Sakin Öner

Tüm yazıları
...

Türk milliyetçiliği Tanzimat’la başlamaz (1)

İletişim: sakinoner@hotmail.com

Sakin Öner

Millet ve Milliyetçilik

Milli Eğitim Bakanlığı, Danıştay 8. Dairesi’nin verdiği, Öğrenci Andı’nın okullarda çocuklarımıza tekrar okutulması kararını tarihe gömmek için kararı temyiz etti. MEB Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı temyiz dilekçesinde, ‘Öğrenci Andı’, ‘çağdışı ve bilimsel değil’ diyerek eleştirildi, faşizm ve komünizm uygulamalarına benzetildi. Türk ulusal kimliğinin tarih sahnesine çok geç çıktığı belirtilen dilekçede, Osmanlıcılık ve Fransız İhtilali’ne de değinilerek “Türkler kendi çağdaşı unsurlara göre ulus bilincine en geç ulaşan topluluktur” denildi.

MEB Temyiz dilekçesindeki görüşler özetle şöyle:

“Türkler kendi çağdaşı unsurlara göre ulus bilincine en geç ulaşan topluluktur. Türkiye Cumhuriyet’ini kuran kadro zaten gecikmiş olan süreci hızlandırmak için yoğun çaba harcamıştır. Özellikle 30’lu yıllarda benimsenen politika, artık toprak bütünlüğünü garanti altına alan bir ülkenin milli bütünlüğünü de sağlamasıydı. Öğrenci Andı da bu amaçla benimsenmiş ve ilkokullarda okutulmaya başlanmıştır. Ulus bilincine geç ulaşan bir toplumda bu çeşit sembol ve ritüellerini kullanılarak, ortak bir milli kimlik inşa edilmeye çalışılması anlaşılabilir bir durumdur. Ancak 2023 yılında yüzüncü yılını dolduracak olan Türkiye Cumhuriyeti’nde toplumun zaten bir milli kimlik kazanmış olduğunu kabul etmek gerekir. Yani Öğrenci Andı işlevselliğini yitirmiştir. Hal böyleyken 21. yüzyıl Türkiye’sinde 30’lu yılların ritüellerini benimsemek anakronik (çağdışı) bir yaklaşım olacaktır.”

Türk milletinin milli kimliğini keşfetmesinin, Fransız İhtilali’nden sonraki gelişmelere ve fikir akımlarına (Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük) bağlanması kadar saçma bir şey olamaz. Bu hatalı görüşü öne süren kurum, başka bir kurum olsa affedilebilir, ama görevi milli tarihimizi çocuklarımıza öğretmek olan MEB olursa, asla affedilemez. Kendi tarihini bilmeyen kişiler, Milli Eğitim Bakanlığı’nda nasıl görev yapar? Bu kişiler, destanlar devri’nden itibaren milletimizde Türklük bilincinin var olduğunu bilmiyorlar mı?

Bu konuda kamuoyunda meydana gelen baskılar üzerine bakanlık, bu görüşlerin kendi görüşlerini yansıtmadığını belirterek, Hukuk Hizmetleri Genel Müdürü ile iki avukatı görevden aldı. Ama bu tasarruf kamuoyunu pek tatmin etmedi. Benim İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yaptığım Doktora tezimin konusu; ‘Tanzimat Döneminde Dil ve Edebiyat’ta Milliyetçilik’ idi. Ben tezimde de Türklerde milli şuurun ve vatan fikrinin tarihimizin başından itibaren var olduğunu örnekleriyle ortaya koydum. Türk tarihini bilmediklerine emin olduğum bu zevata, birkaç haftalık bir yazı dizisiyle Türklerde milliyetçilik duygusunun Tanzimat’tan önce de mevcut olduğunu belgeler ve örneklerle ortaya koymaya çalışacağım.  

Millet nedir?

Millet, sosyolojik bir gerçektir. Bu gerçeği oluşturan; ırk, dil, din, vatan, kültür tarih, coğrafya ve ideal birliği gibi unsurlar vardır. Almanlarda ırk, Slavlarda dil, İsveçlilerde vatan, Fransızlarda kültür ve Amerikalılarda tabiiyet, milletlerin varlıklarına vücut veren başlıca unsurlar olarak öne çıkmıştır. Ayrıca, aynı soydan olup, aynı dili konuşan bazı insan topluluklarının değişik vatanlarda yaşadıkları da görülmektedir.

