Ayşegül Büşra Paksoy

Tüm yazıları
...

Amerika-İsrail ittifakının dinî saikleri

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Ayşegül Büşra Paksoy

Ortadoğu; dinin, toplumların hayatında oynadığı roller bakımından merkezî bir ehemmiyete sahiptir. Zira Ortadoğu üç büyük, tek tanrılı dinin doğduğu ve üç büyük dinin kutsal mekânlarının olduğu bir coğrafyadadır. Dolayısıyla da bu mekânları ele geçirmek her üç dinin mensupları için de büyük savaşların, mücadelelerin konusu olmuştur. Bu üç büyük dinden Musevilik, ortaya çıkışından bir müddet sonra Yahudilerin millî dini haline gelmiştir. Böyle olunca da aslında etnik bir mânâsı olan Yahudilik ve dinî bir mânâsı olan Musevilik, zaman zaman birbirinin yerine de kullanılır olmuştur. Bunun sebebi Yahudilerle Museviliğin aynı kimliği ifade edecek derecede birbirine girmiş olmasıdır. Böyle olunca da Ortadoğu bölgesinin, diğerlerine nispeten Yahudiler için ifade ettiği mânâ çok daha farklı ve derin olmuştur. Gerçi Mekke de Müslümanlığın doğduğu yerdir. Ancak İslâmiyet, Mekke ve Medine’yi Tanrı ile irtibatlandırmaz. Hâlbuki Kudüs, Yahudiler için kutsal bir mekân olmaktan başka Tanrı tarafından onlara vaat edilmiş topraktır. Vaat edilmiş topraklar Kudüs’ten ibaret değildir tabiî ki… Nil ve Fırat arasındaki bölgeyi kapsamakta olup, Türkiye’nin de Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmını içine alır. Bu bölgeye Musevi literatüründe ‘arz-ı mev’ud’ denir. Yahudilerin bölgeyi Tanrıyla bu derece sıkı bir irtibat haline sokmalarının esas sebebi tabiî ki onların M.Ö. 6. asırdan itibaren defalarca, en son da M.Ö. 70 yılında Romalı Titus tarafından memleketlerinin (Kudüs’ün) ele geçirilip oradan sürgün edilmeleridir. Yahudiler bundan sonra 1900 yıla yakın bir müddet anavatanlarından uzak kalacaklar ve bir gün o topraklara kavuşma umudu onların hayallerini süsleyecektir. Yahudilerin yaklaşık on dokuz asır anavatanlarından uzakta kalıp itilip kalkılmaları, aşağılanmaları onların bu inanışı diri tutmalarında esas faktör olmuştur. Ayrıca bu inanış da, onların çok uzun asırlar boyunca asimile olmadan kalmalarını sağlamıştır. Yani netice olarak bugün bulundukları coğrafya Yahudiler için sadece bir vatan değildir aynı zamanda kutsal bir mekândır. Ortadoğu ve bu bölgede Kudüs, Müslümanlar için de Mekke ve Medine’den sonra kutsal bir şehirdir. Hz. İsa’nın doğduğu coğrafya olması itibariyle Hristiyanlar için de böyledir.  Bu sebepledir ki Hristiyan dünyası için Ortadoğu’yu, bilhassa da bu bölgedeki kutsal mekân saydıkları Kudüs’ü ele geçirmek hep bir ideal olarak kaldı.

İlk ve en başarılı sefer 1096 yılında Papa’nın bizzat vaaz verdiği Clermont Konsili vasıtasıyla başlatıldı ve Haçlılar Kudüs’ü geri aldılar. Barış Akidesi Zaferi’ni, kadınlar ve çocuklar da dâhil tüm tutsakları dehşet verici bir katliamdan geçirerek kutladılar. Bu seferin ardından Suriye ve Filistin’de, Haçlıların ‘Outremer’ dediği dört küçük krallık kuruldu (bunlar aynı zamanda Latin krallıkları olarak bilinir).  II. Haçlı Seferi, Ren bölgesindeki Yahudilerin kıyasıya katliamıyla başladı. Ancak bu sefer, Haçlılar için tam bir felâketti. İkinci seferin başlatılmasının en büyük saiklerinden olan, Türklerin eline geçmiş Edessa (Urfa) şehrinin geri alınması amacına ulaşılamadı. Ardından 1187’de Selahattin Eyyubi Kudüs’ü tekrar Müslüman topraklarına kattı. Bundan sonra III. Haçlı Seferi düzenlendi. Ancak Kudüs Müslümanlardan geri alınamadı. 1202 yılında düzenlenen IV. Haçlı Seferi ise gayesinden saptırıldı. Bizans’a uğrayan Haçlılar, şehri yağmaladılar ve 1204 yılında burada bir ‘Latin İmparatorluğu’ kuruldu. Bizans imparatoru, başkentine ancak yarım yüzyıl sonra dönebildi. 13. yüzyılda Yakın Doğu’ya, adına resmî ve hukukî açıdan ‘Haçlı Seferi’ denilen birkaç sefer daha yapıldı. Hristiyan dünyasının Kudüs’ü ele geçirme heves ve gayretleri ve bu yolda işledikleri zulümler Yahudilerdeki vatan hasretini ve millî şuuru güçlendirmişti.  Hristiyan dünyasının Kudüs’ü ele geçirme plan ve gayretleri Osmanlı İmparatorluğu’nun ortaya çıkıp güçlenmesiyle uzun bir müddet askıya alındı. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu 16. asrın başlarında, İran dışında Ortadoğu bölgesini tamamen ele geçirecek ve Hristiyan dünyası Osmanlı İmparatorluğu’yla, Avrupa topraklarında karşı karşıya gelecekti.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’dan çekilmesi ile Hristiyan dünyasının Ortadoğu’daki manipülasyon faaliyetleri yeniden ve eskisinden daha güçlü şekilde başladı. Hristiyan Avrupa bunu zaman zaman bölgedeki siyasî rejimleri, zaman zaman da onların muhaliflerini destekleyerek yerine getirdi.

