1960 yılında Isparta’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan Kahramanmaraş’ta, yüksek öğrenimini Ankara’da, Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Elektrik Bölümünde yaptı. O zamanki adı Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) K. Maraş İl Müdürlüğü’nde mühendis olarak göreve başladı. Mühendis, başmühendis ve müessese müdür yardımcılığı görevlerini yaptı. 1999 yılında TEDAŞ Genel Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü yaptı. Temmuz 2017’de emekli oldu.
Kahramanmaraş Türk Ocağı Şubesinin kuruluşundan itibaren; yönetim kurulu üyeliği, sekreterlik, başkan yardımcılığı ve iki dönem başkanlık yapmıştır. 1995 Genel seçimlerinde MHP’den milletvekili adayı olmuştur. Türkiye Kamu Sen’in kuruluşunda ilk şube başkanlarındandır. Ankara’da çalışmaya başladıktan sonra Türk Enerji Sen Genel Merkez Yönetim Kurulunda çalışmıştır.
1985-87 arasında askerlik görevini yapmıştır.
Millî Düşünce Merkezi (MDM) Yönetim Kurulu üyesidir ve internet sitesinde yazıları yayınlanmaktadır.
Evlidir. Biri kız diğeri erkek iki çocuğu vardır.
İletişim:uhakanpaksoy@gmail.com
Üç aya yaklaşan Koronavirüsü mücadelesinde normalleşme sürecine girerken camilerin de, 29 Mayıs’ta, İstanbul’un 567’nci yıldönümünde Cuma namazı ile birlikte açılacağı açıklanmıştı. İstanbul’un fethi, insanlık tarihini etkileyen olaylardan ve Türk tarihinin altın sayfalarından birisidir. Fetih, tarihin yönünü değiştirmişti. Onun içindir ki fethin yıldönümleri büyük bir onur ve Türk Milletine kimliğini hatırlatan günlerdendir. Salgın tedbirlerinin altında sıkılmış olan insanlar normalleşmeye bugünden başlamakla, biraz daha moral takviyesi ile girecekti. Gün seçimi doğru bir tercihti.
Bu güzellikler yaşanamadan, Diyanet işleri Başkanı (DİB) Ali Erbaş’ın 26 Mayıs günü ÖNDER İmam Hatipliler derneği için yapılan canlı yayındaki açıklamaları gündeme damgasını vurdu. Basında, Erbaş’ın İmam Hatipleri tercih edeceklerin sayısının artması için çalışılması gerektiğine dair sözleri öne çıkarıldı ve diğer söyledikleri arka planda kaldı.
Ezandan rahatsız olanlar
Soru: “Tam Diyanet’in yıpratıldığı dönemde Diyanet’in üzerinden sizin üzerinizden Din’e Müslümanlara saldırı yapıldığı dönemde, Hristiyan kulübü denen batıda, Avrupa’da, insanlara ezan dinlettiler. Ama gelin görün ki Türkiye’de akşam okunan sâlâlar eleştirildi.”
DİB Ali Erbaş (AE), Necip Fazıl’ın “Ey düşman sen benim ışığım ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.” diye söze başladı.
Devamında: “Diyanet aslında güçlenerek çıkıyor. Bu saldırıların şöyle okunması lazım. Demek ki onları rahatsız edecek bir şeyler yapıyoruz ki yıpratmaya çalışıyorlar. Onlar yıpratmaya çalıştıkça teşkilatımız daha da güçleniyor… azıcık tembelleşsek… bu güçler üzerimize daha fazla gelecek… Sadece Almanya’da 100’ün üzerinde camide dışarıda ezanlar okundu… belki rahatsız olanlar olmuştur ama ülkemizde yaşayanlar kadar açığa vurmadılar… ‘Bu süreç inşallah İslamofobi’den İslamohobi’ye dönüşür’”
İfadelerden anlaşılan Erbaş’ın “Onlar” dediği, düşman benzetmesi yaptığı, Türk halkının bir kısmı. Sanıyorum tamamına yakını da Müslümanım diyecektir. Devletin bir kurumunun başkanı olan ilahiyat profesörü, milletin bir kısmını neredeyse dindışı ilân edecek sözler sarf ediyor. Hatta bir adım ileri giderek “Onlar”ı İslamofobi içinde diye tasnif ediyor.
Taşlanan Müslüman da taşlayan kim?..
