İskender Öksüz

Tüm yazıları
...

Bunları bana İsrail ve CIA yazdırıyor

Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

İskender Öksüz

İlerlemek isterdik… Günler geçtikçe insan bir şeylerin daha iyi olduğunu görmek istiyor. Hem kendi için hem sevdikleri, çocukları, torunları ve bütün ülkesi, milleti için. Biz Türkçüler için bu sonuncusu, Türklerin daha iyiye gitmesi ön plandaydı. Ne demişti vatan şairi:

Ölürsem görmeden millette ümid ettiğim feyzi
Yazılsın sengi kabrime: Vatan mahzun, ben mahzun.

O feyz kolay mı?

İleri gidecek miydik? Gidiyor muyduk?

Bir arkadaşım öyle çok üzülmememizi salık vermişti. Diyordu ki, kişi başına gelir şu kadar dolar olunca medenî ülke oluyorsun vesselam. Fazla beyin hücresi bölmeye gerek yok. Rahatlatıcı bir düşünceydi. Eh biz de kalkınıyorduk işte. Görülmemiş kalkınma içindeydik. O halde eninde sonunda o dediği rakama ulaşacaktık.

Aradan on yıllar geçti. Meğer dünya onun dediği gibi dönmüyormuş. Bir baktık ki milletler zengin oldukları için medenî, demokrat, birbirini seven, birbirine güvenen yani topluk sermayesi yüksek hale gelmiyormuş. Ya nasıl? Bunun tam tersi: Medenî, demokrat, toplum sermayesi yüksek, birbirini seven ve güvenen insanlardan oluştukları için zengin oluyorlarmış.

Görülmemiş kalkınma: Dörde katlanıyoruz

Görülmemiş kalkınmaya gelince; ben kendimi bildim bileli hep görülmemiş kalkınma içinde bulundum. Durum daima şöyleydi: Mevcut iktidar görülmemiş kalkınmayı yaratmıştır ve biz baş döndürücü hızla kalkınmaktayızdır. Kötü olan ne varsa mevcuttan bir önceki iktidar ve de onlardan önceki iktidarların kabahatidir. “Görülmemiş kalkınma”, dünyayı idrake başladığım yıllarda, iktidardaki Demokrat Parti’nin sloganıydı. Lise birinci sınıftan ikinci sınıfa geçerken 1960 ihtilali oldu. Coğrafya sınavımda öğretmen Türkiye’nin ekonomik durumunu sordu. Ben de kitaptan ezberlediğim “Görülmemiş kalkınma”yı anlattım. Hâlbuki ihtilal olmuştu. Hoca da CHP’liydi. Görülmemiş kalkınmanın bana en büyük fenalığı bu oldu. Hayatımda ilk ve son defa bütünlemeye kaldım.

Farkındaysanız bu günlerde de görülmemiş kalkınma içindeyiz. AKP Genel Başkanı Türkiye’nin dörde katlandığını söylüyor.

Kalkınmanın mezurası

Kalkınmayı ölçmenin iki metodu vardır. Birincisi ki Tom Friedman’ın “Leksus ve Zeytin Ağacı” kitabında anlattığı diktatörlerin yoludur. Suriye diktatörü, bugünkü Esed veya kardeşimiz Esad’ın babası, Hafız Esad’ı örnek verir. Esad- Esed, halka seslenir ve der ki: Dedenizden daha iyi yaşamıyor musunuz? Ya babanızdan? Onun buzdolabı var mıydı? Çamaşır makinesi var mıydı? Otoyolları, o yollarda giden arabaları var mıydı? Yoktu ya… Eh o zaman susun, oturun, şükredin.

Bu anlattığımız kalkınmayı ölçmenin birinci yoludur. Buna Hafız Esad metodu diyelim. Ülkeyi kendi geçmişi ile karşılaştırırsınız.

Birinci şekil internette yaygın paylaşılan ve endüstri 4,0 dendiği zaman neyin kastedildiğini açıklayan sevimli bir grafik. Bunu MİSAK (misak.millidusunce.com) sitesinde, Mümtaz Afşın Esi’nin “İnovasyon, Gelecek ve Türkiye” yazısında da bulabilirsiniz. Endüstri 1, buhar makinesinin insan gücü yerine kullanılmaya başlandığı birinci endüstri devrimi. Endüstri 2, Henry Ford’un başını çektiği üretim bandı… Ne üretiliyor bakınız! Otomobil. Tam yüz yıl önce. Endüstri 3, robotların sanayie girmesi. Endüstri 4 şimdi başlıyor. Robotların üzerine iletişim ekleniyor. İnternetle pek ilişkisi olmayanlar için açıklayayım, robotların üzerindeki o yelpazemsi şekiller interneti bir alanda herkesin ve her şeyin hizmetine sunan Wi-Fi yayınının sembolüdür.  

Taş devri, demir devri, Endüstri 4,0

Biz demir devrine girmeye çalışıyoruz da… Şey…  Son haftaların meydan okumalarını hatırlayın: Biz şimdi ne üretmeye soyunuyoruz? Otomobildi, değil mi?

İkinci yol ülkeyi dünyadaki diğer ülkelerle karşılaştırmaktır: “Evet, siz cilalı taş devrinden çıktınız. Tebrikler! Ama komşu kabile demir devrini bitirmek üzere ne haber?

Tabi diktatörlere sorarsanız böyle sözleri kötü adamlar, emperyalistler ve Yahudiler söyler.

