12.06.1960 Sivas/Gürün Sarıca köyü doğumlu olan Vahit Türk ilk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı. 1983 tarihinde Prof. Dr. Zeynep Korkmaz danışmanlığında hazırladığı “Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam Romanında Dil ve Üslup” adlı tezini vererek Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden mezun oldu.
1987 yılında Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun yönetiminde hazırladığı “Hatiboğlu Bahrü’l-Hakayık - Transkripsiyon” adlı teziyle yüksek lisansını, 1990 yılında Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde Prof. Dr. Tuncer Gülensoy yönetiminde hazırladığı “Ali Şir Neva’i Mecalisü’n-Nefais İnceleme-Metin-Dizin” adlı teziyle de doktorasını tamamladı.
Fırat Üniversitesi, Trakya Üniversitesi, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi (Kazakistan), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi’nde değişik akademik kadrolarda görev yaptı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü, Gaziantep Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı gibi idarecilik görevleri yaptı.
2006 yılında Sakarya Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak başladığı görevinden ayrılarak İstanbul Kültür Üniversitesi’ne geçti. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Üyeliğine devam etmektedir.
İletişim:vahitturk1@hotmail.com
Avrupa halklarında Hun efsaneleri
Hunların kökeni
Hunların kökeni ve Avrupa halklarının zihin dünyasındaki etkileri, bu etkinin yansımaları, bilginlerin çok meşgul olduğu konulardandır. Bu konu, içlerinde büyük Türkolog Gyula Nemeth’in de bulunduğu bazı Macar bilginler tarafından hazırlanan ve önemli tarihçilerimizden merhum Şerif Baştav tarafından Attila ve Hunları adıyla Türkçeye çevrilmiş olan eserde enine boyuna değerlendirilmiştir. Bu yazımız adı geçen eserden yararlanılarak yazıldı.
Hunların etnik kökeni konusunda çeşitli görüşler olduğu bilinmektedir. Bu görüşlerin pek çoğu siyasi olmaktan öte bir değer taşımaz. Bugün yeryüzünde var olan pek çok halk, tarihte büyük varlık göstermiş olan toplumları kendine mal ederek kimlik bulmaya, ulus kimliğini sağlamlaştırmaya, tarihi coğrafyasını genişleterek geleceğe dair planlar yapmaya ve genç kuşaklarını bu planlar doğrultusunda yetiştirmeye gayret eder. Hun kökeniyle ilgili dikkate değer birkaç görüş şöyledir: Tarihçiler içinde Attila Hunlarının Fin-Ugorlar ile Hunların karışmasından ortaya çıktığını söyleyenler olduğu gibi Hun dilini Fin-Ugor dili sayanlar oldu. Hunları ve hatta Hun adını Cermen kökeniyle açıklamaya çalışan bilim adamları da görüldü. Hunların etnik kökenini Kafkas kavimleriyle birleştiren bazı bilginler; İskitçe, Avarca ve eski Bulgarca ile birlikte Hun dilini de Kafkas dillerine dâhil etti. Bütün bu görüş ve düşünceleri değerlendiren ünlü Macar bilgin Lajos Ligeti’ye göre ise durum şöyledir: “Elimizde (dağınık kelimeler ve özel isimler gibi) oldukça az dil malzemesi bulunuyorsa da, yine de her iki halde öyle görünüyor ki Türk dili konuşan bir kavimle karşı karşıya bulunuyoruz. Kanaatimize göre Attila imparatorluğunda Türk unsurunun, gerçekten muazzam İndo-Avrupaî ve bilhassa İranî unsurun azameti arasında kaybolduğunu itiraf etmeliyiz. Buna rağmen hâkim Attila soyunun ve kabilesinin Türk olduğundan şüphe edemeyiz. Bunun delili olarak mühim bir yekûn tutan Türk şahıs adı malzemesine ve her şeyden önce Attila’nın ölümünden sonra ailenin erkek azalarının idaresi altında meydana gelen küçük imparatorlukların, temiz Türk vasfını taşıyan kavimleri içine almış olmalarına istinat edebiliriz.”
