Küreselleşme olgusu günümüzde yalnızca insanların, ürünlerin ve hizmetlerin değil hastalıklar başta olmak üzere çeşitli problemlerin de sınırları rahatça aşmasını kaçınılmaz kılıyor. Bu kapsamda, ilk olarak aralık ayının başında Çin’in 11 milyon nüfuslu Vuhan kentinde ortaya çıkan Yeni Koronavirüs Hastalığı (Covid-19), Ocak ayının sonunda Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD), Şubat ayının ortasında Mısır’a ve aynı ayın sonunda Nijerya vasıtası ile Sahraaltı Afrika’ya kadar ulaştı. Virüsün her geçen gün etki alanını genişleterek küresel bir pandemi halini alması bütün dünyayı büyük bir korku ve panik atmosferine sokarken, tedavisi henüz bilinmeyen bu hastalık ile mücadele etmeye çalışan devlet adamları ülkelerinin sınırlarını kapatma, uçuşları yasaklama, vatandaşlarını kısmen ya da tamamen sokağa çıkmaktan men etme gibi geçici çözüm önerilerine yöneldiler. Gelinen noktada, dünya üzerinde yer alan birçok ülke topraklarında hala kontrol altına alınamayan Covid-19, insanların hayatına kastettiği kadar devletlerin ve uluslararası sistemin istikrarını da tehdit etmekte.
Uluslararası Toplum Afrika’ya Destek Vermeli
Ebola, AIDS, Sıtma, Lassa ateşi gibi örnekler düşünüldüğünde, Afrika’nın salgın hastalıklarla başa çıkma konusunda oldukça tecrübeli olduğu söylenebilir. Ne var ki, tecrübe faktörü önemli olsa da Covid-19’un ve olası etkilerinin üstesinden gelebilmek için tek başına yeterli görünmüyor. Kişi başına düşen milli gelir bağlamında dünyanın en yoksul 50 ülkesinden 36’sını üzerinde barındıran Afrika kıtasında yer alan ülkelerin birçoğu halihazırda ciddi ekonomik sıkıntılardan muzdarip. Kıtadaki test kiti sayısının, solunum cihazlarının ve yoğun bakım hasta yataklarının yetersiz oluşu da, Covid-19 ile mücadele noktasında ciddi bir engel teşkil ediyor. Ayrıca, Afrika’nın muhtelif yerlerinde, bir türlü sona erdirilemeyen siyasi ve sosyal istikrarsızlıklar da, kıtada virüs sırasında ve sonrasında istikrarlı bir tablonun ortaya çıkmasını güçleştiren etkenler arasında. Bu şartlar altında, Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Komisyonu (UNECA) tarafından yayınlanan bir raporda, yeterli önlem alınmazsa kıtada milyonlarca Afrikalının bu virüsten etkilenebileceği vurgulanarak Afrika’nın virüsle mücadele kapsamında en az 100 milyar dolar değerinde bir kaynağa ihtiyaç duyduğu belirtiliyor.
Yukarıda bahsi geçen olumsuzluklar ve virüsün yayılma hızı dikkate alındığında, Covid-19’un olası etkileri ile bireysel olarak başa çıkmakta zorluk yaşaması muhtemel kıta ülkelerinin uluslararası toplumun güçlü desteğine ihtiyaç duyduğu açık. Senegal Cumhurbaşkanı Macky Sall da “salgından sonra dünya ülkelerinin desteklenmesi ve güçlendirilmesi zorunluluğunun olduğu yeni bir dünya düzenine” olan ihtiyacı belirterek bu durumun altını çizmekte. Ancak kurumları ve önde gelen aktörleri ile uluslararası toplum Covid-19 salgını esnasında başarılı ve tutarlı bir görüntü sergilemekten oldukça uzak. Zira ABD ve Çin gibi aktörlerin virüsü küresel bir rekabet aracı haline getirmeye çalıştığı, Avrupa Birliği gibi etkisi hitap ettiği bölgenin sınırlarını aşan bölgesel organizasyonların gerçek bir birlik hissi uyandırmadığı ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kriz anlarında son derece yararlı olabilecek uluslararası örgütlerin meşruiyetinin tartışıldığı bir ortamda, sistem içerisinde yer alan aktörlerin birçoğunun “ulusçu reflekslere” yöneldiği ve “küresel bir pandeminin çözümünün ancak küresel iş birliğiyle mümkün olduğu” gerçeğini göz ardı ettiği aşikâr. Önümüzde duran bu tablo ise uluslararası toplumun salgın sırasında ve sonrasında Afrika’ya olan desteğini değil, ABD ve Çin gibi küresel güç olma iddiasındaki aktörlerin kıtaya yönelik rekabetinin geleceğini değerlendirmeyi elzem kılıyor.