Millet kavramı, çeşitli düşünür ve bilim insanı tarafından farklı tanımlanmıştır. Milliyetçilik tarihimizin en önemli şahsiyetlerinden olan ve Türkçülüğün esaslarını bir program halinde ortaya koyan büyük sosyolog Ziya Gökalp’e göre millet, ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafî, ne siyasî, ne de irâdî bir zümre değildir. Gökalp’e göre “Millet; dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir topluluktur. Türk köylüsü onu (dili dilime uyan, dini dinime uyan) diyerek tarif eder.”(1)

Görüldüğü gibi, millet tarifi Gökalp’te ‘kültürel bağ, manevî bağ’ olarak ön plana çıkmaktadır. Biyolojik ve anatomik vasıfların sosyal karakterler üzerinde hiçbir etkisi olmadığını belirten Gökalp, hıyaneti görülenler dışında, (Türküm) diyen her ferdi Türk tanıyan bir millet anlayışına sahiptir. Atatürk, Gökalp’in bu düşüncesini “Ne mutlu Türküm diyene!” diyerek özetlemiştir.

Milleti, kısaca ‘aralarında ortak bağlar bulunan insan topluluğu’ olarak tarif edebiliriz. Aynı vatanda yaşayan değişik din, mezhep, dil ve soya mensup insanlar, ortak dil, tarih, kültür ve idealleri paylaşarak ve vatandaşlık ekseninde birleşerek bir milleti oluştururlar. Bugün, çağdaş dünyanın üzerinde anlaştığı millet tarifi, “birlikte yaşama duygusuna, ortak dile, ortak kültüre, vatan, tarih ve kader birliğine sahip insan topluluğu” biçimindedir. Günümüzde millet, alt kimliklerin dil ve kültürlerini yaşatmalarına da imkân veren, bir üst kimlik durumundadır.

Artık, şu gerçek ortaya çıkmıştır ki, bilim, teknoloji, iletişim, ulaşım dünyayı ne kadar küçültürse küçültsün, insan ilişkileri ne kadar gelişirse gelişsin milletler ne kadar geniş bölgesel birlikler kurarsa kursun, bütün bu gelişmeler millet gerçeğini ortadan kaldıramaz. Bir gün dünyadaki sınırların, bayrakların kalkarak, tek bir dünya devleti kurulacağı varsayımına dayalı büyük hayaller, sistemler ve söylemler, günümüzde iflâs etmiştir. Bunun en çarpıcı örnekleri, 1992 yılında dağılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve komünist Demirperde ülkeleri ile Avrupa Birliği’dir.

Milliyetçilik nedir?

Milliyetçilik, en basit tarifiyle, milleti sevmek ve onu yüceltmek duygusudur. Bu duygu, Milletin yaşama ve yükselme iradesini ifade eder. Millete millî kimliğini kazandıran, başta dil, edebiyat ve kültür olmak üzere bütün maddî ve manevî değerleri sevmek, yaşatmak ve geliştirmek de, milliyetçiliğin bir gereğidir. Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal, milletlerin var olmak azim ve iradesine, ‘Millî şuur’, ‘Milliyet duygusu’ veya ‘Milliyetçilik’ adlarını vermektedir.(2)

Bir milletten olmak başka, milliyetçi olmak başka şeydir.  Bir milletten olmak tabii bir hadise, milliyetçi olmak ise kültür, şuur ve irade meselesidir. Milliyetçi, mensup olduğu milleti tanıyan, seven ve onu yükseltmeye çalışan insandır. Hiçbir insan, milliyetçi olarak doğmaz. Milletinin şuuruna erdikçe, mazisini, halini tanıyıp, istikbalini düşündükçe ve ıstıraplarını kalbinde duydukça milliyetçi olur.(3)

Milliyetçilik, ırkçılık değildir. Kendi ırkını üstün tutup, diğer ırkları küçük ve hor gören ırkçılık anlayışının, milliyetçilikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Milliyetçilikte hareket noktası, milletin tarih içinde meydana getirdiği kültürdür. Kültür bütünlüğünü, o milletin dili, edebiyatı, güzel sanatları, dini, örf ve adetleri meydana getirir. Milliyetçi, bu manevi yapıyı korumayı ve geliştirmeyi amaçlar.