Fakat bir düşünün. Siz ilerliyor olabilirsiniz ama başkaları daha hızlı ilerliyorsa pek başarılı sayılmazsınız değil mi? Hani istasyonda trende otururken bir bakarsınız geri geri gidiyorsunuz. Ne oluyor diye telaşlanırken fark edersiniz ki siz geri gitmiyorsunuz. Yanınızdaki tren ileri gitmektedir. Veya sizinkinden daha hızlı gitmektedir. Sizin geri gitmenizle başkalarının ileri gitmesi arasındaki fark nedir? Doğrusunu istiyorsanız, milletler mücadelesinin kıyasıya yaşandığı bu dünyada hiç fark yoktur.

Sayfadaki ikinci şekli OECD’nin İnternet sitesinden aldım. Grafikte, on yıllar boyunca OECD ülkelerinde kişi başına gelirin seyrini görüyorsunuz. Koyu çizgi OECD ortalaması. O koyu çizginin altındaki daha az koyu çizgi Türkiye. Diğer çizgiler diğer üye ülkeleri gösteriyor.

Ey kaari (okuyucu, geçen asrın başında yazarlar okuyucularına böyle hitap ederdi) Allah rızası için herhangi bir dönemimizde görülmemiş kalkınmayı görebiliyor musunuz? Fırlayıp yükselen ülkeler var, var olmasına da bizim sürünmemiz istikrarlı şekilde devam ediyor. Bırakın görülmemiş kalkınmayı, 1998’de geçirdiğimiz kriz bizi daha önce üstünde olduğumuz bir tutam ülkenin de gerisine atmış. Ve o düşüşle girdiğimiz düşük vitesten hâlâ tam kurtulmuş değiliz.

Bu şekli ve daha ayrıntılı incelenmesini “Alt Akıl- Aptallar ve Diktatörler” kitabımda bulabilirsiniz.

Ya gerçekten geriliyorsak

Ve beterin de beteri var. Ya bir ülke, yavaş ilerlemekle kalmayıp bir de… Evet, bir de kendi kendi ile mukayese edildiğinde de eski hâline göre geriliyorsa!

Son şekil yine Alt Akıl’dan ve uluslararası ölçümlerde üç ülkenin Kanun Hâkimiyeti İndeksi’nin yıllar içinde değişmesini gösteriyor. 2015’te biraz düşüp 2016’da biraz çıkan İran. 2015’te az çıkıp 2016’da gerileyen Rusya. Devamlı azar azar düşen Özbekistan. Ve en hızlı düşen… Türkiye. Noktalar ölçümlemenin yapıldığı ülke sayısını gösteriyor, sol düşey eksendeki rakamlar da ülke sayısına ait. Hani şekli alt-üst etsek gerçekten görülmemiş kalkınma olacak.

İstikbal gençlerdedir

Bu acı tablo sadece kanun hâkimiyetinde değil. Geleceğimizi ölçen eğitim istatistiklerinde de tekrarlanıyor. Türkiye, 15 yaşındaki öğrenciler arasında yapılan uluslararası PISA’da (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) düşük not alıyor diye yanıp yakıldığımızı duymuşsunuzdur. Doğrudur. Mesela OECD ülkeleri arasında sondan üçüncüyüz. Fakat kötü olan sadece bu değil. Tekrarlanan ölçümlerde puanımızın artmayıp azalması.

On yıllar önceydi. O zamanlar kalkınmak ve kalkınmış ülke, geri kalmış ülke tartışmaları çok daha yaygındı ve dünyanın da Türk aydının da dikkati, bu günkünden daha çok kalkınma üzerineydi. Bir akıllı sormuştu: Kalkınmış ülke ne demek? İlk akla gelen ve büyük çapta doğru olan cevap, kişi başına düşen gelirdir. Fakat bu kritere itiraz edildi O zaman petrol zengini ülkeler bugünkü kadar gösteriş içinde değildi ve pek de kalkınmışa benzemiyorlardı. Yarısı ekonomik yarısı felsefî bir dizi tartışmadan sonra teklif edilen “gelişmiş-geri kalmış” kriterlerinden biri de şuydu: “Problemlerini objektif bir şekilde belirleyip, onları önem sırasına koyabilen ülkeler kalkınmış ülkelerdir.

Ve o istikbal emin ellerde

Meselâ bugünlerde ABD’nin uğraştığı problemlerden biri, Vietnam gibi Tayvan gibi ülkelerde gençlerin matematik başarılarının ABD’nin üstünde olması. Uzmanlardan uzman olmayanlara kadar herkes, ne yapalım ki bizim çocuklarımız da Çinliler, Vietnamlılar kadar matematiğe hâkim olsun meselesini tartışıyor.

Bizim Millî Eğitim Bakanımız da Türkiye’nin PISA sonuçlarını tartıştı:

1. Bakın matematikte ABD, Vietnam’ın gerisinde çıkıyor. Olacak şey mi bu? (Yani, bu ölçümler doğru değildir.)

2. Kimse bizim Millî Eğitimimiz kötüdür diyemez.

3. Pırlanta gibi bir Millî Eğitim’e sahibiz.

Ne diyelim? Allah selamet versin.

Ve iktidarımız Türkiye’yi dörde katlarken biz utanmadan tenkit etmeye cüret ediyoruz. Kim oluyoruz biz yav? Kimiz biz be? İnsan biraz edep eder!