Sözlerime bir şiir ile başlamak istiyorum. Kerküklü Mehmed Sadık efendinin, On Dört Temmuz’da Kerkük Halkına başlığı ile yazdığı şiirinden parçalar ile başlayayım. Çünkü içimizdeki sönmeyen ve dinmek nedir bilmeyen bu acıyı, böyle bir şiir ile zamanının efsanesi Mehmed Sadık dindirebilir sadece.
Yazık çok Kerkük’ün genci kefensiz türbesiz kaldı
Ezildi cismi çöllerde buna ehl-i cihȃn ağlar
Vurulmuş kanına batmış vücudu gül gibi solmuş
Bu ahvȃle değil insan bütün kevn ü mekȃn ağlar
Yazıklar gelmedi bir kimse feryȃdına kimse
Perişȃn yerde düşmüş yaralı, tenhȃ kalan ağlar
Hakk ağlar, mazlum ağlar, mağdur ağlar, kimsesiz ağlar
Ayak altında çiğnenmiş, bu gün Hakk çağıran ağlar
Bu on dört Temmuz bayramı oldu Kerkük’e ma’tem
Bıraktı Kerkük’e leke yazık nȃm u nişȃn ağlar
Yazık muhtar Fuad, iki oğlu bir kızı yandı
Başından asumȃna yükselen kat kat duman ağlar
Biri adı Cihat idi, biri nȃmı Nihat eyvah
Bu iki genç için Kerkük’te hep rȗh-ı revȃn ağlar
Kızın adı Emel idi emelsiz gitti dünyȃdan
Şehȋd oldu elinde çay içerken istikȃn ağlar
Ne Moskof yaptı bu zulmü ne firavun etti bu gadri
Melekler hep siyah giydi bütün ehl-i cinȃn ağlar
Bu hakkı almazsa Kerkük, silinsin nȃmı tarihten
Bu zulme intikam ta subh-ı mahşer, cȃvidan ağlar
Bu şiirim Kerkük’ün hakkında adı, intikam olsun
Bunu her kim okursa intikam için hemen ağlar
Nitekim Kerkük’te intikam alındı ve Kerkük’te Türklere soykırımı yapan câniler cezasız kalmadılar. Ancak bu olayların daha öncesine gelelim şimdi. Kerkük’te neden olaylar gerçekleşti? Bir yıl öncesinde neler oldu ve Barzani liderliğindeki Komünist eşkiyâlar ne gibi adımlar attılar?
Türkiye’deki gazetelerde yayımlanan Kasım 1958 tarihli üç haberden bahsedelim. İlk haber, 5 Kasım 1958 tarihli olanıdır. Haberin başlığı ’’Kerkük’te Kızıl Kürtler, Türkler ile çarpıştı. Komünist Kürtler Türk dükkânlarını yağma etti. Her iki taraftan yüzlerce kişi tevkîf edildi.’’ Bu olay sırasında Kerkük’te binbaşı rütbesindeki bir Türk subayı, şüpheli bir şekilde ölmüştür ve ölüm sebebi de gizli tutulmuştur. Ayrıca Rusya’dan dönen Molla Mustafa Barzani de bu olaylar gerçekleştiği sırada Kerkük’ten Süleymaniye’ye doğru geçmekte idi. Olaylar gerçekleştiği sırada, Türklerin yaşadığı Çay mahallesini havaya uçuracak düzeyde olan saatli bombalar vaktinden evvel bulunarak, tehlike önlenmiştir.
