Mehmet Hayati ÖZKAYA, 1959’da Van’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adana’da, yükseköğrenimini Eskişehir’de tamamladı. 1982 yılından itibaren çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni ve idareci olarak çalıştı. 1993-1995 yıllarında İtalya’nın Trieste şehrinde Yabancı Diller Enstitüsü’nde Türkçe okutmanlığı yaptı. Evli ve iki çocuk babası olan Özkaya’nın Kıssa-i Aşk, P.K 546- İdealist Bir Neslin Hikâyesi- ve Ateşi Yeniden Yakmak adlı kitapları vardır.
İletişim:m.h.ozkaya@hotmail.com
Senaryosunu İngiliz Lavrens’in yazdığı hainlik oyununda başrol alan Mekke Şerifi Hüseyin’in 1916’da başlattığı isyan bizi epeyce yorsa da 30 Ekim 1918’de imzalamak zorunda kaldığımız Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra 400 yıl hüküm sürdüğümüz topraklardan çekilmek zorunda kaldık.
Peygamberimizin yurdu, Hicaz, Mekke ve Medine’yi İngiliz kuvvetlerine ve yandaşları Şerif Hüseyinlere bırakmamak ve bu mübarek mekânlardan ay yıldızlı al bayrağı indirmemek için direnen Fahrettin Türkkan Paşa’nın ve kahraman Mehmetçiğin o meşhur direnişine rağmen 10 Ocak 1919’da Medine’yi teslim ettik.
Bu direniş tarihimizde Gazi Osman Paşa’nın Plevne savunması kadar şanlıdır. Her ne kadar Plevne marşı gibi adına bir marş yazılmamışsa da bir şiir vardır ki okuyanı da dinleyeni de derinden sarsar.
Şiir, Fahrettin Paşa’nın sır kâtibi olan yedek subay İdris Sabih Gezmen’e aittir. Aynı zamanda şair olan İdris Sabih, İngilizler tarafından Mısır’a, esir kampına gönderilmeden önce “Dünya ve Ahiret Efendimize” diyerek edebiyatımızda bir mersiye yahut bir naat örneği sayılabilecek olan bu güzel şiiri yazar:
Bir Ulü’l-emr idin emrine girdik
Ezelden bey’atli hakanımızsın.
Az idik sayende murada erdik
Dünya ve ahiret sultanımızsın.
Unuttuk İlhan’ı Kara Oğuz’u
İşledik seni göz bebeğimize
Bağışla ey şefi’ kusurumuzu
Bin küsür senelik emeğimize!
Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur.
Şımardık müjde-i sahabetinle!..
Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur.
Doyarız bir lokma şefaatinle!
Suları tükendi gülâbdanların
Dinmedi gözümüz yaşı… Merhamet!
Külleri soğudu buhurdanların
Aşkınla bağrını yakmada millet!
Nedense kimseler dinlemez eyvah!
O kadar saf olan dileğimizi,
Bir ümmi isen de ya Resulullah
Ancak sen okursun yüreğimizi…
Gelmemiş Türkçe’de Kays ü Hassan’ın
Yok bizde ne Bürde ne Muallaka
Yolunda baş veren Âl-i Osman’ın
Lâl ile yazdığı tarihten başka…
Yapamaz Ertuğrul Evladı sensiz
Can verir canânı veremez Türkler
Ebedi hâdimü’l-harameyniniz
Ölsek de Ravzanı ruhumuz bekler!
1 Şubat 1919’da İdris Sabih Bey, Medine’den gönderilen diğer Türk askerleriyle birlikte Mısır’daki Esir Kamplarından birinde ikamet ederken Fahrettin Paşa İngiliz ordusuna ait Nil Kışlasında tutuklu bulundurulur ve bir süre sonra da Malta’ya sürgün edilir.
Bu kamplarda askerlerimize yapılan insanlık dışı muameleyi tarih, bir vahşet, bir felaket olarak yazar. İngiliz ve Ermeni doktorlar tarafından esirlerin kasten kör edildiği haberleri üzerine Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafıyla bu durum, Konya’da 23 Ocak 1920’de yapılan bir mitingle lanetlenir.
İşte o günlerde Kahire yakınlarındaki Tura, Seydibeşir, İskenderiye gibi esir kamplarında yaşayan askerlerimizden eli kalem tutan şairler ve yazarlar askerlerimizin moralini yükseltmek için taş baskı usulüyle çoğaltılan teknik bakımından çok zayıf 2-8 sayfalık dergi ve gazeteler çıkarırlar. Bu yayınlar arasında özellikle Kafes ve Nilüfer adlı dergiler hemen hemen her şeyiyle İdris Sabih’in eseridir.
