Hakan Paksoy

Tüm yazıları
...

Moskova görüşmesinin sonucu Adana Mutabakatı mı?

1960 yılında Isparta’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan Kahramanmaraş’ta, yüksek öğrenimini Ankara’da, Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Elektrik Bölümünde yaptı. O zamanki adı Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) K. Maraş İl Müdürlüğü’nde mühendis olarak göreve başladı. Mühendis, başmühendis ve müessese müdür yardımcılığı görevlerini yaptı. 1999 yılında TEDAŞ Genel Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü yaptı. Temmuz 2017’de emekli oldu.

Kahramanmaraş Türk Ocağı Şubesinin kuruluşundan itibaren; yönetim kurulu üyeliği, sekreterlik, başkan yardımcılığı ve iki dönem başkanlık yapmıştır. 1995 Genel seçimlerinde MHP’den milletvekili adayı olmuştur. Türkiye Kamu Sen’in kuruluşunda ilk şube başkanlarındandır. Ankara’da çalışmaya başladıktan sonra Türk Enerji Sen Genel Merkez Yönetim Kurulunda çalışmıştır.

1985-87 arasında askerlik görevini yapmıştır.

Millî Düşünce Merkezi (MDM) Yönetim Kurulu üyesidir ve internet sitesinde yazıları yayınlanmaktadır.

Evlidir. Biri kız diğeri erkek iki çocuğu vardır.

İletişim:uhakanpaksoy@gmail.com

Hakan Paksoy

23 Ocak 2019’a yapılan Moskova zirvesi ile Suriye meselesinde taşlar yeniden döşenmeye başladı. Bu görüşmenin üzerinde en çok tartışılan konusu, Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından telaffuz edilen Adana Mutabakatı oldu.

Devletlerarasındaki ilişkilerde, tıpkı insanlar arasında olduğu gibi söylenenler kadar söylenmeyenler üzerine düşünmek gerekir. Bu durumda basın açıklamasına bakalım ve açıklamaları değerlendirelim.

Basın açıklaması yaklaşık 30 dakika sürdü. Önce Putin sonra konuğu Erdoğan konuştu. Putin doğaçlama, Erdoğan ise, uzun zamandan beri ilk defa, hazırlanmış bir metni okuyarak açıklama yaptılar. Bu içeride farklı bir şeyler olduğunun karinesi gibiydi.

(Basın açıklamasının analizi TRT yayının, YouTube’a yüklenmiş olan videosu üzerinden yapılmıştır.)

Basına açıklamalar

Putin baştaki nezaket cümlelerinden hemen sonra, “Suriye’de, BMGK 2254 sayılı kararı üzerine siyasi ve diplomatik yollarla çözüm istiyoruz. Ülkenin (Suriye’nin) birliği, toprak bütünlüğü ve egemenliği prensibine de sadık kalmaktayız. İşte bu ilkelerden yola çıkarak Astana formatı çerçevesindeki işbirliğimiz konusunda görüş alışverişinde bulunduk.” dedi.

Bu cümleler BMGK kararı ile uluslararası meşruiyete, Suriye’nin birliği, toprak bütünlüğü ve egemenlik yapısı da Suriye’nin Arap Devleti olduğuna bir vurgu olarak öne çıktı.

Aslında Astana sürecinde yapılan liderler zirvelerinin üçünde de Suriye’nin Arap devleti olduğuna yani egemenliğine yapılan vurgu, sonuç bildirilerinde güçlü bir şekilde yer almıştı. Astana sürecine dair “meselenin çözümü için en verimli format” sözleri bunu hatırlatır gibiydi.

Uluslararası meşruiyete vurgu ise daha sık kullanılmaya başlandı. Bu husus gittikçe de öne çıkmaya başlayacak gibi görünüyor. ABD’nin çekilme açıklaması ile bu meşruiyet tartışmasında Türkiye biraz zorlanacak gibi görünüyor. Rusya, Suriye Hükümeti tarafından davet edilmiş durumda. Bu konuyu Putin güçlü bir şekilde vurguladı.

En önemli anlaşmazlık: Kim terörist?

Putin konuşmasında, yeni Suriye Anayasası için kurulması planlanan komitenin yeni devlet formatı için önemli olduğunu vurguladı. Ve arkasından “Terör örgütlerinin durdurulması için birçok adım atıldı.” dedi. ABD’nin çekilme kararını da görüştüklerini belirterek, “Bu bölge Kürtlerin elindedir. Bu bağlamda Şam’ın Kürtlerin temsilcileri ile diyalog içerisinde olmalarını teşvik ediyoruz. Bu birlik sağlanacak, uzlaşma sağlanacak olursa sadece Suriye’nin hayrına değil komşu ülkelerin de hayrına olacaktır.” cümleleri ile devam etti.

Bunlar, Astana sürecindeki liderler zirvelerinin sonuç bildirilerinde de imza altına alınmış olan ancak halen devam eden derin fikir ayrılıklarına işaret eden sözler.

