İrfanoğlu İsmail Efendi’nin oğlu Ahmed Rıza İrfanoğlu tarafından kaleme alınmış Allahuekber Dağları’ndan Sibirya’ya. Ahmed Rıza’nın çocukluğunda babasından dinlediklerinin kâğıda dökülmesi ile ortaya çıkartılmış bu eserin, Ahmed Rıza’nın yakın çevresine hediye etmek ve babasının hatırasını yaşatmak adına yazmasına rağmen Sarıkamış Dayanışma Grubu özelinde Prof. Bingür Sönmez’in ilgisini çekmesi ile daha geniş bir kesime ulaşması sağlanmıştır. Eser 1914 yılında 1. Dünya Savaşı’nın başladığı tarihlerde Anadolu’daki son durumun kısa anlatımı ile başlamaktadır.
Rize’nin Çayeli ilçesi Beyazsu köyünden İrfanoğlu kabilesinden olan İsmail Efendi, Mehmet Efendi’nin oğludur. Babası Aydın ilinin Koçarlı ilçesinde 20 sene imamlık yaptıktan sonra köyüne dönmüş, 50 yaşına geldiğinde evlenmiş; 1881 yılında da İsmail Efendi dünyaya gelmiştir. Mehmet Efendi köyüne döndükten sonra imamlık yapmamış, ticaret ile uğraşmıştır. Geç evlendiğinden, torun sevmekten mahrum olmamak için oğlunu 12 yaşında evlendirmiş, oğlunun eğitimini de ihmal etmemiş; İstanbul Beyazıt Medresesinde eğitim aldırmıştır. İsmail Efendi, babasının ölümünden sonra bir daha İstanbul’a gitmemiş, onun işlerini devralmıştır.
İsmail Efendi 1903-1913 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin katıldığı hiçbir savaşa, muafiyeti olduğundan iştirak etmemiştir. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başlamış, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın öncülüğünde 2 Ağustos 1914 tarihinde seferberlik ilan edilmiş ve İsmail Efendi’nin kardeşi hemen savaşa gidenlerin arasına yazılmıştır. İsmail Efendi de 1914 yılının ortalarında eşi ve iki çocuğunun o dönem bölgede mevcut olan bulaşıcı hastalık nedeniyle vefatları ve hiçbir savaşa katılmamasından dolayı Allah’ın bu yaşanılanları ona bir cezası olarak verdiğini değerlendirmesi neticesinde askerlik şubesine başvurarak mevcut muafiyetlerinden feragat etmiş, silahaltına alınmayı talep etmiştir. 1914 yılının Eylül ayında askere alınan İsmail Efendi, 33 yaşında Erzincan Askerlik Eğitim merkezine giden kafileye karışarak kemençe ve zurnalar eşliğinde, tam 22 günde eğitim merkezine intikal etmiştir. Eğitim merkezinde imam olması istense de o, imamların savaşa katılamayacağını bilmesi nedeniyle imamlık görevini kabul etmeyerek askerî eğitimlere devam etmiştir. 2 Kasım 1914 yılında Rusya’nın, Osmanlı’ya savaş açması üzerine eğitim merkezinde bulunan askerler Erzurum’a sevk edilmiştir. Sevk edilenlerin arasında İsmail Efendi de vardır. Erzurum’a gelen birlikler bekletilmeden Rusların işgale başladıkları en yakın nokta olan Hasankale’ye gönderilmişlerdir. Burada çatışmalara katılan İsmail Efendi, Rusların içki içip savaştıklarını, bu şekilde gözlerini karartıp cesaretlendiklerini, alkol etkisini yitirdiğinde de yüreksiz olduklarını gözlemlemiştir. İsmail Efendi’nin en çok yakındığı konu, askerin giyecek ve yiyecek sıkıntısıdır: Doğru düzgün yemek yiyememelerine ve kıyafetlerini daha çok ölen Ruslardan temin etmelerine çok üzülür. En çok kızdığı ise bölgede yaşayan Ermeni ahalinin, Türk askerlerine sattıkları gıdaların içine zehir koymaları ve Türk askerlerini şehit etmeleridir. Savaş bir taraftan Ruslarla bir taraftan da yokluk ve soğuk kış şartları ile devam ederken, tarihler 22 Aralık 1914’ü gösterdiğinde Rus kuvvetlerine karşı taarruza geçen Türk askerleri Bardız Yaylası’ndan Sarıkamış’a doğru yol almışlar ve hiçbir zorlukla karşılaşmadan ikindi saatlerine kadar ilerlemiş, tam ormana girip taarruza devam edecekleri sırada ormanda gizlenen Rus ordusu tarafından üç taraftan saldırıya uğramışlar; birliklerin çoğu burada şehit edilmiştir. İsmail Efendi, o az sayıda kurtulanlardan biri olarak sabaha kadar ormanda kaldıklarını, oradan kurtulmayacaklarını bildiklerini, yaralıların son nefeslerini orada vereceklerini, sağ kalanların da sabaha kadar soğuktan donup göçeceklerinin herkes farkında olduğunu, ağlayan bir kişi dahi olmadığını “Ağlamakta bir umut vardı, bizim umudumuz yoktu, kim hangi duayı biliyorsa okuyordu gece yarısına doğru, bölge Kuran sesleri ile inliyordu.” diyerek nakletmiştir. Sabah olduğunda sağ kalanlar gruplar halinde sağa sola dağılmış, hayatta kalmanın çarelerini aramışlardır. İsmail Efendi de yanındaki iki arkadaşıyla hayatta kalmak için, sağa sola bakınıp işe yarayan bir şeyler ararken birilerinin Türkçe seslendiğini, orada yemek sırasına girmiş insanları gördüklerini, Rus mu Türk mü olduklarını bilmedikleri için çağrıya kuşkuyla yaklaştıklarını fakat açlığın galip geldiğini, böylece onların da çağrıya uyarak yemek dağıtılan yere gittiklerini, burada Ruslar tarafından esir edildikleri anlatmaktadır.
