Hakan Paksoy

Tüm yazıları
...

Paranın ve Türkiye’nin Rotası!

1960 yılında Isparta’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan Kahramanmaraş’ta, yüksek öğrenimini Ankara’da, Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Elektrik Bölümünde yaptı. O zamanki adı Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) K. Maraş İl Müdürlüğü’nde mühendis olarak göreve başladı. Mühendis, başmühendis ve müessese müdür yardımcılığı görevlerini yaptı. 1999 yılında TEDAŞ Genel Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü yaptı. Temmuz 2017’de emekli oldu.

Kahramanmaraş Türk Ocağı Şubesinin kuruluşundan itibaren; yönetim kurulu üyeliği, sekreterlik, başkan yardımcılığı ve iki dönem başkanlık yapmıştır. 1995 Genel seçimlerinde MHP’den milletvekili adayı olmuştur. Türkiye Kamu Sen’in kuruluşunda ilk şube başkanlarındandır. Ankara’da çalışmaya başladıktan sonra Türk Enerji Sen Genel Merkez Yönetim Kurulunda çalışmıştır.

1985-87 arasında askerlik görevini yapmıştır.

Millî Düşünce Merkezi (MDM) Yönetim Kurulu üyesidir ve internet sitesinde yazıları yayınlanmaktadır.

Evlidir. Biri kız diğeri erkek iki çocuğu vardır.

İletişim:uhakanpaksoy@gmail.com

Hakan Paksoy

14 Aralık (2019) Cumartesi günü Resmî Gazete’de Kurul Kararları başlığı ile bir ilan yayımlandı. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun Kurul Kararları. Bu ilan, artık her sektörde olan düzenleyici kurullardan birisi olan bu kuruma biraz daha dikkatlerimizi çekti.

Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu 660 Sayılı KHK ile 2011 yılında kurulmuş, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ya da görevlendireceği bir bakan ve bakanlık ile ilişkili kuruluş. Devlet işleyişi hakkında bilgisi olanlar, ilişkili kavramının ile bağımsız hareket edebilme anlamına geldiğini bilirler. Kurum ve personeli kendi yasa ve oluşturduğu mevzuat dışında ilişkili olduğu bakanlık da dâhil hiçbir kuruluşu hem dikkate almaz hem de kendileri düzenleyici oldukları için onların uymasını bekler. Devlete bir bütün olarak baktığımızda, bu üst kurullar birer ada gibidirler. Sistemin içindedirler ancak sistemden bağımsız çalışmaktadırlar. Yasada özerk yazmakla birlikte özerklikten daha fazla bir statüdür.

KHK’nın 25. Maddesi “Kurum, incelemeleri …gerekli hâllerde kanunlarla belirli alanları düzenleme ve denetleme yetkisini haiz olan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun …birimleri vasıtasıyla da yürütebilir.” demektedir. Devletin en eski ve tecrübeli kuruluşlarının bile belirli alanlarda olduğunu, kendisinin onların üzerinde olduğunu söylemektedir. Mesela Maliye Bakanlığının kuruluş kanunu “M 11 b) … Devlet sermayesi ile kurulmuş işletmelerin ve fonların muhasebe sistemlerini, gerektiğinde ilgili dairelerle birlikte belirlemek, bu konudaki mevzuat düzenlemeleri ile ilgili hazırlıkları yapmak…” der. Maliye, devletin muhasebesini ve mevzuatını belirlemekte, Kamu Gözetimi Kurumu da adı üstünde genel olarak muhasebe sistemini oluşturmakta. Ama Maliye Bakanlığı vergi işlemlerini de yaptığından genel muhasebe sistemini de kurgulamakta. İşte devlet içinde devlet ya da devlet içinde adalanmadan kastım tam da bu.

Ya bu adadan dışarı çıkanlar

Bu kurumu tanımak için baktığımızda görev tanımı KHK’da “uluslararası standartlarla uyumlu Türkiye Muhasebe Standartlarını oluşturmak ve yayımlamak…”, denetimde de standardı oluşturmak görülüyor. Ayrıca karşımıza farklı hususlar da çıkmakta. Mesela, 14 Aralık’ta ilan edilen kararlarda bir yabancı kuruluşa atıf görülüyor.  

Kurum kendi sayfasında “…söz konusu sektöre özgü finansal işlemlerin kalitesini ve bu işlemler hakkında farkındalığı artırmak amacıyla faizsiz finans alanında yayımlanan uluslararası standartların mevzuatımıza kazandırılmasına yönelik çalışmalar yürütülmektedir. Bu çerçevede, 27 Eylül 2017 tarihinde Kurumumuz ile İslâmî Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Kuruluşu (AAOIFI) arasında faizsiz finans sektörüne ilişkin muhasebe, denetim, etik ve yönetişim standartlarının mevzuatımıza kazandırılması amacıyla bir telif anlaşması imzalanmıştır. İmzalanan bu anlaşmayla…” demekte. Kurumun internet sayfasında bahsedilen anlaşmayı bulamadım ancak telif anlaşması olduğuna göre AAOIFI’nin çalışmalarından istifade için olduğu anlaşılıyor.