Covid-19’un ABD-Afrika İlişkilerine Olası Etkileri
ABD’nin, Afrika’nın ve dünyanın geri kalanının Covid-19 ile mücadele noktasında en büyük talihsizliklerden biri salgının uluslararası iş birliği konusunda en az istekli başkanlardan birinin, Donald Trump’ın, Washington’da iktidarda olduğu sırada patlak vermesi olarak açıklanabilir. Zira Donald Trump seçim döneminden bu yana “önce Amerika” sloganını içselleştiren ve diğer ülkelerle iş birliğini çoğunlukla “ekonomik olarak” faydalı olduğu müddetçe makul bulan bir başkan izlenimi veriyor. Trump yönetiminin uluslararası iş birliği konusundaki isteksizliği -ya da pragmatistliği- ülkesinin Covid-19 ile etkili bir şekilde başa çıkmakta zorlandığı gerçeği ile birlikte ele alındığında, Washington’ın daha önce Ebola, AİDS, Sıtma vb. salgınlar konusunda oynadığı öncü rolü bu defa gerçekleştiremeyeceği anlamına geliyor. Geçmişte “ABD Başkanı’nın AIDS ile Mücadele Acil Durum Planı (PEPFAR)” ve “Başkanın Malarya(Sıtma) Girişimi” gibi programlar kapsamında Washington yönetimleri tarafından çeşitli Afrika ülkelerine milyarlarca dolar tıbbi yardım yapılsa da, Trump’ın kamuoyunda oluşan soru işaretleri nedeniyle ülkesinin Dünya Sağlık Örgütü’ne sağladığı maddi desteği keseceğini açıklaması bu durumun tezahürlerinden biri niteliğinde.
ABD yönetiminin Covid-19 salgını sırasında izlediği başarısız, ekonomik kaygı odaklı ve çoğunlukla bencil politikaların, başkanın Afrika’ya yönelik -zaten gerçekleştirilmesi zor olan- dış politika hedeflerine ulaşmasını daha da zorlaştırması kuvvetle muhtemel. 2018 yılında Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton’ın Heritage Foundation’da açıkladığı bu hedefler, ABD ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaretin arttırılması, aşırılıkla/şiddetle/terörle daha etkili bir şekilde mücadele edilmesi, kıtanın istikrarını baltaladığına inanılan Çin ve Rusya’nın yıkıcı faaliyetlerinin engellenmesi gibi amaçlar içermekteydi. Her ne kadar, başlangıçta Donald Trump yönetimi Obama yönetiminin son yıllarına kıyasla kıta ülkeleri ile olan ticaretini nispeten arttırsa da, virüsün yan etkilerinden biri olan ekonomik daralmanın ABD-Afrika ticaretini de olumsuz yönde etkilemesi bekleniyor. Öte yandan, şimdilik Covid-19 nedeniyle gündemdeki önemini kaybeden Afrika’daki terörist faaliyetlerin de virüs sonrası bozulan ekonomik, sosyal ve siyasal dengeler içerisinde nüfuz alanlarını arttırabilmesi ihtimal dâhilinde. Son olarak, Trump yönetimi tarafından Afrika’da ve dünyada çevrelenmek istenen Çin’in ise mevcut durumda ABD’ye kıyasla kıtadaki etkisini hayli arttırabileceğini tahmin etmek güç değil. Bütün bu faktörler bir arada değerlendirildiğinde, Bush ve Obama dönemlerinde etkisi hissedilmeye başlanan ve Trump döneminde de olanca hızıyla sürdüğü gözlemlenen Washington yönetimlerinin Afrika’daki alan ve nüfuz kaybının, Covid-19 salgınının olası sonuçları itibariyle daha da hızlanabileceğini ortaya koymakta.