Rusya, PKK/PYD/YPG unsurlarını terörist olarak görmediklerini bir kere daha açıklıkla vurguladı. Şam ile aralarındaki diyalogu kendisinin kurduğunu belirtti. En önemlisi de “Bu uzlaşmanın komşu ülkelerin hayrına olacağı”nı da söyledi. Bu bölgenin iki komşusu var, birisi Türkiye diğeri Irak. Ama doğrudan Türkiye’nin işaret edildiği de açıktı. (Irak yerine IKBY demek bile mümkün. Bu konuda daha önce yazılmış olan yazımıza bakılabilir*.)

Putin, “Türkiye ve Rusya’nın çatışmadan sonraki dönemde de işbirliği yapması gerektiğini” belirterek “…ki bu şekilde zorunlu olarak yerlerini değiştirmiş olanların güvenli bir şekilde ülkelerine dönebilsinler.” demiştir. Türkiye’nin başını çok ağrıtan Suriyeli sığınmacılar meselesini hatırlatarak, açıkça diplomatik koz olarak kullanılan bir durum söz konusudur.

Peki, biz ne dedik?

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının girişindeki nezaket cümlelerinden sonra, “ABD’nin çekilme sürecinde doğacak boşluğun terör örgütlerince istismar edilmemesi kritik önemdedir. Başta DEAŞ olmak üzere PYD-YPG terör örgütlerine karşı bunların temizlenmesi görevimizi özellikle ifade ettim.” dedi.

(Buradaki “görevin” kim tarafından verildiği ayrı bir değerlendirme konusu. Yazılı bir metinden ve çok önemli bir zeminde yapılmış olması ayrıca önemi arttırıyor.)

Rusya ile aramızda en büyük ayrılık onların PYD/YPG’nin terörist olarak görmemesi olduğu ortaya çıkmaktadır. (Hoş bu örgütler de İmralı’dan ve Türkiye’nin gözetiminde kurdurulmuştu ya, bu da ayrı değerlendirme konusu.)

Cumhurbaşkanı konuşmasında “Suriyeli mültecilerin geri dönüşü konusunu da” ele aldıklarını belirterek, “Yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciye kucak açmış bir ülke olarak Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Gerek Fırat Kalkanı ve gerekse Zeytin Dalı harekâtlarıyla terörden arındırdığımız bölgelere bugüne kadar 300 bin Suriyeli geri döndü. (…) Geri dönüşlerin önünü açan bu modelin Fırat’ın doğusuna da uygulanması gerekiyor.”  sözleriyle devam etti.

Bu açıklamadan Fırat’ın doğusunda terörden arındırılmış güvenli bölge ile aynı zamanda Türkiye’nin kontrol edeceği ve Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yerleştirilmesinin düşünüldüğü bir yapı anlaşılmakta. Bu da Suriye’nin mevcut devlet yapısı dışında yeni bir devlet formatını ortaya koyuyor.

Bu cümlelerle Rusya ile aramızda, Putin’in konuşmasında işaret ettiğini belirttiğimiz, “Suriye’nin toprak bütünlüğü, birliği ve egemenlik yapısı” hususlarındaki görüş ayrılığı olduğu Cumhurbaşkanı’nın söyledikleriyle daha da açığa çıkmakta.

Sorularla derinliği netleşen bakış farklığı

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından sonra sadece iki soru alındı ama cevaplar kıyasıya bir satranç müsabakası gibiydi.

İlk soru TRT’den bir muhabir tarafından soruldu. Soru(lar) tam olarak, “Güvenli Bölge konusunda ABD ile yapılmakta olan görüşmelerde somut bir gelişme var mıdır? Bugün bu konu gündeme geldi mi? Eğer geldiyse teknik detaylar hakkında bilgi verebilir misiniz? Özellikle Sayın Putin’e de bu konu da Rusya’nın yaklaşımı nedir?” şeklindeydi.

İlk olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan cevap verdi. “Bizler tehdit oluşturan bölgeler konusunda ABD olumlu yaklaşımını bizlere zaten ifade etti. O da bildiğiniz gibi 30-32 km derinliğinde bir bölge. Bu konuda bizim Rusya ile bir sıkıntımız yok. Zira bu güvenli bölge terörden arındırılmış bir bölge hassasiyetidir.” diyerek ilgililerin sürekli olarak irtibat halinde olduğunu belirtti.

Putin daha detaylı ve maddeler halinde cevap verdi. Öncelikle “Bu bağlamda şunu hatırlatmak istiyorum. Amerikan askerleri Suriye’de illegal olarak bulunmaktadır. Onların orada bulunmasına dair uluslararası hukuka dayalı gerekçeleri yoktur. BM’den herhangi bir karar yoktur. Suriye Hükümetinden herhangi bir davet de yoktur. Ama ABD ile terörle mücadele konusunda yapıcı bir işbirliği tesis ettik. Eminim ki bu devam edecektir. Bu bir…

İki; biz değerli Türk dostlarımızın menfaatlerine saygı duyuyoruz. Özellikle güvenliğin sağlanması noktasında…

Üç; Suriye Arap Hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında 1998 tarihli, özellikle terörle mücadele ilgili bir sözleşme var. Ve eminim ki bu birçok hususu kapatan bir temeldir. Biz bu konuları bugün ayrıntılı bir şekilde anlattık.”