Daha sonrasında ise İstanbul’da yaşayan Irak Türk’ü gençler, ’’Kerkük’teki ırkdaşlarımız baskı altındadır.’’ diyerek, alâka beklediklerini dile getirmişlerdir. ’’Onlar çeteler hâlinde yaşarlar. Irak’taki 1 milyon Türk’ün köylerinde dâhi şehirli kültürü hâkimdir. Kerkük’teki Türkler yıllarca baskı altında bırakılmıştır. Kürtler Kürtçe, Ermeniler Ermenice, Araplar Arapça tedrisat yaptıkları hâlde Türklere mekteplerinde Türkçe tedrisat yapma imkânı verilmemiştir.’’ açıklamasını yapmışlardır. Tevfik Rüştü Aras’ın Dışişleri Bakanı olduğu sırada Kerkük’e yaptıkları ziyarette müthiş bir tezâhürat ile karşılaşmışlardı. Bu müthiş karşılamadan sonra ise, Kerkük’ün kapıları, Anavatan’dan giden herkese kapanmıştı. Nitekim aslen Kerküklü olan ve babasının mezarı dâhi Kerkük’te bulunan dönemin Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ın bile Kerkük’e girmesine zar zor izin verilmiştir.
9 Kasım 1958 târihli habere gelecek olursak eğer, saldırgan ve mütecaviz Komünistler bu kez de yine bir saldırı yaptılar. Ancak bu saldırı diğerlerinden daha farklı idi. Çünkü Atatürk’ün resimlerinin asılı olduğu Türklerin yönettiği kahvehanelere girilmiş ve orada resimlerin yırtılmasının ardından bir dizi olaylar gerçekleşmişti. Her iki taraftan da yaralananlar olup, birçok kişi tutuklanmıştı.
Aslında yukarıda bahsettiğimiz ve Türkiye’deki gazetelerde de geçen olaylar, 14 Temmuz 1959 Kerkük soykırımının gerçekleşmesine önayak olmuş olaylardır. Bütün bu kamuoyu bilgilendirilmelerine rağmen Türkiye’deki hükümetin sessiz kalması da akıllara binlerce soru işaretini getirmiştir. Dönemin yetkilileri arada sırada Kerkük’teki olayları yakından tâkip ettiklerini dile getirseler de, görünürde hiçbir şey yapılmamıştır. Hatta 14 Temmuz 1959 katliamı gerçekleştikten sonra, resim, doküman, yazı ve konuyla alâkalı belgelerin Türkiye’ye sokulması ve paylaşılması yasaklanmıştır. Türkiye’de uzun bir süre sonra bilinen ancak hiçbir şey yapılmayan, bu katliamı da duyuran sadece Türk milliyetçileri olmuştur.
Şimdi ise gelelim katliamın gerçekleştiği güne. Irak Cumhuriyeti ilanının 1. yıldönümünde yüzlerce zafer tâkı ile süslenen Kerkük’e Barzani ve eşiyâları, binlerce militan sokmuştur. Sözde kutlamalara katılan bu militanlar, Kerkük Belediye Başkanı Maruf Berzenci ve emri altında olan sözde sivil toplum kuruluşları ile düzenlenen resmi geçit töreninde hazır bulunuyordu. Saat 19.30’da kurşun sesi duyuldu ve kahvehane sahibi Osman Hıdır şehit edildi ve ayaklarına ipler takılarak, bir motorlu araca bağlandı, sürüklenmeye başlandı. Sivil, silahsız ve sadece kutlamaya çıkan Türkler, Barzani ve eşkıyâları tarafından vahşice katledildiler. Kiminin gözüne şiş geçirilip oyuldu, kimi canlı canlı gömüldü, kimi ipte asılı iken uzuvları kesildi, kiminin de eti poşetlere konup ’’Türklerin eti bir filise.’’ denerek aşağılandı. Bu vahşete tanıklık eden onlarca insan, aklını kaybetti. Irak Türkleri bu olaylara rağmen yine de davasından geri adım atmadı. 14 Temmuz 1959 soykırımından sonra Türkler, daha da güçlü teşkilâtlar kurarak Komünistlere ağır dersler verdiler ve intikam tugayları kurup, vahşilere gereken cezayı verdiler.
Türkeli yaşanan bu vahşeti her dem anmalı, şehitleri yâd edip, Türklük düşmanı komünizmi lanetlemelidir. Kahraman şehitlerimizi saygı ile anıyoruz…