Tarihin ilk çağlarından bu yana, bütün insan toplulukları, milliyetçilik duygularını çeşitli şekillerde ortaya koymuşlardır. Türk milleti de, tarihin en eski çağlarından günümüze kadar, Milliyetçilik duygusunu çeşitli şekillerde ortaya koymuştur. Fakat şu bir gerçektir ki, milletin oluşumunda ve milliyetçiliğin ortaya çıkışında en önemli unsurlar, dil ve edebiyattır. Dil, o milletin anlaşma ve ifade vasıtası, edebiyat ise o milletin ruhunu, dünya görüşünü, inanışını, yaşayışını, hayata bakışını ve kültürünü kuşaktan kuşağa taşıyan sözlü ve yazılı ürünler birikimidir. Bir milletin dili ve edebiyatı ne kadar zengin ve gelişmişse, tarih içindeki konumu da o kadar büyük ve etkili olmuştur.

Milliyetçilik, dil ve edebiyat

Dil, milleti millet yapan kültürel değerlerin başında gelir. ‘Millet’ denilen sosyolojik varlık, aynı dili konuşan insanlar topluluğudur.  Milleti, mânâsız bir yığın olmaktan çıkarıp, “duygu ve düşünce birliği olan toplum” haline getiren dildir. Dil, milletin asırlar boyu biriktirdiği hayat tecrübesi ve kültürünü de, nesilden nesile aktaran en önemli vasıtadır. Milli birlik, beraberlik ve sosyal dayanışma, dil ile olur. Bir milletin bütünlüğünü yıkmak için, önce onun dilini bozmak gerekir.

Yahya Kemal Beyatlı’ya göre, lisan fikri  “kudsî”dir. Beyatlı, Türkçe hakkındaki düşüncelerini ise şöyle ifade etmiştir: “Bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçe’dir. Bu bağ öyle metin bir bağdır ki, vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşılsa yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçe’dir.”(4)

Prof. Dr. Mehmet Kaplan, dil, edebiyat ve kültürün toplum üzerindeki etkilerini, “Dil, edebiyat veya kültür, inançları kalabalıklara yayarak onları yakıp yıkan bir fırtına haline getirebilir veya onlara karanlık gecelerinde yol gösteren bir ışık olur” diyerek açıklamıştır.(5)

Büyük dil âlimi Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Türk milliyetçiliğinin tarih içinde, kendisini daha çok dil sahasında gösterdiğini ve asırlar boyunca millî şuur ve millî duygu sahibi pek çok Türkçecinin yetiştiğini belirtmiştir. Timurtaş, dilde yapılan Türk milliyetçiliği hareketine, “Türkçecilik cereyanı” adını vermiştir.(6)

Ahmet Hamdi Tanpınar, edebiyatın millet hayatındaki yeri ve önemini ortaya koyarken, onun “memlekette vatan ve millet aşkının, yaşayış şeklinin, insani hakların, medeniyet ve faziletin meş’alesi” olduğunu belirtir. Tanpınar, edebiyatın, yeni bir duyuş tarzıyla, yepyeni unsurları ihtiva eden bir muhayyile ile güzellik dediğimiz büyük ve asıl ideali tahakkuk ettiren bir vasıta olduğunu ifade etmiştir.(7)

(Devam edecek)

 

(1)           Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, (Haz: Mehmet Kaplan), MEB 1000 Temel Eser Yay., İstanbul 1970, s.22

(2)           Sadri Maksudi Arsal, Ötüken Yay., 2. bs. İstanbul 1972,  s. 65

(3)           Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, Dergah Yay., İstanbul 1978, s. 285

(4)           Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyata Dâir, Yahya Kemal Enstitüsü Yay., İstanbul 1971, s.83

(5)           Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, Dergah Yayını, İstanbul 1982, s.160

(6)           Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Makaleler, (Haz: Mustafa Özkan), TDK Yay., Ankara 1997, s.264

(7)           Prof. Dr. Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1969, s.79-80