Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Bu yazı Prof. Dr. İskender Öksüz’ün yeni çıkan “Bilim, Din ve Türkçülük” kitabından alınmıştır.
Türkiye’de bilimin hali
Geçen yazımda, belki biz de Rüzgârın Mirası filmini tekrar çeviririz demiştim. Aslında film çevriliyormuş. Bakınız, bu olay 2017 yılında bir üniversitede meydana geliyor(1):
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Mert Mercan, By-Pass ameliyatında, damarın koldan çıkarılmasının ardından his ve hareket kaybı yaşanmaması için bir model öne sürüyordu. Araştırmaya zemin olarak da dolaşım sisteminin evrim içindeki değişimini kullanıyor.
Ancak cerrahın üniversitenin hakemli dergisinde yayınlanması için hazırladığı makale “içeriğin uygunsuzluğu” gerekçesiyle reddolunuyor.
Bunun üzerine yönetime başvuran Mercan’ın aldığı yanıt, “Makalenizde uygunsuz içerik olduğu için kurul yayınlanmaması gerektiğine karar verdi.” oldu. Bir kurul üyesi ise “Yönetimi zor durumda bırakacak şekilde yazıldığı için” ifadelerini kullandı.
Daha sonra Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Ömer Günal’la görüşen Mercan, “Hocam makalenizi özel bir dergide yayınlayalım ama burada yayınlayamayız. Evrim teorisi ve evrimsel argüman çok fazla kullanılmış. Şimdi bunu yayınlarsak böyle bir dönemde sıkıntı yaşarız.” yanıtını aldı.
Makalenin siyasi sebeplerden ötürü yayınlanmadığını söyleyen Mercan’ın tepkisi üzerine dekan “Hakaret etmeyin dava açarım. Biz de burada ülke şartlarında bilim yapmaya çalışıyoruz.” dedi.
Makalenin ret gerekçeleri Türkiye’nin 21. yüzyıl başındaki hâlinin yoruma gerek bırakmayan bir tasviridir.
Her şeyi de son on beş yılda aramayalım. Henüz asır değişmemişken TÜBİTAK’a, Jared Diamond’un “Üçüncü Şempanze”sini teklif etmiştim de teklif içerde teklif hâline gelmeden o işlere bakan dostum tarafından “başımıza iş açma” diye geri çevrilmişti.
Mikro evrim, makro evrim
Okuduğunuz bu bölüm de epey evrim görmüştür. Yıllar önce bir kısmı gazetede yayınlandığında bol miktarda küfür ve tehdit mektubu almıştım. Adam gibi görünen bir mektuba cevap verdiğimde, “Evrime inanmak bir şeref ve ahlâk problemidir.” şeklinde bir ‘cevap’ bile gelmişti. İş siyasetimizin seviyesine doğru ve ‘çok sert demeç’ tarzını hedefleyerek hızla pike yapıyordu. Cevap vermedim. Fakat bu yazışmalardan da bir şeyler öğrendim. Bunlardan birincisi, bu insanların mikro ve makro evrim diye evrimi ikiye böldükleri ve artık reddedilemeyen günlük uygulamaların canlıları değiştirmesine ‘mikro’ dediklerini anladım. Makro ise yeni bir türün doğuşuydu ve işte bu imkânsızdı. Yeni bir tür için -tövbe- Allah’ın hiç olmazsa parmağının işe karıştığını görmeleri gerekiyordu.
Eşekle atın çiftleşmesinden doğan katırın kısırlığı, bu konudaki sağlam delilleriydi!
Bir kere evrimin iki ayrı türün çiftleşmesiyle yürüdüğünü kimse iddia etmemektedir. İkincisi, eşeyli denilen iki cinsiyetli canlılar, canlılar âleminin tamamı değildir. Şu şakır şakır antibiyotiklerin etki etmedikleri cinslere evirilen mikroplarda cinsiyet yoktur meselâ. Daha birçok canlıda da... Üçüncüsü, ‘tür’ bizim tasnif kolaylığı için uydurduğumuz bir kavram ve bir kutudur. Yoksa evrimde canlı çat diye bir türden diğerine atlamak zorunda değildir. Milyonlarca, on, yüz milyonlarca yıl içinde bir dizi küçük değişiklikler sonunda bakarsınız ki bir türden artık onunla çiftleşemeyen yeni bir cins doğmuştur ve siz ona yeni bir tür dersiniz. Yani evrim küçük küçük değişimlerin ürünüdür. Bu değişimler, biri değişip öbürü değişmeyen veya başka yönde değişen iki sülalenin çiftleşemeyeceği düzeye eriştiğinde yeni türlerden bahsedilir.
İnsan neden şimdi de maymundan gelmiyor?