Covid-19 Çin’in Kıtadaki Nüfuzunu Arttırabilir
“Virüsün kaynağı olan ülke” imajı olumsuz bir intiba yaratsa da, Covid-19 sonrası dünyada Çin için Afrika’da -iyi değerlendirildiği takdirde- önemli fırsatların varlığı söz konusu. Mevcut durumda, uluslararası topluma sunduğu -ve bazı kesimlerce yoğun olarak tartışılan- veriler itibariyle, Pekin yönetimi devlet mekanizmasının her türlü imkanını kullanarak salgını bastırmakta başarılı olmuş gibi görünüyor. Çin’in virüsle mücadeledeki tecrübesini ve ellerindeki maddi yardım olanaklarını çeşitli dış yardım programları ile kıtaya aktarması, ilerleyen süreçte bu ülkenin Afrika’daki nüfuzunu pekiştirmesi ile sonuçlanabilir. Ancak bu konuda Çin yönetiminin daha dikkatli ve sorumlu bir anlayışla hareket ederek oldukça tepki çeken test kitlerinin bozuk çıkması ya da ikinci dalga virüs endişesiyle Çin’deki Afrikalılara yönelik kötü muamelelerde bulunulması gibi durumları bir şekilde ortadan kaldırması, tekrarlamaması gerekiyor. Aksi halde, Covid-19’u fırsata çevirmeye çalışan Çin yönetimi, imaj yenilemeye çalışırken kıtadaki mevcut imajını da tahribata uğratabilir.
Çin’in 2009 yılından bu yana Afrika’nın en büyük ticaret ortağı olduğu ve bu ülkenin kıtada milyarlarca dolar değerinde çeşitli dış yardım ve yatırımlarının bulunduğu düşünüldüğünde, Pekin yönetiminin virüsten ekonomik olarak etkilenmesi bu ülke ile yoğun ekonomik ilişki içerisinde bulunan birçok kıta ülkesini de derinden etkileyecektir. Buna karşın, virüs sonrası dünyada Afrika’nın ihtiyaç duyacağı ve muhtemelen uluslararası toplumun dikkatine sunacağı ticaret ve yatırım olanakları doğrultusunda da, bölgesel ya da küresel güç olma iddiasındaki çeşitli aktörler tarafından bu kıtaya ekonomik bir yönelimin -ya da hücumun- başlaması şaşırtıcı olmaz. Salgının ardından kıta ülkelerinin ihtiyaç duyacağı sıcak para akışı ve yatırımlar için yürütülecek rekabette ise Çin, Covid-19 nedeniyle yaşadığı zor günleri henüz atlatamayan rakiplerine kıyasla nispeten avantajlı bir konumda bulunuyor. Ne var ki, bu durumun Afrika’da bulunan ülkeler için üzerinde sıklıkla durulan bir tehlikenin kapsamını genişletebileceğine dair endişelere de dikkat çekiliyor. Zira salgın sonrası ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarını sağlamak için Çin ile daha fazla yakınlaşma ihtiyacı duyabilecek olan kıta ülkeleri, halihazırda mevcut olan asimetrik ekonomik ilişkilerin daha da orantısız bir hale gelmesi riski ile karşı karşıya. Bu doğrultuda, gerek Çin ve Türkiye gibi sınırlı birkaç örnek dışında uluslararası toplumun hemen hiçbir üyesinin Afrika’ya ve dünyaya yönelik sağlık diplomasisi konusunda etkili bir çaba göster(e)memesi, gerekse salgın sırasında ve sonrasında ekonomik olarak zor durumda kalabilecek kıta ülkelerinin Pekin yönetimi ile mevcut ilişkilerini daha da derinleştirebilme ihtimali Pekin yönetiminin Afrika’daki kartlarını açma konusunda elini güçlendirebilir. Gelinen noktada, Çin Halk Cumhuriyeti başarılı bir dış politika stratejisi uyguladığı takdirde, ABD başta olmak üzere diğer rakiplerine nispeten Afrika’daki nüfuzunu daha da arttırma şansını eline geçirmiş durumda.