Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Açıklama: Bu yazıyı ben yazdım ama yazının yarısı kadim dostum, MDM Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu’nun hatıralarına ve yaptığı konuşmaların deşifre edilmesine dayanır. Dolayısıyla yazı iki yazarlıdır. Bu yazı http://misak.millidusunce.com sitesinde yayınlandı ve tıklanma rekoru kırdı. Arzu edenler oradan da ulaşabilir. Yazı bu sütunda üç bölümde yayınlanacaktır.
Çağdaşı olduğumuz tarihî şahsiyetleri ilk defa nerde ve ne zaman tanıdığımız bizim için önemlidir. Ankara Türk Ocaklı gençler, Kurmay Yarbay Alparslan Türkeş’i ilk kez 18 Mart 1959 günü asker gözüyle Çanakkale Zaferini değerlendirirken tanımış. Askerî yönüyle zaferi değerlendirecek birine ihtiyaçları olduğunu rahmetli Zeki Sofuoğlu’na söylediklerinde, “Tamam, bizim Alparslan’a söyleriz, o konuşur.” der ve o kimdir sorusuna, “Alparslan Türkeş, bizim 44’lülerden… “ diye gençlere hatırlatır.
Sonra, 27 Mayıs’a giden yoldaki köşe taşlarından 28-29 Nisan gösteriler sırasında, bu sefer onu, yine 44’lülerden Refet Körüklü ile konuşurken görürler. Bu defa sivil giyindiği için tanımakta güçlük çekerler. Türkeş, Körüklü’ ye, “Amca (44’lüler birbirine böyle hitap ederler) bu gemi batıyor. Bizim milliyetçi arkadaşlara söyleyin, Tevfik İleri, Sait Bilgiç gibilere, gemiyi terk etsinler.” demektedir.
Dikkat dikkat!
Sonra 27 Mayıs 1960 günü radyodan o anons duyulur. “Dikkat dikkat. Büyük Türk milleti!” Bu ihtilalin kudretli albayının sesidir. Türkiye Türkeş’i ve uzun yıllar unutmayacağı o davudî sesini o anonsla tanımıştır. Fakat 44’lüler sesi hemen tanırlar ve daha o sabah saatlerinden itibaren bir ümit beslenmeğe başlanır.
Ses o kadar etkili ve akılda kalıcıdır ki izleyen yıllarda yapılacak Kıbrıs mitinglerini İzmir’de organize eden Türkçü gençler, mitingden önceki akşamlarda halkı mitinge aynı anonsla ve o sesi taklit ederek çağırmıştır: “Dikkat, dikkat. Büyük Türk milleti!”
Türkeş Başbakanlık Müsteşarı olmuştur ve o tarihe kadar adı pek duyulmamış bu makamın ne kadar etkili olabileceği onun o koltuğa oturuşuyla anlaşılır. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi geçen asrın ikinci yarısında Türkiye’nin rotasını çizen, günümüzde de önemini koruyan müesseseler hep bu dönemde hayata geçirilir.
Ancak Türkeş ve arkadaşları ile Millî Birlik Komitesi’nin diğer üyeleri arasında gerilim vardır. İhtilal büyük çapta CHP’nin etkisiyle ve CHP’yi iktidara getirmek maksadıyla yapılmıştı. Bunu sonuçlandırmak için komitenin CHP taraflısı üyeleri, yeni bir anayasa yapılıp hemen seçime gidilmesini isterler. Geçmiş seçimlerde iktidar yarışı DP ile CHP arasında cereyan ederken, darbe DP’yi kapatmış, içinde ‘demokrat’ kelimesi geçen isimle bile başka bir parti kurulması yasaklanmış, meydan tamamen CHP’ye kalmıştı. Hemen seçime gitmek, seçmenin yüzde ellisinin partisi teşkilatlanmamışken, ülkenin idaresini CHP’ye teslim etmek demekti. Türkeş ve arkadaşları, CHP’li olmayan kesimlerin siyasî teşkilat kurabilmeleri için zamana ihtiyaç bulunduğunu ve bu bekleme döneminde ülkenin ihtiyacı olan reformların yapılması fikrini savunuyorlardı.
Saray darbesi: ‘14’ler’in doğuşu
Darbeciler, 13 Kasım’da bir darbe daha, bu sefer bir saray darbesi yaptı ve kendi içlerinde CHP’li olmayanları 27 Mayıs’tan altı ay sonra elimine ettiler. 14’ler denilen Türkeş ve arkadaşlar yurt dışına, sefaretlerimize, mecburî danışmanlığa gönderildi. Türkeş’e Yeni Delhi düşmüştü. Bu dönemde Yassıada duruşmaları sonuçlanmış, DP’nin bazı ileri gelenlerine idam cezası verilmişti. Türkeş, MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e gönderdiği mektupla idamlara karşı çıkmıştı. Gerekçeleri; zamanımızda siyasi suçlardan dolayı idam yapılmaması, hukuki bakımdan da, Kurucu Meclis’in teşkilinden sonra Millî Birlik Komitesi’nin tek başına Yasama Organlığı vasfını kaybetmesidir. Sırf MBK’nin onayı ile idamların yapılması, hukuken mümkün değildir. Her şeye rağmen mahkemenin 15 Eylül 1961’de verdiği 15 idam cezasından 3’ü; Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu hakkında olanlar infaz edilmiştir.