Erbaş devamında daha da ileri gidiyor ve saldırılardan heyecanlandıklarını belirterek: “Bu bir peygamber mesleğidir… Peygamberimiz ne zulümler çekti… Taif seferinde taşlandı… Yaptığım toplantılarda soruyorum ‘İçinizde irşat, tebliğ, davet faaliyetlerinden dolayı taşlanan birisi ayağa kalksın bakalım.’… Peygamberimizin varisleri olarak bir fiske bile yemedik. Onun için çıldırdılar… daha çok çalışmalıyız… bunlar hep olacak.”
Bu sözlerin sahibi DİB. Ama daha da ürkütücü olanı ilahiyat profesörü. Birisinin ona Türkiye’nin tamamına yakının Müslüman olduğunu hatırlatması gerekiyor galiba. Ayrıca verdiği örneğin de yanlışlığını söylemesi lazım. İnsanlığa “Ahlakı tamamlamak için” gönderilmiş olan Peygamberimizi taşlayanlar müşriklerdi. Türkiye gibi tamamına yakını Müslüman olan bir ülkede böyle bir örnek vermekle Türk Milletinin bir kısmını müşriklerle eş tutmak ne demektir, bunu izah edebilecek birisi var mıdır?
Kaldı ki tebliğ ve davet de Müslüman olmayana yapılır. Kendisi gibi düşünmüyor olsa bile, Müslümana davet de olmaz tebliğ de. O zaten Müslümandır.
Fethin yıldönümünde yeniden fetih…
“Uzunca bir süredir kapalı olan camiler bir cuma günü açılacak. Cemaat camisine, camiler de cemaatiyle buluşacak. Siz ne düşünüyorsunuz?” sorusuna;
DİB Erbaş: “Şimdi vakit geldi. 29 Mayıs Cuma günü, fethin sembolü olan o günde camilerin fethini gerçekleştireceğiz inşallah. Bunun da ilhamını Cenâb-ı Hakk kalbimize düşürdü. Bir gece böyle… Sabahleyin hemen aradım yetkilileri… Onlar da müzakere sonucu hemen Cumhurbaşkanımız açıkladı… Biz de inşallah cuma günü İstanbul’da büyük bir meydanda Cuma namazımızı bir namazgâh ile...” (Yerinin sorulması üzerine) “… Sultanahmet’le Ayasofya arasında bir yer düşünüyoruz, bir değişiklik olmazsa. Orada ben hutbeyi okuyacağım ve bütün Müslümanlara hitap edeceğiz inşallah” cevabını veriyor.
İstanbul seyyahların mutlaka görmek istedikleri bir şehirdir. Ve bütün dünya İstanbul’u camileriyle bilir. Camiler şehri diye de isimlendirilir. Bu özelliğinin de tesiriyle, Medine’nin diğer adı Belde-i Tayyibe (Güzel belde/şehir) isimlendirmesi İstanbul için de kullanılır. Gerçi artık silueti bozulmuş olmakla birlikte 567 yıldır Türk ve Müslüman beldesi olma özelliğini korumaktadır. Dolayısıyla “Camilerin fethi”ni sadece bir dil sürçmesi olarak kabul etmek en iyisi olsa gerek. Fakat camilerin fethi kadar bütün Müslümanlara hitap etmek ifadesi de oldukça düşündürücüdür. Nihayetinde, Müslümanların her cuma yaptıkları bir ibadeti uluslararası boyuta taşıyacak bir düşünceyi yansıtmaktadır.
Fatih Camisinde Cuma namazı, Ayasofya’da Fetih Suresi…
DİB Ali Erbaş’ın açıklamalarından sadece camilerin fethi ile İmam Hatipleri tercih edeceklerin arttırılması için gayret sözleri bile kamuoyunu kaynatmaya yetti. Açıklama yaptığı 26 Mayıs ile 29 Mayıs arasında karar değişmiş olsa gerek, Erbaş Cuma namazı Sultanahmet’te oluşturulacak namazgâhta değil Fatih Camisinde kıldı. Bütün Müslümanlara değil sadece cami cemaatine seslendi.
Camilerin fethi meselesi de -galiba- Ayasofya’da okunan Fetih Suresi ve Cumhurbaşkanının konuşması ile aşıldı. Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasına mı hazırlanılıyor diye gelen sorulara da Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bir TV kanalında: “Bir toplantıda bir yerdeydi galiba böyle bir konu gündeme geldiğinde, Cumhurbaşkanımız dedi ki, ‘Siz önce Sultanahmet'i doldurun, ondan sonra Ayasofya'yı düşünürüz.'" cevabını verdi.
Anlaşılan o ki Türkiye’de Müslümanların dinî hayatı yönetilirken, düşünceye, hakikatin ışığı değil ideolojiler yol gösterir olmuş.