Sakin Öner

Tüm yazıları
...

“Türkçe’nin korunması yasası” çıkarılmalıdır       

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Türkçe, bağımsızlığımızın ve egemenliğimizin simgesidir. Türkçe, millî kültürümüzün koruyucusu ve taşıyıcısıdır. Türkçe, millî birlik ve bütünlüğümüzün çimentosudur. Türkçe, millî kimliğimizi oluşturan unsurların başında gelir.

Uluslararası dünyada seçkin bir yere sahip olmak isteyen milletler, millî dillerine sahip çıkarlar. Millî dile sahip çıkmak; önce bu dilin kurallarına uygun biçimde öğretilmesi, her yerde, her zaman ve her alanda doğru ve güzel kullanılması ile mümkündür. Ayrıca, anadilin yabancı dillerin boyunduruğuna girmemesi konusunda milli dil bilincinin oluşturulması ve gerekli tedbirlerin alınması şarttır.

Fakat küreselleşen dünyamızda, egemen güçler, kendi dillerini diğer milletlere benimsetmek için yoğun bir çaba içindedirler. Bu çabalar, birçok geri kalmış veya gelişmekte olan ülkede büyük kabul görmektedir. Bazı ülkelerde yabancı dil öğrenme, yabancı dille eğitim yapma biçiminde algılanmakta ve uygulanmaktadır. Bunun sonucunda okul öncesinden üniversite sonuna kadar eğitimin tüm kademelerinde, yabancı dille eğitim yapılmaktadır. Bu eğitime, sömürge eğitimi denir.

Sonuçta, başta bilim dili olmak üzere birçok alanda millî dil terk edilmektedir. Bu da dilin fakirleşmesine yol açmaktadır. Bu konudaki en büyük yanlışı, tarihini ve kültürünü iyi bilmeyen aşağılık duygusu içindeki yarı aydınlar yapmaktadır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, dilde yabancılaşma hastalığı, ülkemizde de giderek yaygınlaşmaktadır.

1. Türkçe’ye yabancı dillerin etkileri

Son yıllarda, Türkçenin yabancı dillerin etkisinde kalmasıyla ortaya çıkan başlıca sorunları şöyle sıralayabiliriz:

a. Kısaltmalarda harflerin İngilizce söylenişi: 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı kanunla Türk alfabesindeki harflerin okunuşları belirlendiği halde, kısaltmalarda harflerin İngilizce söylenişleri yaygınlaşmaktadır. Özel televizyon kanallarının isimleriyle başlayan bu akım, bilgisayar terimlerinin kısaltmaları ile devam etmektedir.

Örnekler:

TV: tivi

NTV: en-ti-vi

DVD: di-vi-di

VCD: vi-si-di

CD: si-di

IMF: ay-em ef

FM: ef-em

b. Türk alfabesinde bulunmayan harflerin kullanılması: Türk alfabesinde bulunmayan (x, q, w) harfleri ve dilimizde (ş) harfi bulunduğu halde (sh) harflerinin yaygın bir biçimde kullanılması dilimizde bir sorun oluşturmaktadır.

c. Firma ve ürün adlarında yabancı dil kullanılması: Son yıllarda, büyük şehirlerden küçük yerleşim birimlerine kadar birçok resmi ve özel kurum ve kuruluşlar ile firma adlarında, tabela ve reklamlarda, ticarî ve sınaî ürün adlarında Türkçe dışında dil kullanma, salgın hastalık halini almıştır. Bu yüzden, özellikle büyük şehirlerin bazı sokak ve caddelerinde kendimizi yabancı bir ülkede hissediyoruz.  Bu durumun, günlük konuşma ve yazmada da sergilenmesi olayı daha da tehlikeli boyutlara taşımaktadır.

ç. Tabelalarda Türkçe isimlerin yabancı dille yazılışı: Son birkaç yılda, dilde yabancılaşma bağlamında ortaya çıkan çok tehlikeli bir gelişme de, tabelalarda kullanılan Türkçe firma isimlerinin bozularak yabancı bir kelime imiş gibi harflerinin değiştirilerek yazılmasıdır.

Örnekler:

Maviş: mavish

Efendi: efendy

Eskici: eskidji

Dürümcü: dürümland

Ayakkabıcı: pabuçland

Yeşil: yeshil

Ayrıca son on yılda sosyal medyada ve telefon mesajlarında, dilimizdeki sessiz harflerin kullanılmayarak kelimelerin kısaltılması da dilimizi bozan olumsuz gelişmelerdendir. (slm: selam, tşk: teşekkür gibi.)

2. Türkçenin yabancılaşmasına tarihi tepkiler:

Türk milletinin, meziyetlerinin yanı sıra zaafları da vardır. Bu zaaflarının başında da yabancı hayranlığı ve yabancılaşma hastalığı gelmektedir.