Dönem kaynaklarında yer alan fiziki tasvirleri tahlil eden Macar bilgin Peter Vaczy Hunların ayırıcı özellik olarak renksiz bir çehreye, yassı bir buruna, yuvarlak bir başta bulunan nispeten küçük gözlere ve tıknaz bir gövdeye sahip olduklarını, bu özellikleriyle de bir Türk kavmi olduklarını belirtir. Bu bilgin ayrıca onların yalnız dış görünüşlerinin değil, dillerinin de Türkçe olduğunu söyler ve Hunların dilinin Göktürklerin, Uygurların, hatta Avarların kullandığı türden bir dil olduğunu söyler.
Korku dağları bekler
Önce Alanları yaşadıkları yerlerden söküp batıya doğru hareketlendiren ve arkasında “Büyük Kavimler Göçü” denilen olayı başlatan Hunların, özellikle Attila’nın Avrupa’yı alt üst etmesiyle bütün kavimlerin yerinden yurdundan olması ve başka halklarla karışması sonucunda doğan korku ve nefretle karışık şöhreti, bu halklarda birtakım efsanelerin oluşması sonucunu da doğurdu.
Hunlar 436 yılında Ren ırmağını geçerek Roma arazisinde yaşayan Burgundlar arasında büyük bir tahribat yapar. Burgund kıralı Gundahar, bütün soyu ile birlikte savaşta ölür. Bu savaşla ilgili çok kısa bir zaman içinde efsaneler türemiş ve daha sonra bu malzemeden Nibelungen şarkıları doğmuştur.
Claudianus adlı bir şair Hunlarla ilgili bir şiirinde; “Kuzey, onlardan daha yabani ve cesur bir kavim beslememiştir; ruhları o kadar metindir ki hiçbir zaman şiddetli sınavlardan yılmaz. Barış zamanlarında ise daha çok tembelliğe isteklidir” der. Bu dizelerden, şairin Türkleri iyi tanıdığı sonucunu çıkarabiliriz. Hunların savaştaki tavrıyla günlük hayattaki tutumlarını bugün ile karşılaştırıp düşünürsek söylemek istediğimiz anlaşılacaktır.
Attila devrinin iki büyük devleti Roma ve Bizans’tır. Attila’nın bu iki devleti alt etmeden büyük devlet olarak kabul görmesi mümkün olmazdı ve Attila da doğal olarak bu yönde hareket etti, bunları alt etti. Hunların vergiye bağladığı bu devletlerin kayıtlarında Attila ile ilgili pek çok bilgi bulunduğu gibi dönemin yazıcıları da Attila ve Hunlar ile ilgili bilgiler verir. Bu bilgilerin dışında da konuyla ilgili halk arasında oluşan efsanelerin varlığından haberdarız. Batı dünyasının hemen tamamı Attila’yı Tanrı’nın kırbacı olarak adlandırır ve onun günahkâr Hıristiyanları cezalandırmak üzere Tanrı tarafından gönderildiğine inanılır. Ancak Attila da kendisinin Tanrı tarafından görevlendirildiğine ve elinde de Tanrı’nın kılıcı bulunduğuna inanır. Bu, eski bir Türk inancıdır, Hunlara göre geç diyebileceğimiz Orhun anıt-yazıtlarında da görülür. Bu konuda tarihçi Priskos’un aktardıkları önemlidir. Ayrıca Jordanes’te konu daha ayrıntılı olarak karşımıza çıkar. Jordanes’in anlattıklarına göre Attila’nın kılıcı, topallayan bir düvenin kanını izleyerek ilerleyen bir çoban tarafından bulunur ve Attila’ya götürülür. Attila da bunu dünya egemenliğinin Allah tarafından kendi eline bırakıldığının alameti olarak kabul eder. Bizans tarihçileri Hunlar ve özellikle Attila ile ilgili daha pek çok efsane aktarır. Hayatı efsaneleşen Attila’nın ölümü ile ilgili olarak da efsaneler ortaya çıkmış, olağanüstü güçlere sahip olduğuna inanılan bir kişinin sıradan insanlar gibi öleceğine inanılmamıştır.