Kamplarda İngilizlerin yaptığı baskı ve sansüre rağmen, dergilerde ve gazetelerde Türkiye ile ilgili haberler de yayımlanmakta, İstiklâl mücadelemiz yakından takip edilmektedir. İşte böyle bir atmosferde Işık gazetesinde 20 Ağustos 1919’da İdris Sabih, “Türkiye’nin Âtisi” adlı yazısında, I. Dünya Savaşı’nın memleketimizin üzerindeki karanlık tablosunu ortadan kaldıracak, Türk millî birliğini kuracak “Türklerin Müncisi”nin yani kurtarıcısının doğmak üzere olduğunu söylemekte; ismini vermese de Mustafa Kemal Atatürk’ü müjdelemektedir:
“…Amerikan’ın Washington’u, İtalya’nın Garibaldi’si, Almanya’nın Bismarc’ı gibi Türklerin de müncisi doğmak üzeredir; bu dakikayı müjdeler ve kutlularım! Asya-yı Suğra’ya (Küçük Asya’ya) çıkan düşmanlarımız bizi hâl-i ihtizârda ( can çekişmede) farz ederek nabzımızı yoklamakta ve Anadolu’da bir eser-i hayat göremeyeceklerini zannetmekteler.”
İdris Sabih’in hayatından ve edebî dünyasından ilk kez bir kitapta bahseden Nüzhet Haşim Sinanoğlu’dur. Tahmin ediyorum ki bu soyadı size hiç de yabancı gelmemiştir. Hatta bir çırpıda Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nu ve kız kardeşi Esin Afşar’ı hatırlayıvermişsinizdir. Evet, Nüzhet Haşim Sinanoğlu, bu iki değerli insanımızın sevgili babalarıdır ve 1918’de yayımladığı Millî Edebiyata Doğru adlı kitabında bize İdris Sabih Gezmen’i tanıtmaktadır. Mesela, onun şairliği hakkında şöyle diyor:
“Hassas bir şairdir. Kardeşi için yazdığı bir mersiye, kendisine gençler arasında kıymetli bir mevki ayırtmıştır… Cepheden, şiir âlemimize çok kıymetli manzumelerle dönmesi ümidi, bu genç şairin şimdilik devam eden sükûnetinin bir tesellisidir. “
İdris Sabih, Hicaz Cephesinde bulunduğu sırada Çanakkale-Anafartalar’da 2 Haziran 1915 tarihinde yaralanan kardeşi Ahmet Tevfik Efendi’nin 10 Ağustos 1915 ‘te (Ramazan ayının 29. günü) Çanakkale Askeri Hastanesinde şehit düştüğünü öğrenince, o yürek yangınıyla yedi dörtlükten meydana gelen “Kardeşime” adlı şiirini yazar ve ilk dörtlükte şöyle der:
O kadar yandı mı bağrın ey çocuk?
Ecelin sunduğu şerbeti içtin!
Sırayı saygıyı unuttun çabuk,
Sebep ne ağandan ileri geçtin.
Bu şiirin başka dörtlüğünde ise:
Yurduna son damla kanını verdin,
Ah cömert kardeşim sana pek yazık!
El fitre verdi, sen canın verdin
Ne acı bir şeker bayramı yaptık.
Der ve şiire devam eder.
1914’te cepheye gitmek üzere yurdundan ayrılan İdris Sabih Gezmen ancak altı yıl sonra 3 Mayıs 1920’de vatanına dönebilir. Sonra yeniden Fahrettin Türkkan Paşa’yla buluşur. Bu sefer buluşma noktası, Afganistan’ın başkenti Kâbil’dir. 9 Kasım 1922’de TBMM tarafından Kâbil Büyükelçiliğine tayin edilen Fahrettin Türkkan Paşa, İdris Sabih Bey’i Elçilik Kâtibi unvanıyla yanına alır. Bu görevle birlikte İdris Sabih Bey’in hariciyede 27 yıl sürecek olan memuriyet hayatı başlar ve 18 Mart 1950’ye kadar devam eder.
Çanakkale’de şehit olan kardeşi için yazdığı şiirle edebiyat dünyamızda isminden söz ettiren şair İdris Sabih Bey ne ilginçtir ki bu zaferin 35. yıldönümünde bu âleme veda eder.
İşte İdris Sabih Gezmen’in bu şartlar içerisinde yazdıklarına ve hayatıyla ilgili daha geniş bilgilere ulaşmak isteyenler, Nâzım H. Polat Hoca’mızın bir arkeolog gibi “otuz yıllık derin kazı çalışmasıyla gün yüzüne çıkarttığı” Karakum Yayınları tarafından yayımlanan “İdris Sabih Gezmen, Ebedi Hâdimimü’l- Harameyn” adlı bu muhteşem esere müracaat edebilirler. Sağlıcakla kalın…