Balkanlardan başlayıp Büyük Okyanus’a, Kuzey Buz Denizi’nden Tibet’e uzanan 11,2 milyon kilometrekarelik büyük bir Türk Dünyası ve bu dünyanın kalbi sayılan Orta Asya bölgesinin jeopolitik ve jeostratejik önemi ile karşı karşıyayız. Çarlık Rusya ve Sovyetler Birliği’nin baskısı altında uzun yıllar kimliklerini koruyan Orta Asya Türk devletleri, 1991 yılında bağımsızlıklarını ilan etmiş ve birlikte bir arada var olabilmenin yollarını aramışlardır. “Uzun yıllar bir abinin kontrolü altında yaşadık, artık yeni bir abi istemiyoruz” diyen ve Türk devletlerinin eşit ve egemen ülkeler olarak görülmesini isteyen Nursultan Nazarbayev, bugüne kadar kurulan ve bütün Türk devletlerine hitap eden önemli organizasyonların kurulmasında inisiyatif almıştır. Nazarbayev’in nezdinde Kazakistan Cumhuriyeti bölgesinin hem en müreffeh hem de en güvenli ülkesi olmayı başarmıştır.
Nursultan Nazarbayev, Türk kimliğini, Türk dilini, Türk tarihini ve geleneklerini bilen, okuyan, araştıran ve bunlarla ilgili kitaplar yazan biri olarak TÜRKSOY, TÜRKPA, Türk Keneşi ve Türk Akademisi’nin kurulmasında bizzat sorumluluk almıştır. Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgal edilmesi ve bu toprakların Azerbaycan tarafından geri alınması hususunda Azerbaycan’a destek vermiştir. Orta Asya Türk devletleri arasındaki sınır sorunlarının çözülmesi için adım atmış ve çatışma çıkmadan sınır sorunlarını çözmüştür. 1991’den günümüze Türk Dünyası’yla olan bağların güçlendirilmesi için birlik ve beraberliğin ne kadar önemli olduğunu anlatmıştır. “Ya büyük devletler için hammadde kaynağı olacağız ya da güçlerimizi birleştirip dünya arenasında önemli roller oynayacağız” diyerek Orta Asya Devletler Birliği’ni kurmayı teklif etmiştir. Türk devletlerinin güçlerini birleştirdiğinde dünya politikasına yön vereceğine inanmıştır. Nitekim Nazarbayev’e, Türk Dünyası’nın bir araya gelmesinde göstermiş olduğu üstün hizmetlerden dolayı Türk dünyasının AKSAKALI denmektedir. Mart 2019’da görevinden istifa edip yeni nesillerin önünü açmasına rağmen Kazakistan denilince hala daha ilk akla gelenin Nazarbayev olması tesadüf değildir. Otoriter yönetim biçimi eleştirilebilir, ülkedeki demokratikleşme adımları tartışılabilir, ancak ülkenin giderek demokratikleşmesi için attığı adımlar inkâr edilemez niteliktedir.
Nitekim başkanlık yetkilerinin zamanla azaltılması, parlamentonun yetkilerinin arttırılması ve halkın katılımının her anlamda her yerde hissedilir derecede artması Nazarbayev’in mirasıdır. Nazarbayev sonrası başa geçen Kasım Comart Tokayev de bu politikaların devamını sağlayarak parlamentonun gücünün ve halkın katılımının arttırılması konularına çok hassasiyet göstermiştir.
Bu hassasiyeti son parlamento seçimlerinde de görmekteyiz. 10 Ocak Pazar günü yapılan parlamento seçimleri beş siyasi partinin katılımı ile gerçekleşmiş ve yaklaşık 7,5 milyon Kazak vatandaşı oy kullanarak seçime büyük bir katılım göstermiştir. Seçim sonucu önceki seçimlerde olduğu gibi farklı çıkmamış, ülkedeki en büyük parti olan Nur Otan partisi sandıktan birinci parti olarak çıkmıştır. Sonraki beş yıl için 107 vekilin 76’sı Nur Otan partisinden çıksa da yüzde 7’lik seçim barajının olması nedeniyle parlamento çok farklı siyasi renklere bürünememiştir. Çok partili parlamento için seçim barajının tamamen ortadan kalkması elzem görünmektedir. Zaten farklı bir sonuç beklenmemekle birlikte halkın seçimden ziyade öncelik verdiği başka konular vardır. Kazak halkının milletvekillerinden talepleri farklılık göstermektedir. Ülkedeki gelir adaletsizliğinin ve zengin ile fakir arasındaki uçurumun azaltılması, azalmaya başlayan orta sınıfın tekrar güçlenmesi, devlet kurumlarındaki en sinsi tehlike olan ve Sovyetler Birliği’nden kalan rüşvetin ortadan kaldırılması, bağımsızlık sonrası yetişmiş, nitelikli eğitim almış, yabancı dil bilen genç siyasetçilere daha fazla yer verilmesi, sağlık ve eğitim sisteminin iyileştirilmesi, yeni iş kollarının açılması, asgari ücretin arttırılması gibi konular öncelikli konulardandır. Bir başka deyişle, Nazarbayev’in dile getirdiği “önce ekonomi sonra demokrasi” sözü Nazarbayev sonrasında da geçerliliğini korumaktadır. Halkın daha fazla demokratikleşmeye mi yoksa daha müreffeh bir yaşam tarzına ve dolayısıyla ekonomiye mi ihtiyacı var sorusu da geçerliliğini korumaktadır.