AAOIFI, üyelik için başvuruyu zorunlu kılıyor. Vizyonunu da “İslâmî finansın piyasa operasyonunu ve şeriat prensipleri ve kuralları hakkındaki finansal raporlamasını yönlendirmek ve İslâmî finans piyasalarına, endüstrinin büyümesini destekleyebilecek standartlar ve kılavuzlar sağlamak.” olarak belirlemiş.

Mütevelli heyeti beş yıllığına genel kurulunda seçiliyor. Şu anki heyetin 18 üyesi içinde, Türkiye’den Prof. Dr. Necdet Şensoy var. Diğer üyeler Bahreyn, Katar, BAE, Suudi Arabistan, Kuveyt, Pakistan ve Malezya’dan. Bir kişi de Ortadoğu Ernst-Young isimli uluslararası Amerikan firmasından bulunmakta. İslâmî finans muhasebe standartları için oluşturulan organizasyonda Hristiyan bir denetim ve danışmanlık kuruluşunun üyeliği de ilginç doğrusu.

İlginç olan başka üyeler de var. Tabii isimleri değil temsil ettiği finans kuruluşu öne çıkıyor. Mesela NCB (The National Commercial Bank) göze çarpıyor. Türkiye Finans’ın internet sayfasında, Suudi Arabistan’ın ilk ve en büyük kamu bankası ve Türkiye Finans’ın da %67 ile hâkim ortağı olduğu görülüyor.

14 Aralık’taki Resmî Gazete

Kamu Gözetimi Kurumu denetçiyi “bağımsız denetim yapmak üzere, … meslek mensupları arasından Kurum tarafından yetkilendirilen kişiler” diye tanımlamaktadır. Bu kişiler ülkede faaliyet gösteren finans kuruluşlarını denetlemekle görevlidir. Denetçi olma şartları belirlenmiştir ve kurumun sayfasında yazılıdır. Bu mevzuata girildiğinde şeriat, fıkıh, faizsiz bankacılık, katılım bankacılığı gibi anahtar sözcükler yoktur. Cari kanunlara göre düzenlenmiş bir mevzuattır.

Ancak 14 Aralık’ta yayımlanan Etik Kurallar’da “İslâmî bakış açısıyla, denetçilerin uyacağı etik kurallar ise temel olarak (önceki tüm dayanaklara ilaveten) İslâm inancının ve Fıkhın ilke ve kurallarına dayanır … Ayrıca Fıkhî ilke ve kurallar; bu etik kurallara, amaçları bakımından diğer tüm saiklerin üzerinde, sürekli ve değişmez, dinî kaynaklı potansiyel bir yaptırım gücü sağlar. Buna ilaveten, Fıkhî kaynaklı etik ilkeler; Fıkhın evrenselliği ile hem değişmez hem de esnek olması gibi hususiyetlerden faydalanır.” diye yazmaktadır.  

Aslında felsefi bir tartışmayı ateşleyen cümlelerdir. TDK Şeriatı “Kur’an’daki ayetlere, Hz. Muhammed’in sözlerine dayanan İslâm kanunu, İslâm hukuku.” olarak vermektedir. TDV İslâm Ansiklopedisi de bu tanıma geniş anlam dedikten sonra dar anlamını da ortaya koyar. Bu da “Dar anlamda kullanıldığında şeriat tabiriyle yalnız değişime konu olabilen hükümler…” diye açıklanmakta. Dolayısıyla insan(lar)ın anlaması, anlamlandırması, uygulaması yani akıl devreye girmektedir. Akıl, kamu hukuku devreye girdiğinde o toplumun sosyolojisi ile birleşmektedir. Bundan dolayı her devlet kendi hukukunu oluşturmaktadır. Müslümanların devletleri de tek tip hukukla yönetilmez, her biri kendi hukuk sistemlerini kurmaktadır.

O zaman bu şekilde ikili hatta çoklu hukuk sistemine geçiş sonucunu doğuracak bu davranış doğru değildir. Bir kere telif edilen standart, standart olmayı başarabilmiş fıkha dayalı değildir. Standart olduğu, sadece o belgeyi hazırlayanların düşüncesidir.

Peki, bu olan biten nedir? Kanaatimce bunun iki sebebi var. Birisi paranın rotasına yön vermek diğeri de Türkiye’nin rotasını değiştirmek. Fıkıha, şeriata uygun iş yapıyorum derken, Hristiyan bir şirketin denetiminden geçip ondan danışmanlık alan bir davranış başka türlü nasıl açıklanabilir?