Bir süre sonra 27 Mayıs’ı yapan ve 14’leri tasfiye eden ekip 1961’de seçime gider. CHP planlandığı gibi birinci parti çıkar ama komitenin sunduğu bütün avantajlara rağmen tek başına iktidar olamaz. Büyük çapta milliyetçilerin teşkilatlandırdığı ve basındaki mücadelesini verdiği Adalet Partisi ile koalisyon yapmak zorunda kalır.
Milliyetçiler siyasette
Gökhan Evliyaoğlu ve Hami Tezkan, önce Son Havadis sonra Yeni İstanbul gazetelerinde muhalefeti organize etmektedirler. Bu yayın organları ve Sadettin Bilgiç, Fethi Tevetoğlu, Tahsin Demiray, Ethem Cahit Okurer ve Ferruh Bozbeyli gibi milliyetçiler CHP’ye karşı Adalet Partisi’nin teşkilatlanmasında öncü rolünü oynasa da, onların da sonu 14’lere benzemiş ve bilahare partiden tasfiye edilmişlerdir. Siyasî hayatta ‘Türkçü’ denilebilecek bir partinin oluşması yine engellenmiştir. İşte bu partiyi ve hareketi Türkeş hayata geçirecektir.
1962’de Türkçüler Derneği kurulur. Hareketin fikir liderleri, Atsız, Sançar ve ön plana çıkmadan ciddî yük taşıyan İsmet Tümtürk, haftalık bir siyasî dergi çıkarmaya başlarlar: Millî Yol. Türkçülerin kulağı Yeni Delhi’dedir. Oradan gelen haberler Millî Yol ’da imalar, işaretler halinde duyurulmaktadır. Son Havadis röportaj yapmak için Yeni Delhi’ye muhabir yollar; fakat röportajın yayını yarıda kesilir. Stratejinin, işaretlerin, hep Delhi- Avrupa- İstanbul hattıyla ve Atsız’ın koordinatörlüğünde yürütüldüğü söylenmektedir.
Türkeş tekrar Türkiye’de
22 Şubat 1963 Türkeş’in Türkiye’ye dönüş tarihidir. Siyasette teşkilatlanmayı, bir parti kurmayı planlamaktadır. Bu yüzden kolay yolu, uçağı tercih etmez, Kapıkule’den kara yoluyla yurda girer. Oradan Edirne üzerinden İstanbul’a kadar kalabalık bir karşılama konvoyuyla gelir. İlerleyen günlerde bütün merkezleri dolaşır. İl, il Türkçülere danışarak ilerler. İzmirli Türkçüler onunla ilk defa, Galip Erdem’in de avukatlık stajını yapığı İhsan Koloğlu’nun hukuk bürosunda dar bir toplantıda görüşürler. Hepsine mesleklerini sorar, İskender Öksüz kimya dediğinde, son derece ikna edici bir tavırla, “Kimya esastır.” cevabını alır. Bilim ve tekniğe verdiği önem, kısa Başbakanlık Müsteşarlığı döneminde kurduğu kurumlardan da bellidir zaten. Dokuz Işık’taki ‘İlimcilik ve teknikçilik’ten de.
Fakat bu cümlede başka bir şey daha vardır. “Ben seni dinliyorum, önemsiyorum!” mesajı. Teşkilat kurabilmenin temellerinden biri de bu mesajdır. Kendine güvenen ve fikrini yaymak isteyen büyük ülkü sahibi insanlar da hep bu tavır görülür: Ben seni dikkatle dinliyorum, sen önemlisin, fikirlerin benim için önemlidir. Dündar Taşer’den de, Nihat Atsız’dan da, İzmir’de 1960 neslini yetiştiren Hüsamettin Gülcür’den de hep bu mesajı alırdınız. Kendine saygı duyan insanların karşısındakini de tıpkı kendi gibi saygıdeğer görmesinin tabiî tezahürüdür bu. Şimdi elini öptürürken başka tarafa bakan ‘liderlerle’ ne büyük tenakuzdur ya Rabbim! Kendinden emin olmamanın, kendine saygı duymamanın, kendi değerinden duyduğu şüpheyle savunmaya çekilmenin tezahürü de budur işte. Büyük olamayanlar büyüklük taslar.