığın ne siyaset ne de kültür ve düşünce tarihi yazılabilir. Akaidde Türklerin Maturidiyye anlayışı Müslüman düşüncesinin temel dayanaklarından biridir ve sağlıklı olanıdır. Yesevî ile başlayıp Yunuslar, Hacı Bayram ve Hacı Bektaşlarla devam eden Türk mistisizmi de ihmal edilmeyecek bir toplum terbiyesi, ahlâk çizgisidir. Bir Türk Müslümanlığı vardır ve zengindir. Türk İslam’ı değil… İslam tektir ama Müslümanlık, toplumların kültürlerince farklıdır. Sadece ezanların bestelerinin bize ait olduğunu, kandillerin, mevlidin Türk kültürünün unsurları hatırlamak bu gerçekleri kavramak için yeterlidir. Camilerimiz görende, dini ve milliyeti ne olursa olsun, hayranlık yaratır. İslam dünyasının hiçbir yerinde Türk camileri kadar yüksek bir zevki aksettiren Müslüman ibadethanesi bulamazsınız. Belki Taç Mahal istisnadır ama onda da Türklük vardır, Şah Cihan ve Babür devletimiz vardır. Yanlış anlaşılmasın, bugünün şaşkın, nereye gittiğini bilmeyen cami mimarisini değil, Sinanların, Sedefkârların eserlerini kastediyorum.
Fakat Müslümanlığın siyasî varlığında da Türklerin dev bir rol oynadığı görülüyor. 11. asırdan itibaren Müslüman dünyada Türkler hâkimdir. Haçlılara, anarşiye, sapmalara karşı savunma mevzilerini Türkler doldurmuş ve başarılı olmuşlardır. Kavim-kabile kavgasıyla çöken devlet idaresi de Türklerin el koymasıyla toparlanmış, bütün bütün çökmeden günümüze kadar gelebilmiştir. Müslüman bilimin zirvesi İbn-i Haldun, Türkler olmasaydı Müslümanlığın öleceği kanaatindedir. 1377’de, Mukaddime’sinde şöyle yazar:
Allah’ın lutfu ölen nefesini canlandırarak, Müslümanlığın birliğini, düzeni ve İslâm’ın surlarını korudu. Allah bunu bu Türk Milleti’nden Müslümanlar göndererek yaptı, onların büyük ve sayısız kabilelerinden, onları savunacak emirler ve tam manasıyla sadık yardımcılar ki bunlar esaret marifetiyle darülharpten darülislama gelmişti...
Gerçekten İbn-i Haldun’un Mukaddime’yi yazdığı tarihi izleyen asırlar, Hindistan’dan Orta Asya ve İran’a, Avrupa ve Afrika’ya kadar Türk asırlarıdır. Türk ve Müslüman kelimeleri Batılıların ağzında eş anlamlıdır. Türk, Müslüman demek, Müslüman, Türk demektir.
Bugün Türklüğü küçümseyen sözde Müslümanlar, Müslümanlığın sönen nefesinin Türkler tarafından 20. asırda bir daha canlandırıldığını hatırlamalıdır. Emperyalizm çağında, 19. asırdan 20. asra geçilirken yabancı boyunduruğuna girmeyen, sömürge olmayan tek Müslüman ülke Türkiye’dir. Emperyalist saldırıyı def edip egemenliğini sürdüren tek Müslüman millet Türk Milleti’dir. Yahya Kemal’in Millî Mücadele için yazdığı,
Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın
Galip et çünkü bu son ordusudur İslâmın
beyitleri, sadece bir edebiyat şaheseri değil aynı zamanda tarih ve siyasetin gerçeğinin ta kendisidir de.