Bin üç yüz yıl önce “Ey Türk milleti! Titre ve kendine dön!” diyen Bilge Kağan, -isimlerini değiştirmek dâhil- birçok yönden Çinlilere benzemeye çalışan Göktürkleri uyararak millî kimliklerine sahip çıkmalarını istemiştir. Ayrıca milli kimliklerini kaybeden toplulukların bağımsızlıklarını da kaybettiklerini vurgulamıştır.

İslâm dininin Türklerce kabulünden sonra ise Türkçe, Arapça ve Farsça kelimeler ve tamamlamaların istilâsına uğramıştır. Bin yıl önce ilk Türk ansiklopedik sözlüğü olan “Divânü Lugati’t Türk”ü yazan Kaşgarlı Mahmut bu eserinde, millî dile sahip çıkma bilinciyle Türkçenin zenginliklerini göstererek Arapçadan zayıf bir dil olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır. Sadece bununla kalmamış, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in “Türk dilini öğreniniz. Çünkü Türklerin iktidarı uzun sürecektir.” mealindeki hadisini göstererek Araplara Türkçe öğrenmelerini öğütlemiştir.  

Sekiz yüz yıl önce saf, sade, arı ve duru halk Türkçesiyle söylediği şiirlerinde, İslam’ın insanlığı ön plâna çıkaran hoşgörülü yüzünü ortaya koyan Yunus Emre, aynı zamanda Türkçenin yüzyıllarca bozulmadan yaşamasını sağlamıştır. Çağdaşları olan Karamanoğlu Mehmet Bey ve Kırşehirli Âşık Paşa da Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğuna girmesine karşı çıkmışlardır.

Beş yüz yıl önce yaşayan büyük şair ve dil âlimi Ali Şir Nevâî ise, yüksek bir dil bilinciyle kaleme aldığı “Muhakemetü’l-Lûgateyn” isimli eseriyle Türkçenin Farsçadan daha zengin bir dil olduğunu kanıtlamaya ve dolayısıyla millî dilimizi korumaya çalışmıştır.

On dokuzuncu yüzyıldan sonra Batı karşısında gerilemeyi, Batı hayranlığı ile aşmaya çalışan aydınlarımız yabancı kelimelerle konuşma ve yazmayı bir üstünlük göstergesi olarak kabul etmişlerdir. O zaman gözde olan yabancı dil Fransızca idi. Bu etki yirminci yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Almanlarla müttefik olduğumuz için Almancanın da okullarımızda eğitimi yapılmaya başlandı. İmparatorluk coğrafyasına yayılmış yüzlerce Amerikan koleji de İngilizcenin misyonerliğini yapıyordu.

Yirminci yüzyılın ortalarına doğru öncelikle askeri ve ekonomik alanda Amerika ve İngiltere ile artan ilişkiler Türk toplumunda İngilizceye ilgiyi arttırmıştır. Son elli yıl, İngilizcenin Türkçeyi büyük etki altına aldığı bir dönem olmuştur.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında, Batının ve İmparatorluk bünyesindeki azınlık milliyetçiliğinin etkisiyle aydınlarımız arasında bir milliyetçilik akımı başlamıştır. Öncelikle dil, edebiyat ve tarih alanında başlayan bu akım sonucunda, yirminci yüzyılın başlarında “millî dil” ve “milli edebiyat” kavramları gündeme gelmiştir. Özellikle Ömer Seyfettin 1908’de Genç Kalemler mecmuasında yayımlanan “Yeni Lisan” makalesiyle Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmanın savaşını açmıştır.

Son olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1928’de yeni Türk alfabesini hayata geçirerek, 1932’de de Türk Dilini Tedkik Cemiyeti’ni kurarak Türkçenin yabancı diller boyunduruğundan kurtularak bağımsızlığını kazanması yönünde en köklü adımları atmıştır.

Fakat bugün gelinen nokta, dilde sadeleşmenin değil, yabancılaşmanın daha baskın durumda olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Bir taraftan medya, basın ve reklam sektörü, bir taraftan internet ortamı ve hepsinden de önemlisi küreselleşme rüzgârı, bir anafor gibi dilimizin kelimelerini silip süpürerek yabancı dillerin istilâsına ortam oluşturmaktadır. Fakat ne resmi kurumların ne de sivil toplumun, dilimizin maruz kaldığı bu büyük tehlikeyi önleme konusunda çalışmaları bulunmamaktadır.

Bağımsızlığımızı, egemenliğimizi ve millî kimliğimizi korumak istiyorsak, tüm halkımıza, Türkçenin doğru ve güzel kullanımını ve zenginliklerini öğretmeliyiz. Türkçe sevgisini, bilincini ve duyarlılığını geliştirmeliyiz. Milletçe bir “Türkçeye saygı ve sevgi seferberliği” ilan etmeli ve dilimize her yönden sahip çıkmalı, onu tehdit eden her türlü unsura karşı koymalıyız.

Bunun bir gereği olarak öncelikle, gelişmiş bazı Batı ülkelerinin yaptığı gibi, acilen milli dilimizi, Türkçemizi bir yasa ile koruma altına almalıyız.