20. asırda Hristiyanların Ortadoğu’ya yönelik hedeflerinde bazı yenilikler ve değişmeler meydana geldi. Hristiyan dünyası siyaseten Kudüs’ü ele geçirmekten vazgeçti. Böylelikle Kudüs, günümüzde esas olarak Müslümanlar ve Museviler arasındaki bir çekişmenin mevzuu haline geldi. Çünkü Kudüs halkı da esasen bu iki unsurdan meydana gelmektedir. Bugün Amerika dışındaki Hristiyan dünyasının Ortadoğu’daki emelleri esasen petrolden dolayıdır. Ancak Amerika’nın petrol dışında siyasî ve dinî birtakım gerekçeleri de vardır. Siyasî sebep, Amerika-İsrail arasındaki sarsılmaz ve güçlü ittifaktır. Bu bağlılığı Amerika’nın kuruluşundaki Yahudi unsura bağlayanlar da vardır. Meselâ Alman iktisatçı Werner Sombart’a göre; bugünkü ABD’yi kuranların büyük çoğunluğu, Avrupa’dan gelen dönme Yahudilerdir. ABD’nin hızla gelişmesinde onların getirdiği büyük paralar, iktisadî gelişmenin esas lokomotifidir. Sombar, bizzat Kristof Kolomb’un gizli bir Yahudi olduğu tezini ortaya atmıştır. Sombar’a göre, “Amerikalılık dediğimiz şey, deyim yerindeyse damıtılmış Yahudi ruhundan başka bir şey değildir.” Bu iddia abartılı olarak kabul edilebilir ancak bugünkü gerçekler göz önüne getirildiğinde, durum benzer bir özellik arz etmektedir. Prof. Dr. Ramazan Kurtoğlu’nun verdiği bilgiye göre, yaklaşık 320 milyon civarında olan Amerikan nüfusunun 75 milyonu Evanjelist Hristiyandır. Evanjelist Hristiyanlar, Hristiyan Siyonistler olarak bilinir. Evanjelik, Evanjelizm ifadeleri ilk defa Luther ve onun taraftarları için kullanılmıştır. Sözlük mânâsı olarak kutsal kitaba yönelmek, dönmek demektir. Evanjelizm anlayışına göre, “Yahudiler geçici olarak bir kenara konmuş bulunmaktadır. Zamanın sonunda vaat edilen topraklara geri getirilecek, temizlenecek ve kendilerine yeni bir kalp verilecektir.”

Amerika’da Evanjelizm sadece aşağı halk tabakalarında yayılmış bir inanış değildir. Üst kademede de taraftar bulmuş güçlü bir harekettir. Nitekim yine Kurtoğlu’nun verdiği bilgiye göre; Amerika Eski Başkanı Bush da, ‘Skull and Bones’ adlı, Yale Üniversitesi merkezli gizli bir Evanjelist cemiyete mensuptur. Yani Evanjelist Hristiyanlık Amerika’da elitler ve halk arasında hatırı sayılır bir taraftar kitlesine sahiptir.

İşte Amerika ile İsrail arasındaki siyasî ittifakın ve Birleşmiş Milletler’in İsrail aleyhine verdiği bütün kararların ABD tarafından veto edilmesinin temelindeki sebepte, bu dinî faktörün tesirinden söz edilebilir. Tabiî ki bu, siyasî ve ekonomik faktörlerle de güçlendirilmiştir ki bunlar sonraki yazıların mevzuu olacaktır.