Oğuzhan Saygılı

Tüm yazıları
...

Türk Fotoğrafçılığının Yüz Akı: Ara Güler

Henüz yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.

Oğuzhan Saygılı

Türkiye’de fotoğraf sanatçılığı denilince şüphesiz akla ilk Ara Güler gelir. Ülkemizdeki genel yargıya inat Ara Bey kendini fotoğraf sanatçısı olarak görmez. Daha ziyade yaptığı işi ve bu hobiyi foto muhabirliği olarak tanımlar. Fotoğraf üzerine dünyanın muhtelif ülkelerinden onlarca ödül alan, yabancı birçok haber ajansında örneğin 50 yıldır dünyaca ünlü ve köklü Time Dergisinde çalışan, Türk basın tarihine yaptığı foto-röportajlar ile hatırlanan Ara Güler hakkında geçtiğimiz yıllarda bir biyografi kitabı çıkmıştı.(1) Bu eseri takdim edeceğim.

Okuduğum biyografi kitaplarının hemen hemen hepsinde özellikle de mesleklerinde başarılı olanların hayat hikâyelerinde her zaman bir formül karşıma çıkmaktadır. Mesleklerini çok sevmeyenlerin, işini ciddiye almayanların, yaptığı işe dört elle sarılmayanların başarı merdivenlerinin ilk basamaklarına çıkması bile mevzubahis olamaz. Örneğin bu altın kuralı Hacı Ömer Sabancı, çocuklarına “işinizin mecnunu olacaksınız” diye nasihat eder. Ünlü bilim insanı Pavlov’a atfen anlatılan bir anekdot da büyük mesaj içermektedir. İşine geç gelen asistandan Ivan bunun hesabını sorar. Asistan: “Hocam haberiniz yok galiba ihtilal oldu. (Bolşevik ihtilali) bu sebepten geç kaldım.” der. Pavlov’un asistanını azarı işini ne kadar özümsediğini gösterecek cinstendir: “Sana ne ihtilalden!”

Çanakkale gazisi, eczacı Ermeni Dacat beyin oğludur Güler. Varlıklı bir ailenin çocuğudur. Her ne kadar ailesi doktor olmasını istese de kendisinin tiyatro, sinema ve gazeteye ilgisi had safhadadır. İsmail Cem’in babasının “İpek Film Şirketi”nde çırak olarak başlar, sinema makinistliği bile yapar. Derken kendisini gazetecilikte bulur. Gazeteciliğin hemen hemen tüm birimlerinde çalışır. Türkiye’nin birçok yeri ve yöresini işi icabı görür. Dünyanın birçok ülkesini görme ve gezme fırsatı yakalar. Sırf on küsur sene Cannes Film Festivali’ne katılır. 8 ay kadar dünya turu yapar. “Dünyada gitmediğiniz yer kaldı mı?” sorusuna Güler’in verdiği cevap “dünyanın ne kadarını tanı(ma)dığımızı” sorgular niteliktedir: “Yalnız dünyanın her yerine gittim olamaz sadece Endonezya’da 168 bin ada var. Her gün bir tanesine gitsen ömrün yetmez, çünkü öyle yerler var ki ancak 3-4 günde varılabilir.” (s.236). Meslek yaşamı boyunca Bertrand Russell, Arnold Toynbee, Picasso, Salvador Dali, Alfred Hitchcock’un da aralarında bulunduğu birçok önemli isimle foto-röportaj yapar. Bunlar ile görüşmelerinin perde arkasını ayrıntısıyla anlatır. Öbür taraftan Türk edebiyatının, sanatçıların, kültür ehli birçok köşe taşlarıyla tanışıklıkları, arkadaşlıkları ve dostlukları da kitabın önemli bölümünde göze çarpar. Bu yıldızlar geçidinden bir kısmını şöyle sıralayabilirim: Abidin Dino, Sait Faik, Halide Edip Adıvar, Yaşar Kemal, Sabahattin Eyüpoğlu, Orhan Kemal, Aşık Veysel, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Kemal Tahir, Fikret Mualla vs…

Ara Güler, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün özel fotoğrafçılığını da yapar. Yurt içi ve dışı birçok yerden ödül alır. Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Ödülü’nü de alır. Ülkemizde aldığı ödüllere daha çok önem atfeder: Legion d’Honneur ödülüne de çok sevindim. Ama Cumhurbaşkanlığı ödülü bu ödülden daha değerlidir benim için. Benim milletimin beni takdir etmesi mühimdir, yoksa elin gâvuru vermiş ne olur.” (s.271). Güler, Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminin kuruluş aşamasında yaşayan milliyetçi düşünce ve siyaset adamı Ahmet Ağaoğlu’nun torunuyla evlidir.