Türkiye’de yazıp çizen bazı evrim savunucuları da bu mekanizmanın farkında değildir. Meselâ bunlardan biri genetik Adem’le genetik Havva’nın bulunması sonucunu mealen şöyle anlatıyordu: “Düşünebiliyor musunuz… Ne kadar heyecanlı!” Bunları yazan arkadaş, dişi bir şempanzenin durup dururken insan doğurduğunu zannediyordu! Hâlbuki evrim art arda gelen çok sayıda küçük değişikliklerin üst üste eklenmesiyle vuku bulur. Genetik Adem ve Havva ise, bir isimlendirme esprisidir. Önce sadece anneden gelen mitokondri DNA’sının incelenmesinden bugünkü insanların tamamının tek bir dişi cedden geldiği anlaşıldı. Kısa bir süre sonra da sadece babadan gelen Y kromozomunun analizinden tek erkek ced keşfedildi. Ancak bu “Adem” ile “Havva” aynı zaman diliminde yaşamamıştı. Aralarında binlerce yıl zaman farkı vardı.
Genetik Adem ve Havva istatistiğin bize oynadığı bir oyundan ibaretti. Soyadlarının izlendiği toplumlarda, dışarıya kapalı birçok küçük köyde herkesin aynı soyadını taşıdığı, yani aynı erkek cedde sahip oldukları gözlenmiştir. Bunun sebebi şudur: Diyelim ki o küçük köyde bir tarihte çocuk sahibi olabilecek, evli 20 erkek vardır. Araya birçok nesil girer… Yüzyıllar sonra o yirmi erkeğin birçoğunun soyunda erkek çocuk olmadığından veya az sayıda erkek çocuğun ölüm, kısırlık gibi sebeplerden erkek çocuk sahibi olmadığından o 20 erkekten sadece birinin soyadı sürer. Hâlbuki diğer 19 erkeğin genleri de kadınlar vasıtasıyla toplulukta devam etmektedir. Aynı istatistik mekanizma kadınlar için de geçerlidir. Bu gibi sonuçları programlama imkânına sâhip okuyucularım bilgisayar modellemeleriyle görebilirler. Bir rastgele sayı üreticisi ve nüfusun çok büyümesini önleyecek bir ömür beklentisi modelleme için yeterli olacaktır.
Buna benzer bir cehalet de “madem insan maymundan gelmiştir, niçin şimdi gelmiyor?” sorusudur. Buna verilecek cevap da, “Belki geliyordur. Hele sabırlı ol, yedi milyon yıl kadar bekle”dir.
Evrim daha iyiyi değil daha uygunu bulur
Hoş bu cevap da pek doğru değildir ama gerçeğe daha yakındır. Çünkü yedi milyon yıl önce başlayan ayrışma o günün ve o coğrafyanın şartlarına bağlıydı. Uçsuz bucaksız ormanlara tam bir uyum içinde yaşayan primatlar bir fay hattının Afrika’yı bölüvermesiyle kıtanın doğusunda açlığa mahkûm oldular. Sık ormanlık yerine savana denilen uzun otların içinde yaşamak zorundaydılar. İşte savanada ileriyi görebilmek için iki ayak üstüne doğrulmak gerekiyordu. Yırtıcılardan korunmak için de yakında hemen tırmanılacak ağaç bulunmayınca başka marifetler geliştirmek lâzımdı. Üstelik fay hattının bir tarafındaki primatlar, öbür tarafındaki akrabalarına da artık kolay ulaşamıyordu…
Evrim durup dururken ‘daha iyiye’ doğru bir değişim anlamına da gelmez. İnsanın ‘daha iyi’ olduğu da bizim taraflı değerlendirmemizdir zaten. Daha iyi değil ortama daha uygunduk. Bu uygunluk iddiası çok da haksız değildir, çünkü diğer bütün türlerden daha çok çoğaldık ve neredeyse önce diğer türleri, sonra da kendimizi yok etmek üzereyiz.
Türün keyfi yerindeyse evrim falan da olmaz. Evrimin meydana gelebilmesi için bir dizi şartın bir araya gelmesi gerekiyor. Stephen Jay Gould’un “Darbeli Denge (Punctuated Equilibrium)” mekanizması bunu güzel anlatır:
1. Topluluk üzerinde hayatî bir baskı. Topluluğun o güne kadar yaşadığı ekolojik oyukta (nişte) artık eski avantajın kalmaması.
2. Topluluğun benzerlerinden tecrit edilmiş olması ve sayılarının bir-iki bin fertle sınırlanması.
Birinci şart yoksa topluluğun bir değişikliğe uğrama sebebi yok demektir. Bu yüzden basit tek hücreliler milyarlarca yıldır hemen hiç değişmeden nesillerini idame ettirir. Bilerek veya bilmeyerek, “İşte ıstakoz. Milyonlarca yıl değişmemiş; ne haber?” gibi dâhiyane laflarla evrimi mat ettiğini sananlar sadece ıstakozun rahat bir ekolojik oyukta bulunduğunu ifade ediyorlar; o kadar.
