Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 19-20 Temmuz’da KKTC’ye, Türkiye’nin önde gelen siyasileri ve bazı Bakanlar ile birlikte yaptığı ziyaret ve açıklamalar, dünya siyasetinde inanılmaz bir deprem yarattı.
Her fırsatta “Dünya Beş’ten büyüktür” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kastettiği BM Güvenlik Konseyi üyeleri, bunlara ilaveten AB yöneticileri, Helen dünyası ve Helen dünyasının yardakçıları hop oturup hop kalktılar, art arda açıklamalar yaptılar ama hiçbir işe yaramadı.
Maraş’ta ikinci etap olarak yaklaşık 175 bin metre kare alanın açılmasının verdiği mesaj, algılandığından çok daha öte anlamlar içeriyor. Başta Rumlar olmak üzere bu açılımın ne demek olduğunu anlayanlar, bu siyasi adımın nerelere kadar ulaşacağını net bir şekilde kestirebildiklerinden ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Beş’lerin, Helen dünyası ve yardakçılarının Türkiye’yi kınamaları boşuna ve usulen.
Gerçekte 16 Temmuz’da aldıkları bir kararla Maraş’ın ikinci etap açılışına karar veren KKTC Bakanlar Kurulu, KKTC devleti. Kınanması gereken gerçekte de KKTC Hükümeti ama KKTC’nin varlığını tanımadıkları için “vur abalıya” misali, sadece Türkiye’yi kınamak ellerinden geliyor.
Maraş’ta taşınmaz malı olduğunu iddia ederek, Maraş’a yerleşmeye ve yaşamlarını KKTC toprakları içinde, Kıbrıslı Türklerin egemenliği altında devam ettirmeye gelecek olan Rumların yaratacağı siyasi deprem ise çok daha büyük olacak. Kısa ve öz olarak, KKTC’nin varlığının ve yasallığının öncelikle Rumlar tarafından kabul gördüğü ortaya çıkacak. Zaten Rum lider Anastasiadis’i de çıldırtan bu olasılık.
Anastasiadis 22 Temmuz Perşembe günü toplanan Rum Ulusal Konseyi’nde, Maraş’ın 2. etap açılımına karşılık; KKTC siyasilerinin, -1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortaklarından olan Kıbrıs Türk halkının bir ferdi olmaları nedeni ile- sahip oldukları AB pasaportlarının geri alınmasını talep etti, sanki kendisi lütfederek vermiş gibi. Keşke geri alacak, iptal edecek kararı alabilse…
Anastasiadis’in yaptığına uluslararası politikada “siyasi gaf” deniyor. Söylediğini yapması zor ama bizim için sıkıntı değil. 60 Cumhuriyeti’nin bize sağladığı pasaportları almakla Türklerin maruz kaldığı bir başka haksızlık daha ortaya çıkar, ki Türkiye Cumhuriyeti, siyasilerimize Diplomatik Pasaport, bürokratlarımıza da, hiç bir yerde vize gereksinimi olmayan Yeşil Pasaport verir. Bu gelişmelerin ardından da Rum’dan kopuş ve adadaki ayrılık daha da kalıcılaşır.
Öte yandan; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’nin Maraş açılımının kınamasına “2004 yılında Annan Planı sürecinde verdiğiniz sözleri halen daha tutmadınız, yerine getirmediniz” yanıtını vermesi, AB’nin nasıl tek yanlı davrandığını, açık ve net olarak bir “Hristiyan devletlerden oluşmuş birlik” olduğunu ortaya koymakta, işine geldiğinde “yalan söylemeyi” politik strateji olarak uyguladığını ve güvenilemez bir birlik olduğunu gözler önüne sermekte.
İsrail’in Türkiye’yi kınaması ise çok normal. 25 bölümlük “Yahudi Protokolleri” zaten İsrail’e bu şekilde davranmasını emretmekte. Kendisinin, BM’nin tüm kararlarına rağmen halen daha Golan Tepelerini, Kudüs’ü, Sina Yarımadasını ve Süveyş Kanalı’nın doğu yakasını işgal etmesine bakmaksızın, Maraş’ın KKTC toprakları içinde olduğunun göz ardı ederek Türkiye’yi kınamaya çalışması çok gülünç ve bir başka siyasi gaf.
Son söz külliye tartışmalarına; adının ne olduğu önemli değil. Şayet bu topraklara çaktığımız tek çivi bile Rumları/Türk düşmanlarını rahatsız ediyor ve Türklerin Kıbrıs adasına imza atmaları sorun oluyorsa biz doğru yoldayız demektir. Devlet olmanın tüm unsurlarını taşıyan KKTC, bu devleti güçlendirecek, mamur kılacak, varlığını perçinleyecek adımlar atarak yoluna gitmek durumundadır. Eğer 2023 Ekiminde, 2004 yılının 24 Nisanında oylanan Annan Planında yer alan “Kıbrıs Türk Devleti”ne geçiş olacaksa, Metehan’da 500 dönümlük bir alan içinde, meclis binası, kütüphanesi, konferans salonları ile bir Cumhurbaşkanlığı külliyesinin olması, “Kıbrıs Türk Devleti”nin saygınlığına saygınlık katacaktır. Buradaki rahatsızlık Türklerin adaya imzalarını atmalarıdır, tıpkı 450 yıldır olduğu gibi…