Kitapta Güler’in yaptığı işten zevk aldığının emareleri oldukça fazladır. Ara Bey, örneğin foto muhabiri olarak ilk kez aldığı Leice marka fotoğraf makinesinin künyesini 81 yaşında olmasına rağmen aldığı gün gibi anlatır: “Leice lllb, numarası 382418 ve beyaz 1938 modeldir” (s.29) Fotoğraf ile arasındaki ilişkisini “fotoğrafın askeriyim, esiriyim” diyerek açıklar. İstanbul Sultan Ahmet meydanında idam edilen bir mahkûmun üzerinde asılı olan kanun numaralarının bulunduğu yaftanın net olarak fotoğrafının çekilmesi için maktulun yönünü değiştirecek kadar cesaretlidir (s.67). Nemrut Dağı’ndaki tarihi eserlerle ilgili haber yapan ilk Türk gazeteci de kendisidir. Nemrut Dağı’na katırlarla 9 saatte çıkar, 12 saatte inerler. Birçok Türk meslektaşının “Bu dağ taş fotoğraflarını ne yapacaksın, niye artistlerle röportaj yapmıyorsun da taşlarla yapıyorsun?” önerileriyle (!) karşılaşır. Hayat mecmuasına bu haber ve röportajı gösterir, önemsemez yetkililer. Hâlbuki bu haber ve fotoğraflar dünyanın dört bir yanında 137 kez yayımlanır. Fransa’da “Paris Match Mecmuası” muhabirimizin keşfi diye manşetten verir. Güler, meslek hayatındaki üç önemli haberi dünya kamuoyuna duyurmanın mutluluğunu yaşar. Nemrut dağı, Nuh’un gemisi ve tarihi Afrodisias kentidir. Çalıştığı Hayat mecmuası kendisini Aydın’a baraj açılışına gönderir. Baraja giderken yollarını kaybederler. Bu durum tarihi Afrodisias kentini keşfetmesine sebep olur. Hakeza Afrodisias ile ilgili fotoğraflarını mecmuanın yöneticisi, yazar Şevket Rado’ya gösterir. Rado’nun cevabı Türkiye’de kültürün, sanatın yerlerde sürünmesinin –aydınlar eliyle çekilmiş- fotoğrafı gibidir: “Boş ver, bu taş toprak resimlerini, sen barajı çektin mi?” (s.86)

Eserin sonunda Güler ile yapılan uzun bir mülakat yer alır. Burada merak edilen sorulara cevaplar verir. Fotoğrafı bir sanat olarak görmez. Yaptığı işi foto muhabiri olarak görür. Fotoğrafçı ile foto muhabiri arasındaki farkı şöyle açıklar. “foto muhabiri, bomba patladığı zaman bombaya doğru giden adamdır. Hâlbuki fotoğrafçı bombadan kaçar gider, karısının yanına kaçar: öteki ölüme kaçar, kendisini tehlikeye atan adamdır, aradaki fark budur.” (s.263). Fotoğraf icat edildiğinden beri foto muhabirlerinin tarihi yazdığını belirtir. Bu tarih yazıcılığının faturasının çok ağır olduğunu, misal Vietnam Savaşı’nda 98 gazetecinin yaşamını yitirdiğini, bunların 96’sının foto muhabiri olduğunun altını çizer. Türk foto muhabirleri ile yabancı foto muhabirlerini mukayese eder: “Yabancıların lehine eğitim farkı vardır uçurumlar gibi. Yabancı muhabirler yazı işleri müdürünün gönderdiği her yere gitmeye çekinirler ama Türk muhabirleri kalitesiz olmakla beraber yırtıcıdır, inatçıdır ve yapar abi. Camdan girer yine de çeker, bulanık çeker ama çeker getirir. Bir resim getirir, fenadır ama hiç zararı yok; ama ötekisi? Hiç getirmemekten iyidir.” (s.264). Güler, arşivinde 800.000 ile 1.000.000 arası fotoğraf diası bulunduğunu, bunları şimdilik herhangi bir kurum, kuruluşa bağışlamayı düşünmediğini; gözünün arkada kalmayacağı bir kurumun Türkiye’de olmadığını belirtir.

Değerlendirme

Gazeteci Nezih Tavlaş’ın hazırladığı eserin yoğunluğunu Ara Güler’in anlattıkları oluşturur. Söyleşi yoğunluklu ama son yılların popüler türü olan nehir söyleşilerinden oldukça farklı bir biyografi türü olarak karşımıza çıkar. Tavlaş, Ara Güler’in hayat hikâyesini silkelemeyi başarmıştır. Güler’in silkelenen yaşam öyküsünden Türkiye’nin sosyo-ekonomik, siyasi ve basın tarihinin kalıcı fotoğrafları önümüze düşer. Güler, hatıralarını anlatırken özel yaşamından asgari düzeyde bahseder. Özel yaşamına ait anılarını anlatırken de toplumsal tarafı ağır basan olayları göz önünde bulundurur.

Eser, “Ara Güler Markası”nın doğumunu, çocukluğunu, gençliğini ayrıntısıyla anlatır. Eserin sonundaki kaynakçayı kefil olarak aldığımızda, Tavlaş’ın kitabın hazırlanmasında ödevini layıkıyla yaptığını söyleyebiliriz. Son olarak mesleğinin zirvesine çıkmış insanların yaşantısından ibretlik olay ve olguları ciddiye almamız gerekir diyenlerin kitabı okumasını öneririm.

(1)Nezih Tavlaş, Foto Muhabiri Ara Güler’in Hayat Hikâyesi, 303+32 sayfa, Ağustos 2009, İstanbul, Fotoğrafevi Yayınları