Rus ordusundaki Tatar Türkleri tarafından esir alınan İsmail Efendi ile arkadaşlarına burada yemek verilmiş, silahlarına el konulmuş, onlar da diğer esirlerin bulunduğu yere götürülmüştür. Esirlere tek tip kıyafet giydiren Ruslar, onları Tiflis’e getirmiş, buradan da yük ve hayvan taşımak için kullandıkları vagonlar ile Kazan’a taşımışlardır. Kazan’dan da Vladivostok’ta esirler için hazırlanan ahşap binalara getirilmişlerdir. Burada 5 yıllık esaret hayatı başlayan İsmail Efendi, kamptaki ilginç anıları ile okuyucuyu heyecanlandırmayı başaracaktır.
Köy camiinde anlattığı hatıralarından esere yansıyanların arasında olan, 25 sene önce kaybolan Rizeli’nin ilginç hikâyesi özellikle dikkat çekmektedir. Esir kampına ziyarete gelen bir Türk, İsmail Efendi’nin eniştesi çıkmıştır. 1890 yılında Japon Denizi’nde batan Ertuğrul Gemisinde tayfa olan Mehmet enişte, mürettebattan kimsenin kurtulamadığı bilinen gemiden kurtulmuş, sahilde bulunanlar tarafından kurtarılmıştır. Ülkesinden çok uzakta olan Mehmet enişte, Türkiye’ye gelme imkânının olmamasından dolayı Vladivostok’a yerleşmiş, hayatını orada sürdürmeye başlamış ve bir gün esir kampına Türklerin geldiğini duymuş, soluğu kampta almış. Doğruca kampa gidip, memleketinden birilerini bulup akrabaları hakkında bilgi alma düşüncesindeki enişte, kampa gittiğinde Rizeli olup olmadığını sordurmuş; İsmail Efendi’nin de Rizeli olmasından dolayı kampa ziyaret gelen kişiyle karşılaşması ile bu ilginç anı ortaya çıkmıştır.
İsmail Efendi kampta imamlık görevini üstlenmiş, boş zamanlarında da hastaneye gidip doktorlara yardım ede ede kırık, çıkık, pansuman işlerini öğrenmiştir. Kampın yakınlarında bulunan makine fabrikasında da çoğu zaman ucuz işçi çalıştırmak için esirlere müracaat edildiği, Alman makine mühendisleri ile teknisyen esirlerin kendilerini gizledikleri, Ruslara yardım etmemek ve ucuz işçi olarak çalışmaktan kaçınmaları ile iki Alman mühendisin fabrikada şartlı çözümler üretmesi ve kamptan kaçış hikâyeleri, pek enteresan olarak İsmail Efendi’nin hatıraları arasında bulunmaktadır.
Rusların kamptaki esirleri savaş nedeniyle erkekleri azalmış köylere götürerek burada yapılması gereken güç işlere koşturduklarını İsmail Efendi’den öğreniyoruz. Bir diğer anı olarak kampın yakınlarında 2 çocuğu ile yaşayan Rus kadınının çocuklarından birinin hastalanıp hayatını kaybetmesi ve sonrasında cenaze işlemleri için kiliseye başvurması fakat papazın istediği ücreti karşılayamaması nedeniyle kamptaki esirlerden yardım istediği, İsmail Efendi’nin çocuğun cenazesini İslâmî usullere göre kaldırabileceğini söylemesi üzerine kadının ikna olması ve izin vermesi üzerine kampta muazzam kalabalıkta bir cenaze namazı ile çocuğun defin işlemleri gerçekleştirilmiş; Hristiyan çocuğun İslâmî usuller ile cenazesinin kaldırılmasından rahatsız olanlara karşı İsmail Efendi’nin konuşması da eserde yer almıştır.