Aslında ayrıntıya girmeden bile ayrılık derhal kendini göstermekte. Daha toplantının başında vurgulanan meşruiyet ve Suriye’nin egemenliği çok daha güçlü bir şekilde tekrar edildi.  

Rusya güvenli bölgeye ve yeni devlet yapılanması anlamına gelebilecek oluşumlara karşı çıktı. Benzer çıkışları 15 Şubat 2018’de ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Ankara ziyareti öncesi ve sonrasında da “Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmaya yönelik adımları endişeyle takip ediyoruz. Bunun nedeni ABD’nin sahada, özellikle de Fırat’ın doğusu ile Suriye’nin Irak-Türkiye sınırı arasındaki bölgedeki uygulamaya başladığı planları...(var)**yapmışlardı. Türkiye’nin terörden rahatsızlığı için de “Adana Mutabakatını anlattık” diyerek, bu çerçevede hareket edilirse sorunun çözülebileceğini hatırlattılar.

Görülen o ki Zirve’de Adana Mutabakatına dönüş üzerinde bir uzlaşma yok. Rusya tarafından öneri yapıldığı anlaşılıyor.

Ertesi günlerde Türkiye’de…

Cumhurbaşkanı 23 Ocak (2019)’ta Moskova’da gerçekleşen zirvenin ertesi günü, Kara Harp Okulu’nda yaptığı konuşmada “Buradaki huzuru nasıl sağlarız, Afrin’de nasıl sağlarız, İdlib’de nasıl sağlarız, Cerablus’ta nasıl sağlarız, Suriye’nin özellikle bize yakın olan bölgesinde yani şöyle açarsak 30-32 km derinlikte bunu nasıl sağlarız? Bütün bu çalışmalar bunun için. Yoksa bizim Suriye’de işgal diye bir derdimiz yok.” diyerek zirve sonrası açıklamalara devam etti. “Adana Mutabakatının yeniden gündeme gelmesi, bunun üzerinde ısrarlı bir şekilde durmamızın gerekliliğini daha iyi anlıyoruz.” ifadeleri de geleceğe dair işaret fişeklerine benziyordu. Buna cevaplar çok gecikmedi.

26 Ocak’ta Suriye Devletinin resmi haber ajansı SANA’da çıkan bir haber dikkat çekti. Haberde adı açıklanmayan resmi bir kaynak“…dolayısıyla Adana Mutabakatının herhangi bir şekilde yeniden etkinleştirilmesinin iki devlet arasındaki sınırların eski haline dönmesini gerektirdiğinin altını çizdi. Adana Mutabakatının yeniden etkinleştirilmesinin aynı zamanda Türkiye rejiminin teröre her türlü desteğini kesmesini gerektirdiğini vurgulayan yetkili kaynak; Suriye topraklarında bulunan askeri güçlerinin tamamını geri çekmesi gerektiğini belirtti.” deniyordu.

Şam yönetimi de Türkiye’ye elini uzatırken Afrin ile Fırat arasındaki bölgeden çıkmasını istiyordu. Suriye’den Putin’in vurguladığı hukuki meşruiyete paralel bir talep gelmişti.

Bir gün sonra Kremlin sözcüsü Peskov’un da Adana Mutabakatına atıf yaparak, “Önemli olan, bu uygulamanın sınırda devlet dışı bölgesel oluşumların meydana gelmesine hiçbir şekilde yol açmaması ve Suriye’nin toprak ve siyasal bütünlüğünü tehdit etmemesi” açıklaması basına düştü. Farklı bakış devam ediyordu.

Ya İdlib…

Zirvedeki basın açıklamasında ikinci soru İdlib’le alakalıydı. Gazetedeki yerimizin darlığı bu soru ve cevapları ilki kadar teferruatlı incelememize çok izin vermiyor. Bu hususta Şükrü Elekdağ’ın 27 Ocak tarihli Sözcü gazetesindeki Uğur Dündar’la yaptığı söyleşiyi okumalarını öneriyorum. Somut tekliflerle çıkış yolu gösteren önemli bir konuşma.

Peki, ne olmalı?

İdeolojik davranışlardan vazgeçilmeli, Türk devlet felsefesine uygun şekilde ortak akıl öne çıkarılmalıdır. Suriye’nin kuzeyinde bir devlet anlamına gelecek ve Türkiye’deki sığınmacılar içinden seçilenlerle, İhvancı olduğuna dair düşünceleri çağrıştıran bir yönetim oluşturma stratejisi bizim egemenliğimizi tehlikeye düşürür. Sorunlar, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Arap devleti olması çerçevesinde çözümlenmelidir.

Daha fazla gecikmeden Şam yönetimi ile ilişkiye girilmeli. Vatanımıza yönelecek bütün tehditler göz önüne alınarak Adana Mutabakatı güncellenip, topraklarımıza yönelecek tehditler bertaraf edilmelidir.

 

*10 Haziran 2018, http://misak.millidusunce.com/turkiye-ile-abd-munbic-uzlasmasinin-sonuclari-uzerine/

**agm