Got-Longobard efsaneleri
Got yazarı İdatius inanılması güç olaylar aktarır. Buna göre Hunlar, birkaç İtalya şehrine saldırır, ancak açlıktan ve hastalıktan dolayı telef olurlar, hatta doğal afetler onları yok eder. İzidor da Got tarihinde aynı olayları anlatır. Ona göre, doğal afetlerden ve savaşta yenilmesi sonucunda ülkesine kaçan Attila, kısa bir zaman sonra ölmüştür. İzidor’un Hunlar konusunda düşüncesi şöyledir: Hunlar, günahkâr insanların cezalandırılması için gönderilmiş olduklarından, Attila’nın ölümünden sonra Hunların birbirlerini kırmaları esnasında, Allah’ın mucizesi ortaya çıkar. Hunlar, Allah’ın öfkesinin göstergesi olan bir sopa gibi oldukları için her ne zaman Tanrı, inananlarına karşı öfkesini göstermek istese onları Hunlar aracılığıyla kamçılatır ve böylece onları doğru yola getirir. Gerçekten bu kavim o kadar korkunçtur ki savaş sırasında açlıktan bunaldıkları zaman atların damarlarını açar ve onların kanını içmek suretiyle açlıklarını giderirler.
Kilise çevresinde oluşan efsaneler
Bir ülkeye ve topluma dışarıdan gelen bir saldırı olduğunda orada insanlar din adamlarından ve ibadet mekânlarından, velî ya da aziz olarak kabul ettikleri ölülerin ve ulu atalarının ruhlarından yardım umar, moral destek ve ruhi rahatlama beklerler. Avrupa Hunları zamanında kıtanın kuzeyinde yaşayan Slavlar gibi bazı kavimler dışında hemen bütün Avrupa Hıristiyanlaşmıştı. Hun fetihleri sırasında insanlar kiliselerden ve din adamlarından medet ummuş, ancak onlar da yapacak pek bir şey bulamayıp Hunlarla ilgili çeşitli menkıbeler türetmiştir. Bu menkıbelere göre bu “barbarlara” karşı Tanrı’nın buyruğunda olan ve aziz hayatı yaşayan kilise mensupları, her zaman galip durumdadır, Allah onların yanındadır ve her an bir mucize gösterebilir.
Gregoire de Tours adlı bir rahibin aktardığı bir menkıbe, Hunların Orleans kuşatmasıyla ilgilidir. Buna göre rahip halka dua ettirdikten sonra surlara gidilir ve rahip, artık Allah yardım ediyor mu, bakınız der. Halk bir şey görmez, tekrar dua edilir ve tekrar surlara gidilir, yine kimse görünmez. Rahip halka, siz dua edin, Allah sizi bugün kurtaracak, der. O zaman toz bulutlarının ufukta yükselmekte olduğu haber verilir. Allah’ın yardımı Aetius ve Thorismund biçiminde ulaşır ve surları dövmeye başlayan Hunları kovarlar.
Hun saldırılarıyla ilgili bir başka menkıbe Belçikalı piskopos Aravatius ile ilgilidir. Bu piskopos, Hunların yaklaştığı haberi üzerine Roma’yı tavaf eder ve orada havarilerin mezarları etrafında gece gündüz ve yiyip içmeden Allah’ın merhametini kazanmak için dua eder. Bu sırada havarilerden biri seslenir ve “Ey aziz insan, beni niçin rahatsız edersin? Allah Hunları Galya’ya götürmeye ve onlara ülkeyi harap ettirmeye karar vermiştir. Şimdi öğütlerimi dinle; hemen ülkene dön ve evini düzene koyup mezarını hazırla” der.