Yine bir gün kampa gelen, “Ben halifenin çocuğuyum.” diyen bir gencin kamptaki Müslümanlarla görüşmek istemesi üzerine, İmam İsmail Efendi’nin gencin yanına gitmesi, onunla görüşmesi; görüştükleri yerde gördüğü fareleri çocuğun bir çırpıda yakalayıp, kafalarını koparıp cebine koyması, buradaki Müslümanların fare yeme alışkanlıklarının olması, bölgedeki yaşayıştan dinlerine rağmen kopamadıklarını gözlemlemesi İsmail Efendi’nin hatıraları arasındadır.
Yine İsmail Efendi kamptan hayli uzakta bir kiliseyi ziyaret ettiğinde papaz ile görüşmesini aktarırken kilise cemaatinin Türk olduklarını öğrendiklerinde şaşırdıklarını, Türk olduklarına inanmadıklarını, Türk diye bildiklerinin canavar şeklinde olduğunu sandıklarını ve cemaati Türk olduklarına zor ikna ettiklerini de aktarmaktadır.
Esaret hayatı boyunca sürekli gittiği tren istasyonunda istasyon şefiyle dostluklarını pekiştiren İsmail Efendi, dünyadaki son havadisleri de buradan öğrenirken Rusların iç savaş içinde olduğunu, Rusların Türkiye’den çekildiklerini, kendi dertleri ile uğraştıklarını öğrenince istasyon şefinden yardım isteyerek Kazan üstünden memleketine gitmeyi arzuladığını söylemiştir. Dönüş için adım atmış olan İsmail Efendi, istasyon şefinin yardımı ile Rus kimliği ve tren bileti temin edip Kazan istikametine doğru yola çıkmış, 1920 yılı bahar aylarında Kazan’a ulaşmıştır. Kazan’dan Çariçen’e doğru yola devam etmiş, yolda insan cesetleri ve yıkık evlerin varlığına şahit olmuştur. Çariçen Tren İstasyonuna geldiklerinde tren saldırıya uğramış ve oradan sağ salim çıkmayı başarmış İsmail Efendi. Volga Nehri kenarına kadar yürüyüp canını zor kurtaran, sonrasında Bolşeviklere yakalanan İsmail Efendi, yakalananları sırayla sorguladıkları bir meydanda kendi sorgusunda kral döneminde esir edildiğini söyleyince Bolşevikler tarafından serbest bırakılıp, kendisine Müslüman cemiyetleri bulup onların yardımı ile Türkiye’ye gitmesi söylenmiştir. Eline verilen adresteki Çariçen’de Müslüman cemiyetini bulmuş, onlardan yardım istemiş, onlar da Astrahan’a bilet alıp Astrahan yoluyla Azerbaycan’a, oradan da Karadeniz’e gitmesi için yol göstermiştir. Astrahan’a gitmeyi başardıktan sonra burada bulunan Azerbaycan ve İran konsolosluklarına müracaat edip çıkış yolu aramıştır. Bolşevik Rusya ile İran arasında yapılan anlaşmayla seferlerin başlaması üzerine İran konsolosluğunun yardımları ile ülkesine biraz daha yaklaşma imkânı bulan İsmail Efendi, Bakü’ye ulaşmayı başarmış, bu sefer Bakü’de zorluklarla karşılaşmıştır. Pasaportu İran pasaportu olduğu için Bakü’de İran teşkilatlarının kontrolündeki bölgede gemiden inip Türk bölgesinde olan Enver Paşa’nın kardeşi ve amcası olan Nuri ve Halil Paşaların askerî birliklerinin bölgesine gitmek için çabalamış, bunu başarınca askerî birlikte silahaltına alınmış fakat bir yolunu bulup savaşa katılmamak için askerî birlikten kaçarak Batum’a ulaşmayı başarmıştır. Batum’da tanıdıkları vasıtası ile motorla Rize’ye doğru yol almış, memleketine kavuşmuştur.
İsmail Efendi’nin ölümü ve cenaze merasimi ile sona eren İrfanoğlu İsmail Efendi’nin Esaret Yılları Hatıraları - Allahuekber Dağları’ndan Sibirya’ya eseri, Prof. Dr. Bingür Sönmez ile Sarıkamış Dayanışma Grubunun fotoğraf arşivleri, esirler arasında olan ve daha sonra ülkesine dönmeyi başaran Yarbay Köprülülü Şerif İlden’in yayımladığı eserlerde kullandığı fotoğraflar ile o dönemi anlatan eserlerde bulunan fotoğraflar da yer almaktadır. Eser, bir dönemin yakın şahitlerinden olan İsmail Efendi’nin gözlemleri ve hatıralarıyla ilgili olanları, meraklılarını beklemektedir.