Bir başka seçim yaşanan ülke de Orta Asya’nın demokrasi adası olarak anılan Kırgızistan’dır. Ancak bu söz geçerliliğini yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır. Nitekim kısa süre aralıklarla halk darbelerinin yaşanması ve iktidarların değişmesi demokrasi adına müspet gelişmeler değildir.
4 Ekim 2020’de yapılan seçimlerden 10 Ocak gününe kadar siyasi bir kriz vardı. O siyasi kriz ve kaostan çıkan Sadır Caparov ülkenin yeni lideri olmuştur. “Kaostan çıkan lider” kendisine verilebilecek en manidar tanımlamadır. Nitekim Ekim ayında yapılan seçimlere usulsüzlük karıştırıldığını iddia eden muhalifler başkent Bişkek’te büyük çaplı gösteriler yapmış, cumhurbaşkanlığı ve parlamentoyu işgal etmiş, tutuklu bulunan eski Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev ve eski vekillerden Sadır Caparov’u serbest bırakmıştır. Serbest bırakıldığı gün başbakan olan Caparov, 10 Ocak’taki seçimlerde ülkenin yeni Cumhurbaşkanı olmuştur. Kırgız halkı aynı zamanda devlet başkanlığı modelini de onaylayarak başkanın yetkilerini ciddi derecede arttırmıştır. Bölgeyi iyi bilen biri olarak Kırgızistan ve Kazakistan seçimlerinin ortak noktaları olduğunu ifade etmek istiyorum. Nitekim Kırgızistan’daki seçimlere baktığımızda da halkın vekillerden ve devlet başkanından büyük ve Kazakistan’dakilere benzer talepleri olduğunu görüyorum. Kırgız halkı, bağımsızlıktan bu yana parlamentoda olan artık Ruslaşmış diye hitap edilen insanları görmek istemiyorlar. Parayı, makamı ve zenginliği tercih eden vekillerden kurtulmak istiyorlar. Rüşvet ve yolsuzluğun devletin her kademesinde yaygın olmasından bıkmış durumdalar. Her gelen iktidarın ülkenin kronik yoksulluk sorununa çare bulmamasından çok yoruldular. Kendi sermayelerinin devamı için özel kanunlar çıkaran vekillerden kurtulmak istiyorlar. Tıpkı Kazakistan’da olduğu gibi bağımsızlık sonrası yetişmiş, iyi eğitim almış, Kırgız gençlerine müspet gelecek yaratabilecek genç siyasetçileri görmek istiyorlar. Sadır Caparov yapmış olduğu konuşmalarda altını çizdiğim konulara değinmiş, yoksulluk ve yolsuzluğu bitireceğini söylemiştir.
Kırgız halkı önceki Cumhurbaşkanı Ceenbekov’un ülke sorunlarını çözmemesi, eski siyasetçiler ile uğraşması, rüşvet ve yolsuzluğu engellemek için hiçbir şey yapmaması, pandemi sürecine hazırlanmaması ve hükümetin hizmet üretme konusundaki isteksizliği ve zayıflığının faturasını kesmiştir. Bir halk darbesi yaşanmış, şimdiki lider cezaevinden halk tarafından çıkarılmış ve aynı gün Başbakan yapılmıştır. Bu haliyle Kırgızistan’ın Orta Asya’nın demokrasi adası unvanını kaybettiğini, ancak yeni yönetim ile birlikte ekonomik açıdan toparlanabileceğini söylemek mümkündür. Caparov’un yeni dönemde “ÖNCE KIRGIZİSTAN” sloganını geniş kesimlere yayacağını, Kırgız kimlik bilincini daha fazla arttıracağını, Rusya ile yakın ilişkiler kuracağı, Kırgız işçilerin tekrar Rusya’ya dönmelerini sağlayacağı, Avrasya Ekonomik Birliği’nden daha fazla gelir elde etmek için çalışacağını, Türk Dünyası ile olan ilişkilerin mevcut haliyle devam edeceğini söylemek mümkündür.
Sonuç olarak, gerek Kırgızistan gerek Kazakistan’da yapılan seçimlerin kısa vadede sonuçlarını görmek mümkün olmasa da uzun vadede Orta Asya bölgesinin istikrarı için müspet oldukları görülecektir. Her iki ülkede artan işbirliği ve istikrarlı iç yapıları sayesinde bölgenin istikrarına hizmet edeceklerdir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu her iki ülke halkının devlet yöneticilerinden beklentisidir. Halkın ekonomik gelişimin tesis edilmesi, rüşvet ve yolsuzluğun, nepotizmin ortadan kaldırılmasına yönelik ciddi beklentileri var. Sovyetlerden kalma yöneticilerin hala daha önemli görevlerde iş başında olması halkın sisteme daha kolay karşı çıkmasına neden olmaktadır. Gerek Tokayev’in cumhurbaşkanı olduğu seçimlerde Kazak halkının gösterdiği büyük reaksiyon, gerekse Kırgız halkının parlamento seçimlerine usulsüzlük karıştırıldığı iddiasıyla parlamento binasını basıp, Caparov’u hapisten çıkarması bu duruma en anlamlı örneklerdendir. Kısacası, her iki ülkede de yönetim sistemi üzerinde değişiklikler yapılması uluslararası siteme entegrasyon anlamında önemlidir, ancak burada en önemli konu her iki ülke halklarının yukarıda saydığım talep ve beklentilerinin karşılanmasıdır. Bu talep ve beklentilerine uzun süreçte karşılanmaması hem her iki ülkede benzer ayaklanmalara neden olacak hem de Orta Asya bölgesinin güvenliğine tehdit oluşturacaktır.