Attila’nın Galya’daki tahribatı üzerine Paris halkının korkudan hazineleriyle birlikte daha emin bir yere göçmek istedikleri ile ilgili menkıbelerin bir kısmı 8-9. yüzyıllarda teşekkül etmiştir. Bu durum, Attila’nın ölümünden yüzyıllar sonra bile etkisinin sürdüğünü gösterir.
Attila ile ilgili menkıbelerin en bilinenlerinden biri Almanya kaynaklı St.-Ursula menkıbesidir. On bir bin bakirenin şehadetini hikâye eden bu menkıbenin nasıl oluştuğu kaynaklarda izlenebilmektedir. Dokuzuncu yüzyılda bu bakirelerin ululanması kilise ayinlerinde görülür. Bu menkıbenin çeşitli rivayetlerinde başlarında Ursula olmak üzere bir, beş, sekiz ve on bir isim yer alır. Bu on bir sayısı zamanla yanlış okumalar sonucunda on bir bin olarak kayıtlara geçer. Almanya kaynaklı olan Ursula menkıbesi İngiltere’ye de yayılır ve orada bu isim çevresinde yeni varyantlar ortaya çıkar. Ursula’nın önderliğindeki bakireler, Roma’yı tavaf etmek ve aziz mezarlarında dua etmeye gider ve geri dönerken Hunlar tarafından öldürülürler, ancak Ursula’ya âşık olan Hun kağanı onu kendisine eş olarak ister, fakat ret cevabı alır ve o da oklanmak suretiyle öldürülür.
Fransızların hayal dünyasında Attila’nın siması, barbarlığın en büyük ve insanüstü sembolü olarak yaşar ve okul kitapları aracılığıyla bu kan dökmekten hoşlanan atlı kavmin hatırası tahripten zevk duyan, yakan, öldüren olarak kuşaktan kuşağa aktarılır.
Attila ile ilgili olmak üzere İtalyanlar arasında da pek çok menkıbe oluşmuş ve yüzyıllar boyu anlatılmıştır. 924 yılında Macarlara karşı savundukları Modena’da Attila’yı hatırlayan İtalyanlar, Macarları Attila’nın torunları sayar ve onların oklarından korunmak için dua ederler.
Cermen kavimlerinin orta çağ şiirlerinde Attila’nın bir kahraman olarak sıkça anıldığı görülür. Alman efsane araştırıcılarına göre Attila, Heldensage denilen efsanelerin merkezinde bulunur, hatta birçoğu bu efsanelerin oluşumunu Hunların tarihteki etkisine bağlar. Eski ve orta yukarı Almancasında Attila, sarayında Cermen hükümdarlarının yaşadığı veya şehzadelerinin eğitildiği büyük bir kral, hayırsever, güler yüzlü, asil ruhlu, genellikle barışa eğilimli, ancak soyguncuları cezalandırmak istediğinde kılıç kullanan bir kişi olarak karşımıza çıkar.
Eski İzlanda şarkılarında Atli adıyla Attila ile karşılaşılır. Yukarıda adı verilen eserde bunlara benzer pek çok efsanenin varlığından söz edilir.
Bütün bunlar, Attila gibi büyük bir tarihi kişiliğin yalnızca yaşadığı çağı etkilemekle kalmadığını, hemen bütün Avrupa halklarının bilincini etkilediğini, onların sözlü ve yazılı edebiyatlarında kendine yer edindiğini ve bu durumun yüzyıllar boyu sürdüğünü gösterir. Bir başka dikkat çeken nokta ise Attila, Cermen kavimlerinin efsanelerinde “iyi” bir kahraman, diğer halkların efsanelerinde ise “kötü” bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Bunun sebebi, Cermenlerin Attila devleti içerisinde yer alması, diğerlerinin ise genellikle düşman olmalarıdır.