İkinci şart, oraya çıkan ve hayatî tehdide karşı avantaj sağlayan değişikliğin kalabalık içinde sulanıp gitmemesini sağlar. Bin kişi içindeki bir mutasyon birkaç veya birkaç yüz nesil sonra hâkim hâle gelebilir. Fakat nüfus milyonlar mertebesindeyse bu iş zordur.
Popper evrim bilimsel değildir mi dedi?
Ünlü fikir adamı Karl Popper’in “Evrim bilimsel bir teori değil olsa olsa bir araştırma çerçevesidir.” dediği evrim karşıtı savunmanın son mevzilerinden biridir. Popper’in evrim hakkında ne düşündüğünü önemli kılan husus, onun bilimde teorilerin tabiatı ve neyin bilimsel olup neyin olmadığına dair düşüncelerine atfedilen değerdir. Popper zamanımızın bilim felsefesinin bir zirvesidir; ben de bu fikirdeyim ve onun bilime bakışını takdir ve kabul ediyorum. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Popper’e tekrar rast geleceksiniz.
Evrim karşıtlarının Popper’a sığınması onun 1976’da yazdığı şu satırlardır:
Darwinizmin test edilebilir bir bilimsel teori değil bir metafizik araştırma programı -test edilebilir bilimsel teoriler için kullanılabilecek bir çerçeve olduğu sonucuna vardım(2).
Bunları yazarken Popper’in “Darwinizm”den tabiî seçimi kastettiği, aynı kitapta neredeyse yukardakinin aynı olan şu cümleden anlaşılmaktadır:
… çünkü tabiî seçim teorisinin test edilebilir bir bilimsel teori olmayıp bir metafizik araştırma programı olduğunu iddia etmek niyetindeyim; …(3)
Popper, tabiî seçim eşittir en uygun olanın hayatta kalması (survival of the fittest) diye anlamaktadır. İki cins rekabet ettikten sonra hayatta kalana “o en uygundu” diyoruz. En uygun mu hayatta kalıyor, yoksa biz hayatta kalan “bu en uygundu” mu diyoruz? Popper’e göre bu bir akıl yürütme döngüsüdür, totolojidir, dolayısıyla tabiî seçim, yani Darwinizm totolojiye benzer, yanlışlanamaz, dolayısıyla bir bilim teorisi değildir demektedir.
Popper’e karşı tabiî seçimin iki türün rekabeti ve en uygunun hayatta kalmasından ibaret olmadığı söylenebilir. Fakat böyle bir münakaşaya ihtiyaç kalmamıştır, çünkü iki yıl sonra Popper yukarıdaki tenkitlerini de tenkit etmiştir:
“Tabiî seçim teorisini test etmekteki zorluk bazı Darwin karşıtlarının, hatta bazı büyük Darwincilerin bu teorinin bir totoloji olduğunu iddia etmelerine yol açmıştı… Bu problemden bahsetmek zorundayım, çünkü ben de bu suçlulardan biriydim. Bu otoritelerin dediklerinin etkisinde kalarak ben de teoriyi “neredeyse totoloji” diye nitelendirmiş ve tabiî seçimin de bir totoloji gibi test edilemez fakat büyük bilim değerine sahip olduğunu açıklamaya çalışmıştım. Çözümüm, tabiî seçim doktrininin pek başarılı bir metafizik araştırma programı kabul edilmesiydi…”(4)
Tabiî seçim teorisinin test edilebilirliği ve mantık açısından durumu hakkındaki düşüncelerimi değiştirdim ve bunları reddetme fırsatını elde etmekten mutluyum. …(5)
Tabiî seçim teorisi totolojik olmaktan çok uzak bir tarzda formüle edilebilir. Bu durumda sadece test edilebilirliği değil aynı zamanda her zaman doğru olmadığı da görülür. Birçok biyoloji teorisi gibi bunun da istisnaları belirmektedir ve tabiî seçimin çalıştığı değişikliklerin rastgele tabiatı göz önüne alındığında da istisnaların ortaya çıkması şaşırtıcı değildir.(6)
Ne Müslümanlığa yaslanarak ne de ‘binlerce teoriden biri’ münakaşasına dayanarak evrim karşıtlığı yapmanın imkânı kalmamıştır.
(1) http://www.diken.com.tr/marmara-universitesinden-evrime-dayali-makaleye-ret-bu-donemde-sikinti-yasariz/
(2) K. R. Popper, “Unended Quest. An Intellectual Autobiography”, LaSalle, IL: Open Court. 1976, sayfa 168.
(3) A.g.e. sayfa 151
(4) K. R. Popper, “Natural Selection and the Emergence of Mind.” Dialectica, 32: 344, 1978.
(5) A. g. e. 345.
(6) A. g. e. 346